12. Bölüm "Saldırı"

45 7 7
                                    

Mikail, sabah güneşi yere halı gibi yayılmış bembeyaz karı eritirken bir yandan da yeniden başlamış olan karın, inatla eriyen karların üstünü kapatışını seyrediyordu yürürken. Üniversiteye gitmek için fazla mı erken davranmıştı tam olarak kestiremiyordu ama uyku saati gelmeden ve tam olarak bitkin düşmeden önce Max ile bir konuşma yapması gerekiyordu. Merak ediyordu ve bu merak onu huzurlu bir uykudan çok uzakta tutuyordu. Ayrıca Max'in de bu kadar çalışma üzerine ona anlatacağı onca şeyi beklediğini biliyordu. O da uyku saatinde, huzurlu bir uyku çekmek için kafasındakileri atmak isterdi.

Evden çıkmadan önce Luna, nihayet uyuya kalmış ve Ares'in ortada hala olmayışının kızgınlığını düşüncelerinden uzaklaştırabilmişti. Mikail çıkana kadar olan bir kaç saat boyunca onunla sohbet etmişti. Balinalarla ilgilendiğini ya da İtalya'da yaşadığı bir kaç anıya, İrlanda'da üniversite okuyup, Caitlin adındaki arkadaşını çok özlediğine kadar her şeyden biraz biraz bahsetmişti. Normalde kısa zamandır tanıdığı Luna'nın ona hiç durmadan sorular soracağını biliyordu. Ancak sarhoş ve Ares konusunda kızgınken sadece anlatmayı tercih etmişti. Üstelik Mikail'in, kendi hakkında konuşmaktan hoşlanmadığını artık fark etmiş olduğuna emindi. Bu kötü bir huy muydu bilmiyordu fakat onun gördüklerini gören herkeste bu suskunluğun az da olsa olduğuna emindi.

Mikail, üniversitenin merdivenlerini çıkarken hızlandı. Kan kokusu almaya başlamıştı ve bu yeterince endişe vericiydi. Pencerelerden giren kış güneşi koridoru parça parça aydınlatırken, kanın kokusunu takip etti. Mikail laboratuvara yaklaşırken, hızlandı ve iç çekti. Bu kısımda henüz kimse yok gibi görünüyordu. Günün çok erken saatleri olduğu için, hiç bir öğretmen ya da öğrenci üniversiteye gelmek için uyanmamıştı.

Zeminde kan izleri vardı.

Üstelik gitgide ağırlaşan koku başını döndürmeye başlamıştı. Bu koku insan kanı değildi, daha ağır ve daha keskindi. Belki biraz daha karanlık. Mikail yutkundu ve izleri takip ederken, beyaz önlük parçalarını gördü. Laboratuvar kapısına dek etrafa serpilmiş parçalar halindelerdi. Duvarlarda sıçrayan kanın kuru kalıntıları vardı. Laboratuvar kapısına dek olan uzunca bir mesafede vahşi bir cinayetin kan izleri vardı.

Mikail, Laboratuvar kapısını yavaşça aralarken gözleri kapının pencere kısmını tamamen kaplamış kana takıldı. İçeriye bir adım attığında koku daha da keskin bir hisle içine doldu. Bir an için elini kapının kirişine koydu ve içeri girmek istemediğini düşündü.

Laboratuvarın içine yayılmış olan et parçaları, kanın duvarlara işleyen kırmızılığıyla bir vampiri bile kana karşı bir adım geri itecek kadar kötü bir görüntü sergiliyordu.

"Lanet olsun!" dedi sert çıkan sesiyle ve içeri girip kapıyı tamamen kapattı.

Max'in kanı yere saçılmış olan insan kanına karışmıştı ve neredeyse bütün araştırmalar darmadağın görünüyordu. Ortada hiç bir şey kalmamıştı. Et parçaları etrafa yayılmıştı ve masanın üzerinde duran bir kol kısmı hariç, bütün olarak belirgin hiç bir şey yoktu. Mikail nefes bıraktı ve kanın aklını dolduran kokusuna karşı duyarsız kalıp, etrafa bakmaya başladı. Kalan herhangi bir araştırma sonucunu arıyordu ya da Max'i kimin öldürdüğüne dair bir ipucu. Bunu yapan her kimse, bir insan ya da vampir değildi, bunu yapan tek kişi bile değildi muhtemelen. Mikail etrafta aranırken, Max'in geride kalan kıyafet parçalarını da topluyordu, cebinde, bir bütün olarak, bir şeylerin kalmış olma ihtimalini umut ediyordu.

Mikail bir saate yaklaşan bir süre boyunca laboratuvarı aramış olmasına rağmen hiç bir şey bulamamıştı. Her şey parçalanmış, götürülmüş ya da kullanılmaz halde bırakılmıştı. Nefes bırakıp masaya yaslandı ve ellerini yana dayadı. Üzgündü, üstelik bu histen nefret ediyordu. Kendini suçlu hissetmesine neden olan her şeyden nefret ediyordu. Buna rağmen bu son yüzyılda sıkça başına gelen bir şey olmuştu.

Kuzeyin Kehâneti 1(BİTTİ) #Wattsy2019Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin