- Elena!
Mikail'in yüzü kan içinde kalmış, Ulric'in üzerindeki ceket paramparça olmuştu. Buradaki savaş acımasız ve yorucuydu. Kan, ter ve acıyla doluydu. Hatta bunu, gerçek anlamıyla aynı anda yaşatabilen nadir anlardan birinde olduğunu biliyordu Mikail. Her şeye alışabilirdi. Şaşırmamayı öğrenmişti. Tüm bu olanlar ona, bunu öğretmişti. Üstelik gücüne de alışmış, neler yapabileceğinin sınırlarını zorlamaya devam ediyordu. Bu yüzden sadece çizikleri oluşmuştu.
Ama içeride beliren alev rengi saçlı kadının bu kadar tanıdık olması, şaşkınlığını kontrol etmesini engelliyordu.
- Nasıl?
Ulric de, tıpkı Mikail gibi nefes nefese duraksamıştı. Cehennemin en sevdiği varlığı içeride belirdiğinde, içerisi sanki daha sıcak olmuştu. Alevler çoğalmış, iblisler görünür olmaya başlamıştı. Mikail için bu korkutucuydu. Bu kadarla nasıl mücadele edeceğini bilmiyordu. Kimse, bundan bahsetmemişti. Ama bunun için hemen harekete geçmesi gerektiğini biliyordu. Bu gardiyanların iyi tarafı hemen dinlenebiliyor olmalarıydı. İçinde binlerce ruhla savaşıyordu sanki.
Mikail, gözlerinin menekşe renginin beyaz bir ışıkla doluşunu hissetti. Avuçlarında ve bileklerinde toparlanan gücü hissediyordu. Elena'nın gözlerinin içine bakarken, onun da bir anda koca bir alev halinde kayaların arasından süzülmesine şahit olduktan sonra cehennemi kısaca sarsacak bir hamle için tüm vücudunu gerilmesine izin verdi. Ulric hazırlanıyordu.
- Burası benim. Beni, kendi dünyamda yok edemezsin!
Ulric'in isyankâr sesi, sonsuz kayalıklarda yankılandı. Mikail'in yere vurduğu yumruğunun ardından koca bir ışık huzmesi, sarsıntıyla birlikte her yere dolmaya başladı.
Etraf yerle bir olacak gibi sarsılırken, uçuşan bir kumaş gibi alevler üzerinde dolanmaya başladı Mikail'in. Ulric bu alevlerin içine karışmış, ateşle bir olmuştu. Mikail, burada reddedilen tek varlıktı ve bedeni, buradan çıktığında muhtemelen bunu fazlasıyla hissedecekti.
Kulaklarında yankılanan sese o kadar aşinaydı ki, korkularından daha çok şaşkınlığı ve hayal kırıklığıyla mücadele etmeye çalışıyordu.
- Bu kadar hayal kırıklığına uğramış görünme sevgilim. Sen, yeterince şey başardın. Artık her şeyi oluruna bırakma vaktin geldi.
- Sorgulamak için uygun bir zaman olmadığı için, sorularımı yutuyorum, krasota. Ama ne yazık ki hep inatçı biriydim.
Mikail, etrafında dolanan alevden kumaşın içinde ayağa kalkıp, kendini bir kalkanın içine aldı. Gücünü sadece saldırmak için kullanmaması gerektiğini ilk anda aklına koymuştu. Bu kalkan kalın ve güçlü bir duvar gibiydi. Alevler çarparak geri dönüyordu. Yine de bu ne alevlerin ne de cehennemin yöneticilerinin keyfini kaçıramazdı. Aslında en büyük engellerini köşeye sıkıştırdıklarına inanıyorlardı daha çok.
Mikail kaosu isteyen ve aslında tüm bu yaratılmış düzeni sona getirmek için çabalayan birini anlamakta zorlanıyordu. Yine de onlar insanlar gibi düşünmüyor olmalılardı. Kendi güçleri içinde bu sürecin ne anlama geldiğini, dünyanın ne demek olduğunu ya da bir yok oluşun ne ifade ettiğini bilmek zordu. Kendi gözlerinden bakıldığında bu iş, korkunç mantıksız geliyordu.
Uzunca bir süre böyle devam edebilir, kendini koruyabilirdi. Ancak sonrasında ne olacağını bir türlü tahmin edemiyordu. Gitgide onu köşeye sıkıştıran devasa bir gücün farkındaydı, üstelik ruhuna yapışmış bir sürü yeni güçle, ne kadar kuvvetlendiğini de anlıyordu. Yine de bu kuvvet sonsuza dek süremezdi. Ancak insan yaradılışlı olmayanlar için durum daha farklı olmalıydı. Mikail, bu süreci sonlandıramamaktan o kadar çok korkuyordu ki, korkunun onu kuvvetli kıldığını fark etti. Dünyanın sonunun kendi yüzünden gelmesini istemezdi. İyi anlamda seçilmiş biri olmadığına emindi. O... feda edilendi.
Sonra bir an her şeyin durduğuna yemin edebilirdi. İçindeki gücün kabarışını öylesine ani hissetti ki, avuçları acımaya başlamıştı. Gözlerinin bulandığını hissediyordu. Önünü görmekte zorlanıyordu. Bunun ne yüzünden olduğunu anlamaya çalışmak içinse zamanı yoktu. Sonra alevlerin ağırlaştığını bir çığlığı ve birkaç saniye sonrasını hatırlayamadığı ışığı kendi vücudundan çıkarttığını hissetti. Adeta içinde bir anda biriken güçle patlamıştı. Cehennem alışık olmadığı tarzda bir gücün kendini sarsmasına seyirci kalmak zorundaydı. Duvarları dökülüyor, cehennemin efendisi ve alevleri kontrol eden kadın, hiç beklenmedik bir anda geri çekiliyordu. Sessizlik, onun baygın zihnini uykuya itti. Devamında neler olacağını göremediği bir kıyametin tam ortasında, uyuya kalmıştı.
***
Luna'nın kâbusuyla herkes ayaklanmıştı.
Bunun anlamını hayra yormayan Vala da cadıları toplayıp sessiz bir odaya geçmişti. 'Onun size ihtiyacı var' demişti. Tüm olup bitenin özeti buydu. Orada nefes alabiliyor halde durup, savaşabilmesinin yolu gardiyanlardan geçiyordu. Ancak dışarıdan alacağı bir yardım da onun işine yarayacaktı. Vala, bu görevin çok zor olduğunu vurgulayıp duruyordu. Onu yense bile tüm bu olanlardan sağ çıkması zaten mucize olacaktı. Ancak şimdi, işin içine başka bir güç daha eklenmişti. Cehennemin efendisi, kardeşi Hel'den yardım alırsa, durum değişecekti. Vala'nın korktuğu buydu. Üstelik Luna'nın gördüğü rüya da buna işaret ediyordu. İçerideki herkese binayı korumaları için öğüt vermişti. Üç cadı küçük, sessiz bir odada gözlerini kapamış, Mikail'e yardım gönderiyordu. Odada bir yatak ve sadece bir süpürge vardı. Karanlık birkaç perdeyle, mum ışığına mahkûm kalmıştı. Burada olacaklar, Mikail için yeterli olabilirdi. Cadıların onunla olan bağı ve iletişimi yeterince kuvvetliydi.
Yaklaşık bir saat boyunca orada dikilip, Mikail'e göndermişlerdi zihinlerini. Luna üzerine çöken rahatlamanın ardından bayılıp, yere düşene kadar da devam etmişlerdi bunu yapmaya.
Sonunda bütün cadılar rahatça nefes alabildiğinde, hepsinin de elleri yanık içinde kalmıştı. Baygın olan Luna bunun farkında değildi ancak Margot ellerinin acısıyla inlemişti. Vala, buna alışıktı. Sadece sarmak için bir bez aldı ve elini sarıp, Margota da bir bez uzattı. Sonra yere diz çöktü.
- Birilerini buraya çağır olur mu canım, Luna'yı yatağa taşıyalım.
- Evet, tamam.
Margot hızla odadan çıktığında, Vala, Luna'nın da ellerini sardı yavaşça. alevler içinde neler yaşandığını anlayamıyordu ancak oldukça çetin bir şeyler olduğuna emindi. Kudretle boğulan bir güç ile yeryüzünde zayıf düşmesinden yararlanarak baş etmeye çalışmışlardı. Sonucunun başarılı olduğunu umuyordu.
İçeriye Sergey girdiğinde endişeliydi.
- O iyi mi? Sorun ne?
- Sorun yok, iyi olacak sadece biraz zor bir seyahat oldu. Hadi konuşma da, yatağa taşımama yardım et.
Sergey, Vala'yı ikiletmeden Luna'yı kucağına aldı. Odadaki yatağa yavaşça bırakırken, yüzüne bakıyordu. Rengi solmuştu. Ellerinin sargılarına bakarken de endişeliydi.
- Ellerine ne oldu?
- Cehennemi ziyaret ettik evlat, hasar almıyor olsaydık, Mikail yerine biz giderdik.
Sergey nefes bırakıp, yataktan geriye çekildi. Ona birilerini getirmenin doğru olacağını düşünüyordu. Ancak şu an kendi içlerinde kalmaları daha iyi olabilirdi. Bu konuda Vala'ya güvenmeye karar verdi. Sonuçta kimseye, ilahi birkaç adama karşı savaştaydık demek mümkün olmayacaktı. İçeri Darvonie girdiğinde odadakiler tedirgin bir şekilde ona döndü. Bu giriş, iyi bir haberin hızı değildi. Darvonie'nin rimeli gözünün etrafını kaplayacak kadar akmış ve gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Sergey endişeyle ona yaklaştı.
- Vincent.
Sergey önce gözlerini kapattı. Kedini iyi hissetmiyordu. Sonra herkesin aynı şekilde yerine oturduğunu gördü. Güçleri zayıflamıştı. Ne hissettiklerini anlatmak zordu. Sadece ölüyor gibi hissediyorlardı. Kalplerindeki ağırlık, korkunçtu.
"Hayır" dedi Sergey, nefes almakta zorlanarak, başını eğmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuzeyin Kehâneti 1(BİTTİ) #Wattsy2019
FantasyKuzeyin Kehâneti Birinci Kitap: Kayıp Oğul Kuzeyin Kehâneti, İskandinavya'da başlayan ancak içine dünyanın her yerinden karakterlerin misafir olduğu bir macera ve aşk hikayesidir. Dünya normalde insanların düşündüğünün aksine, iki paralel evren ola...