Bir bahar günü, öğleden sonraydı. Hafif esen rüzgar ağaçların yapraklarını okşuyor, tatlı hışırtılara sebep oluyordu. Büyük Britanya Sarayı her zamanki ihtişamıyla misafirine kucak açtı.
Simsiyah atının üstünde, gümüş zırhı ve rüzgarda dalgalanan saçlarıyla genç bir şövalye girdi bahçe kapısından içeriye. En son bir yıl önce görmüştü bu sarayı. Çocukluğunun geçtiği bahçenin yeni haline bakarken mavi gözleri anlamsız bir sevinçle parlıyordu. Evine dönmüş gibi hissediyordu.
Sarayın kapısının tam önünde durdurdu atını. Tek hamlede kendini aşağı attı. Eşyaları onun arkasındaki at arabasında geliyordu. Krala ve birkaç arkadaşına getirdiği hediyelerle birlikte.
"Dikkat edin." diye uyardı atını emanet etmek zorunda kaldığı seyislere. "Eğer ona bir şey olursa, bu sarayı başınıza yıkarım."
İki seyis öne eğilerek ona selam verdi. Şövalye geride bırakmak zorunda olduğu siyah atının başını okşadı. Bu at, doğduğu gün Kral Henry tarafından ona hediye edilmişti ve şövalye bu ata büyük bir sevgiyle bağlıydı.
Ağır adımlarla sarayın kapısından içeri girdi. Büyük tahta kapının iki yanındaki muhafızlar onu selamladı. Şövalyeler, Büyük Britanya'da çok büyük hürmet görürlerdi. Önemli savaşlarda yer alırlardı, yeri gelince devlet işlerine dahil olurlardı. Adaların yönetimine şövalyeler gönderilirdi mesela, bazı kaleler de şövalyelere verilirdi.
İşte bu yüce şerefe sahip olan Louis, şövalye ilan edildiğinde henüz on altı yaşındaydı. Kral Henry, sarayda muhafız olarak çalışan ve gönüllü olarak savaşa askerlerle giden bu genci onurlandırmak istemiş, onu şövalyeleri arasına almıştı. Cesurdu, güçlüydü, akıllıydı... Oğlunu koruması için, Sir Louis görevlendirildi.
Louis 6 yıl boyunca kendisinden 3 yaş büyük olan prensin en yakınıydı. Prens Alexander, Şövalye Louis tarafından eğitildi. Daha sonra kral onu farklı görevlere uygun görüp prensin yanından aldı.
Louis en son, bir yıl önce eyalet içi karışıklıklar sebebiyle Wellington Dükü'nün yanına gönderilmişti. Wellington'a gitmesinden 2 ay sonra ülkesinden Kral Henry'nin ölüm haberi geldi. Prens Alexander Louis'ye babası tarafından verilen görevi tamamlamasını istediğine dair bir mektup yollayınca Louis şehre geri dönmemişti. Bu sırada Alexander taç giymiş, Büyük Britanya'nın kralı olmuştu.
Şimdi Louis bir yıl önce terk ettiği saraya geri dönerken hiçbir şeyin aynı olmayacağını çok iyi biliyordu. Alexander ile arası her zaman iyi olmuştu, bu konuda bir problem yoktu. Ama Alexander kral vasfı taşıyan biri değildi. Vahşi bir gençti, diplomasiden anlamazdı. Hak hukuk tanımazdı. İşi gücü hovardalık yapmaktı. Louis sadece onun kral olduktan sonra biraz bile olsa değişmiş olmasını umuyordu. Aksi taktirde Alexander bu hanedanın sonunu bile getirebilirdi.
Sonunda kralının huzuruna çıkacağı arz odasına geldiğinde duraksayıp saçlarını düzeltti. Görevden dönen her şövalyeye bu odada ufak bir karşılama töreni düzenlenirdi. Sonra şövalye krala göreviyle ilgili bilgileri sunar, takdir ödülünü alıp şövalye odasına dönerdi.
Muhafızlar ona arz odasının kapısını açtığında Louis hızla içeri girdi. Taht tam karşısında duruyordu. Sağ ve sol tarafta onar tane şövalye, görevden dönen dostlarını selamlamak adına kılıçlarını çektiler, havaya kaldırdılar.
Eskiden olsa tahtta Kral Henry otururdu, yanında oğlu Alexander ve kızı Catherine olurdu. Şimdi karşıdaki devasa tahtta yalnızca Kral Alexander duruyordu. Sarı saçları tacın içinde hapsolmuştu. Kahverengi gözleri ise hala aynı ateşle parlıyordu. Louis dekorasyonu baştan sona değişen odaya göz gezdirmeye fırsat bulamadan tahtın önüne geldi. Öne doğru eğilerek selam durdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KNIGHT'S SECRET
FanfictionHer şövalyenin bir sırrı vardır. Ama Louis'nin sırrı diğerlerine kıyasla fazla büyük.