Muhafız Isaac odaya daldığında Kral Harry yatağında uzanıyordu. "Kralım yetişin!" dedi nefes nefese. "Sir Louis..."
O cümlesini tamamlayamadan Kral Harry ayağa fırladı. Geceliğinin duvara asılmış olan üstünü aldı, giydi ve kuşağını bağladı. Kendisine haber getiren muhafızını odasında bırakıp koşarak koridorlara çıktı. Taş merdivenlerden öyle bir hızla iniyordu ki, her an yuvarlanabilir gibiydi. Etraftaki herkes Kral Harry'e yargılayan ve üzülen gözlerle bakıyordu.
Saniyeler sonra kendini bahçeye attı. Gördüğü şeylerle kanının donduğunu hissederken taşa takılıp tökezledi, dizlerinin üstüne düştü. İdam mermeri bahçeye getirilmişti. Louis simsiyah kıyafetler içindeydi. Elleri ve ayakları bağlanmış, diz çöktürülmüş, başı soğuk mermere yaslanmıştı. Kral Alexander da onun başında duruyordu, elinde kılıcı vardı. "Sen gelmeden başlamak istemedim Harry." dedi. "Gel sen de seyret."
"Alexander..." dedi ama kral onu susturdu. "Biriniz benim eşim, diğeriniz en yakın arkadaşım. Bunu yanınıza bırakır mıyım sanıyordunuz?"
Harry ağlayarak "Yok öyle bir şey!" diye inkar etti fakat kral çoktan öğreneceğini öğrenmişti. "Louis hatasını canıyla ödeyecek. Ama sen yaşayacaksın Harry. Louis gözlerinin önünde ölecek ama sen yaşayacaksın. Senin cezan da bu."
Louis hiçbir şey söylemiyor, zaten çoktan ölmüş gibi sessizce bekliyordu. Kral Alexander kılıcını havaya kaldırınca Harry. "Alex yalvarırım yapma!" dedi hıçkırıklarının arasından. "Ne olur yapma, bununla yaşayamam ben, yapma!" Ama Kral Alexander onu dinlemedi ve büyük bir hırsla kılıcını Louis'nin boynuna indirdi.
Tam o anda Harry aniden gözyaşları içinde uyandı. Nefesi kesilmiş, kalbi hiç olmadığı kadar hızlı atmaya başlamıştı. Rüyasından o kadar etkilenmişti ki korkudan titriyor, nefes alamıyordu.
Louis yanındaki hareketliliği hissederek uykulu bir şekilde yavaşça doğruldu. "İyi misin?" diye sordu endişeyle.
Harry yanında onu görünce her şeyin sadece bir kabustan ibaret olduğunu kesin olarak anladı, yine de bu hiçbir şeyi değiştirmezdi çünkü bu gerçekleşeceği belli olan bir kabustu. Bir çeşit transa girmiş gibiydi, boş boş duvarı izliyor ve sessizce ağlıyordu. Çünkü çok iyi biliyordu ki eninde sonunda o gün gelecekti. Kral Alexander onları öğrenecekti.
Louis Harry'i yavaşça kendine doğru çekti. "Sadece rüya gördün." dedi sakinleştiren ses tonuyla. Sonra yavaşça onun gözyaşlarını sildi. "Bak evimizdeyiz, kendi yatağımızdayız. Korkulacak bir şey yok."
Harry gözlerini duvardan ayırıp Louis'ye baktı ve ona sarıldı. Ne olursa olsun, teni Louis'ye temas ettiği an kalbindeki tüm ağırlık kuş olup uçarak uzaklaştı. "Benden önce ölme." dedi ilk kez konuşarak. "Yoksa seni öldürürüm."
Louis güldü, "Tamam söz." dedikten sonra onu öptü. "Hadi çık bu üzgün ruh halinden. Şuan ikimiz de yaşıyoruz."
Harry onun bu kadar rahat olmasına hayrandı. Her şey aniden gelişmiş olsa da Louis hiçbir şeyi yadırgamamış, üstüne bir de sanki yıllardır birliktelermiş gibi gayet doğal bir şekilde sahiplenmişti.
Sevgilisinden cevap alamayan Louis ayağa kalktı, odanın perdelerini açtı. Sabah olmuştu ama hava yağmurlu ve karanlıktı. "Fransız çöreklerimizi getireyim, birer bardak da süt... Burada yağmuru izleyerek kahvaltı yapalım, hm?"
"Sen şömineyi yak, kahvaltılıkları ben hazırlarım." dedi Harry ayağa kalkarken. "Bugün saraya geç gitsek olur mu? Biraz seninle yalnız kalmak istiyorum."
"Olur tabi ki." Louis onun dudaklarının üstüne küçük bir öpücük kondurup elini tuttu. Birlikte aşağı inerlerken de aklına takılan başka bir meseleyi dile getiri. "Kral Alexander diğer ülkelerin elçilerini aylardır geri çeviriyor. Hazır o yokken sen elçileri birer birer kabul etsen, bir dinlesen olmaz mı? Bir ülkeyle daha aramızda sorun çıkarsa, Kral Alexander'ın evlendireceği kimse de kalmadı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KNIGHT'S SECRET
FanfictionHer şövalyenin bir sırrı vardır. Ama Louis'nin sırrı diğerlerine kıyasla fazla büyük.