Kral Harry kahvaltı için masaya oturalı yarım saat olmuştu. Bu süre içerisinde tek bir lokma yemek yememiş, tek bir kelime konuşmamıştı. Masaya onlarla birlikte oturan birkaç dük ve düşes onu konuşturmayı denemişti ama kimse başarılı olamamıştı. Zaten sonra da sırayla izin isteyip sofradan kalkmışlardı.
Herkes gidip de ikisi içeride yalnız kaldıklarında Kral Alexander sert bakışlarını eşine çevirdi. "Neyin var Harry? Beni herkese rezil ediyorsun."
"Sen zaten rezilsin."
"Ne?"
"Prenses Catherine'den ne istedin? Hayatını zindan ettin zaten. Bir de istemediği evliliğe mecbur bırakarak neden onu uçuruma sürüklüyorsun?" Normalde Prenses Catherine ve Kral Harry arasında pek bir iletişim yoktu, hatta Kral Harry saraya geldiğinden beri onu çok nadir görmüştü. Fakat yine de, genç yaşında hiç tanımadığı sevmediği biriyle evlenmesini istemezdi. Kendi korkunç kaderini başkalarında görmek istemiyordu.
"Biliyor musun, seni hiç ilgilendirmez." dedi Kral Alexander. "Bu işlere karışma. Hanedandan değilsin."
"Benim de bir kral olduğumu unutma, Alex."
"Ne kral ama..." Alexander alaycı bir gülüşle ayağa kalktı. "Atlardan bile korkan kral. Seni kral yapan ne, Harry? Benimle evli olman mı yoksa babanın da bir kral olması mı?"
Harry sustu, gözlerini kapattı. Konuşmazsan üstüne gelemezler. Konuşmazsan üstüne gelemezler. Konuşmazsan üstüne gelemezler.
"Kimseyle konuşmayan kral. Babanın Fransa'ya hükmediyor olması seni prens yapmaz, biliyorsun, değil mi? Prens bile olamadın sen. Annesi öldürülen, gençliğini zindanda geçiren zavallı Harry. Çok üzücü... Diplomasi ile ilgili eğitim almamışsın. Çeşitli görevlerle yöneticilik tecrübesi kazanmamışsın. Vals nedir onu bile bilmiyorsun!"
Diğer prensler ve prensesler yaşamlarını kral veya kraliçe olma eğitimi almakla geçirirken, Harry babasının emriyle zindana atılmış haldeydi. Kimseyle vals edecek kadar rahat bir günü geçmemişti ki, herkes davetlerde dans edip eğlenirken Harry soğuk zindanın içinde onların seslerini dinlerdi sadece. "Kes sesini Alexander."
"Hayır, hayır... Hazır sen konusunu açmışken bu konuyu iyice konuşalım da artık ne kadar vasıfsız olduğunu ve ne desem onaylamak zorunda olduğunu kabullen."
Kral Alexander odanın içinde ağır ağır gezinmeye başladı. Harry hiç sesini çıkarmıyordu, o da bundan yararlanarak Harry'nin daha çok üstüne gidiyordu.
"Seni o çöplükten ben çıkardım. Babana senin için para verdim ve seni satın aldım. Hem de senin gibi bir ayak bağına hiç ihtiyacım olmadığı halde. Sen sadece ülkeler arası bir anlaşmasın. Ben sevdiğim adamla evlenmedim Harry. Baban bile seni sevmedi. Babanı senden kurtardım, seni Britanya'ya getirdim. Orada kalsan baban seni öldürtecekti. Hala yaşıyorsan benim sayemde."
Harry duyduğu şeylerin altında boğulmamak için derin bir nefes alırken Kral Alexander kapıya yöneldi. "Catherine de seni sevmiyor, biliyorsun. İyilik meleği gibi davranmayı kes, kendi işine bak. Anneciğin toprağın altına gömülmüş, seni de onun yanına gömmek zorunda kalmayayım."
Yemek odasının kapısı gürültüyle kapandığında Harry onun odadan çıktığını anladı. Yavaşça sandalyesini ittirdi, ayağa kalktı. Tokat yemiş gibi hissediyordu. Şoka girmiş gibiydi. Sanki birisi boğazını sıkıyordu. Bir an önce buradan çıkıp nefes almak istiyordu.
Koridorda ağır ağır yürüdü, terasa çıktı. Başını taşıyamıyordu. Evet, kesinlikle başı ona ağır gelmeye başlamıştı. Ellerini terasın mermer korkuluklarına dayadı. Hafif rüzgar saçlarını geriye doğru tararken aşağıya baktı. Bahçede bir sürü muhafız, şövalye, hizmetkar vardı. Herkes mutluydu, herkes bir işle meşguldü. Kral Harry ölse, bunca insan içinde kaç tanesi gerçekten üzülürdü ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KNIGHT'S SECRET
FanfictionHer şövalyenin bir sırrı vardır. Ama Louis'nin sırrı diğerlerine kıyasla fazla büyük.