Jenny'nin evinin bahçesi çok büyük ve alabildiğine yeşildi. Tabii bu yeşilliği yağan yağmurlara ve güneşe yoruyordu, çünkü kendisi bahçe bakımıyla ilgilenemeyecek kadar üşengeçti.
İlk kez cumartesi günü öğleden sonra hepimiz evdeydik ve bu fırsatı bahçede değerlendirmeye karar vermiştik.
Caleb sanılanın aksine çok eğlenceli birisiydi. Belki de siyahi teni, uzun, kaslı vücudu yüzünden herkes ondan bir adım geri duruyordu.
Bana o meşhur soruyu ilk o sordu. Luke da bizi dinlemek için döndü.
"Asyalı mısın?"
Hamakta, Grace ile ayaklarımızı sarkıtarak sallanırken gülümsedim. Bence evdeki herkes bu sorunun cevabını merak ediyordu ama hala mesafeyi koruduğum için soramıyorlardı.
Halbuki evdeyken böyle değildi. Calum ve ben her yerde dikkat çekeriz. Calum, asyalı olmamasına rağmen bu soruyu duyar. Bense melez olduğum için.
"Annem Koreliydi. Babamsa İngiliz."
Böylece dış görünüşüm açıklanmıştı. Anneminki kadar çekik gözlerim yoktu. Biraz babadan çalmaya çalışmışım göz yapımı ama tam başarılı olamamışım. Yüz yapımı ve saçlarımı da annemden almışım. Babamdansa sadece yeşil gözlerimi ve hafif dolgun dudaklarımı almışım. Annemin gözleri Calum gibi çikolata kahvesiydi.
Aksanımsa tamamen babam gibi. Hatta Korece konuşurken bile Koreliler gibi konuşamıyorum.
"Tenin de çok beyaz. Şuna baksana. Grace bizim bir fotoğrafımızı çeker misin? Süt ve Oreo gibi duruyoruz."
Caleb o kadar coşku dolu bir insandı ki onu reddetmek imkansızdı. Zaten reddetmeyi de düşünmüyordum. Fotoğraf çektirmeyi severdim. Hem Caleb o kadar heyecan doluydu ki hayatında kaç tane beyaz arkadaşı olduğunu sormak istedim. Samimi olmadığımız için sorma cesareti bulamadım.
Piermont'da halk genelde bronzdu. Hatta özellikle yanık tene sahip olmak için pek çok solaryum merkezi vardı. Bence sahile inseler yeterdi. O yüzden bu çabayı yersiz bulmuştum.
Calum bir de bu yüzden sahil kasabalarını sever. Teniyle göze batmayacağını düşünür. Halbuki bana sorarsa nereye gitse dikkat çeker.
"Yani hiç cilt bakımı yapmak zorunda değilsin öyle mi?"
Sophia, bir efsaneyi sormak için Luke'un koluna tutunarak oturduğu armut koltukta doğruldu.
"Aslında Koreliler genelde herkesten daha fazla makyaj ve bakım yapar." diye yanıtladım sorusunu.
Teyzelerimi ve dayımı düşününce bu düşüncemin doğrulandığını görebiliyordum. Ben de kullanırdım ama onlar kadar abartmazdım. Biraz babamdan bu yaşlanmama özelliğini de kopardığımı düşünüyorum.
Sophia'dan özür dilediğim günden beri bana yaklaşmaya çalıştığı için özür dilediğime pişman olmuştum. İyi bir kızdı ama yüz versem beni alıp kaçıracak gibi hissetmiştim.
Yeni insanları çok sevdiğini Grace söylemişti. Grace, Calum'ın arkadaşı Michael gibi saçlarını sürekli renk değiştiriyordu ve bana gösterdiği fotoğraflara bakınca kullanmadığı rengin neredeyse kalmamış olduğunu gördüm. Onun da ikizler gibi bronz bir teni vardı. Açık kahverengi gözlere sahipti.
Luke'un beyaz bir teni vardı. Sarışın olduğu için güneşte yanmak yerine kızarıyordu. Sophia onu bu yüzden iki kere güneş kremine bulamak zorunda kalmıştı ve cilt kanseriyle ilgili hepimize bir nutuk çekmişti.
Biz Grace ile gölgedeki hamakta sallanmaktan yeterince memnunduk.
Ethan bahçeye elinde limonata dolu bardaklarla çıktı. Onu Evan takip etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
If Today Was Your Last Day
Fanfiction"Eğer içinde bulunduğun gün senin son günün olsaydı ne yapmak isterdin?" Tori Rodriguez, en yakın arkadaşı Calum Hood'un ölümünden sonra ikisinin hayalindeki kasabaya benzeyen Piermont'da bir öğrenci evine yerleşir. Yedi kişinin yaşandığı bu evde ha...