Piermont'a ilk geldiğimde baş ağrısı yüzünden günlerce kendime gelememiştim. Şimdi de Michael aynı sorunu yaşıyordu. Tanışacağı kişi sayısını ve kalabalık evi düşündükçe onun durumu beni daha fazla endişelendiriyordu.
Luke, hissetmiş gibi sahil yolundan eve dönmeyi teklif ettiğinde hızla kabul etmiştim. Michael da sadece gülümsemiş ve kucağımdaki Duke'u okşamaya devam etmişti.
Sahilde yola devam ederken bir süre sonra Michael yüzünü buruşturup aramızdaki sessizliği bozdu.
“Aslında biraz mola versek çok iyi olur. Kusarak arabanızı mahvetmek istemiyorum.”
Luke, ikiletmeden arabayı uygun bir yere park etti. Michael hızla dışarıya çıkarken derin bir soluk bıraktım. Luke ön koltuktan bana doğru dönüp gülümsedi. Gülümsemesi her zamanki canlılığında değildi.
“Arkadaşın anlattığın gibi değil sanki.”
Fark ettiğim gerçeği o da fark ettiği için sadece başımı sallamakla yetindim. Michael’ın devam edememiş olması beni oldukça sarsmıştı.
Hayatımıza giren her insan bizde bir iz bırakıyordu. İyi veya kötü. Her iz bir şekilde benliğini koruyordu. Üzerinden binlerce yıl geçse dahi izler en ufak bir olayda tekrar gün yüzüne çıkmayı başarıyorlardı.
“Onunla yalnız konuşmak istersen Duke ile ben ilgilenebilirim.”
Luke'un hiçbir şeyden haberi olmadığı halde böyle düşünceli davranması yüreğimi parçalıyordu. Duke'un yol boyunca ne kadar tedirgin uyuduğunu fark etmişti. Uyurken ara ara titriyor, uyanıp çevresini kontrol ediyordu. Calum'ın kaybı Duke’u da yaralamıştı. Duke her zaman en yakın dostunu aramaya devam edecekti.
Gözlerimi Duke'dan ayırıp Luke’un mavi gözlerine çevirdim.
“Teşekkür ederim, Luke.”
Önemli olmadığını gösterircesine omuz silkip araçtan indi ve benim tarafıma gelip yolcu kapısını açtı. Arabadan inip Duke'u onun kollarına bıraktım. Duke biraz huzursuz olsa da Luke’un rahatlatıcı dokunuşlarına yenilip tekrar uykuya dalmıştı.
Luke'a gülümseyip, “Seni sevdi,” dedim. Luke da bana gamzelerini gösteren bir tebessümle karşılık verdi.
Bir süre Luke ile birlikte yürüdük. Kumların üzerinde ayakkabıyla yürürken kendimi doğaya aykırı davranıyor gibi hissetmiştim. Sanırım burada yaşayan herkes böyle hissettiği için sahilde ayakkabısız geziyorlardı. Diğer insanların aksine buradaki insanlar olarak doğaya saygı duyduğumuz için mutluydum.
Luke, Michael’a daha fazla yaklaşmadan durup bana doğru döndü.
“Biz burada olacağız. Hazır olduğunuzda gelirsiniz.”
Başımı sallayıp tekrar teşekkür ettim ve Michael’a doğru ilerlemeye başladım. Michael, arabadan indiği anda bizden uzaklaşmış, önündeki uçsuz bucaksız maviliği izlemeye başlamıştı. Demek denizi izlemek onu da rahatlatıyordu.
Yanına geldiğimi fark edip gülümsedi ve ellerini ceplerine yerleştirdi. Gözlerini karşımızdaki büyülü manzaradan ayırmıyordu.
Az sonra söyleyeceklerimi düşünerek derin bir nefes aldım. Normalde Michael ile konuşmaktan korkmazdım ama şimdi anlamsız bir şekilde ondan çekiniyordum.
“Özür dilerim,” diye söze başladım.
Başı hafifçe bana doğru dönerken sertçe yutkunup devam ettim.
Zorlukla “D-devam ettiğim için,” dedim.
Başımı kaldırıp ona baktığımda sanki ona üç kulağım olduğunu söylemişim gibi bakıyordu. Aklımı kaçırmışım gibi. Kaşlarını çatıp dudağını ısırdı. Bir süre sessiz kaldıktan sonra konuşmakta zorlandığını gizlemeden bana açıklamaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
If Today Was Your Last Day
Fanfiction"Eğer içinde bulunduğun gün senin son günün olsaydı ne yapmak isterdin?" Tori Rodriguez, en yakın arkadaşı Calum Hood'un ölümünden sonra ikisinin hayalindeki kasabaya benzeyen Piermont'da bir öğrenci evine yerleşir. Yedi kişinin yaşandığı bu evde ha...