Herkese selam :) Aksiyon başlasın mı yavaş yavaş?
İyi okumalar şimdi tatlı okurlar :)
***
Luna sabah gözlerini açtığında başka bir yerde uyandı.
Uyandığı yeri algılamak biraz zamanını almıştı. Aşırı yorgunluk onu sarhoş gibi yapmıştı ve dün yaşadığı, öğrendiği her şeyi rüya gibi hatırlıyordu. O ışıkları, kalabalığı, eğlenceyi, kanı, dişleri ve tehdide uğradığı anı... her şeyi hayal gibi hatırlıyordu. Fakat tüm bunların gerçek olduğunu anlaması çok uzun sürmedi. Yataktan kalkıp, dışarıya bakmak için pencerenin önüne gitti. Evden hiç ses gelmiyordu, hatta şehrin bildiği yerleri dışında bir hareketlilik de yoktu. Dün gece parlayan ve yaşayan şehir bir anda yerini, herkesin bildiği şehrin gündüz meşguliyetine bırakmış gibiydi.
Luna odadan çıktı ve etrafa bakınarak biraz evi keşfetmeyi denedi önce. Eve geldiğinde o kadar yorgundu ki, hiçbir şeyi keşfedecek hali kalmamıştı. Yatağının devasa boyutlarda olduğunu bile uyandığında fark etmişti. Bu harikaydı. İstediği kadar dönmüş olduğunu diledi. Bu yatak boşuna onun olmuş olamazdı.
Hemen yan odasındaki kapı aralık duruyordu. Hafifçe ittiği kapı biraz daha açıldı. Merakla bu sessizlikte tanımadığı kişilerin de kim olduklarını düşünüyordu. İçerisi oldukça geniş bir odaydı ve iki farklı uçlardaki yataklarda birbirlerine çok benzeyen, iki vampir uyuyordu. Şu an için üzerlerindeki dağınık örtülerden görünen kızıl saçlardı. İkisinin de aynı derecede dağınık yatması komikti. Oda kapısından geri adım atarak çıktı daha fazla kurcalamak istemedi. Zaten baştan sona bilmediği bir düzenin içine dalmış olması yeterince tedirgin ediciydi.
Koridoru geçerken, mutfağa doğru ilerledi. Vampirlerin bir mutfağa ihtiyaç duyuyor olmalarını garipsemiş olsa da, onların vampirlerin de yemek yeme alışkanlıkları olduğunu söylediklerini hatırlıyordu. Mesela evine girer girmez, Ares'in kekinden koca bir dilim yemiş olması da bunu kanıtlıyordu. Keki bitirdiğindeki yüz ifadesini hatırlayınca bir an gülümsemişti. Aslında bu evde güzel bir kalabalık sezmişti, hoşuna giden bir hava vardı duvarların arasında dönüp dolaşan.
Evin her yerinde çerçeveler vardı. Hem de karışık bir şekilde, her yere asılmışlardı. Ancak ortak noktaları yok değildi; hepsi ünlü klasik ressamların resimlerinden örneklerdi.
Sonra mutfağa doğru neden geldiğini hatırlatan mide gurultusuyla buzdolabını açtı. Açlığını bastıracak bir şeyler olmasını umdu ama pek bir şey görünmüyordu. Kendi kendine "sanırım dışarı çıkıp bir şeyler alsam iyi olacak" derken hareketlendi.
Sonra üzerine ceketini almak için odasına giderken, Ares'in salonda uyduğunu fark etti, gözleri kısıldı ve hafifçe gülümsedi. Sabah kahvaltısı için bir şeyler almaya giderken, yanında birinin olması çok daha eğlenceli olabilirdi. En azından daha güvenli olacağı kesindi. "Üstelik İtalyanca konuşan biri" diye geçirdi aklından. Sonra yavaşça yüzü tavana dönük halde uykuda olan Ares'e yaklaştı. Önce hafifçe ismini fısıldadı, ama tepki alamayınca sesini normal tona getirdi. Bir kaç kez art arda ismini söyledikten sonra hala daha bir tepki vermediğini görünce kaşlarını çatıp, nefes bıraktı. Sonra bir kaç kere sarsmayı denedi, hatta bir kez koluna sertçe vurmayı bile denedi ama Ares tek bir defa bile kıpırdamamıştı.
- Tek bir kez gözlerini bile açmadığına inanamıyorum.
Söylenerek yeniden odasına doğru hareketlendi ve ceketini giyip kendini dışarıya attı. Onu uyandırma konusunda başarısız olmuştu ve bir yerden sonra pes etmesi şarttı. Hem bu kadar zorladığında onun uyandırılmaya nasıl tepki vereceğini de henüz bilmiyordu. Doğru olan karar vazgeçmekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuzeyin Kehâneti 1(BİTTİ) #Wattsy2019
FantasyKuzeyin Kehâneti Birinci Kitap: Kayıp Oğul Kuzeyin Kehâneti, İskandinavya'da başlayan ancak içine dünyanın her yerinden karakterlerin misafir olduğu bir macera ve aşk hikayesidir. Dünya normalde insanların düşündüğünün aksine, iki paralel evren ola...