Louis'nin en sevdiği şey, sabahları atıyla saray civarında dolaşmaktı. Hatta bazen ormana giderdi. Bir ağacın altına oturup kuşları dinlemekten büyük zevk alırdı. Akşama kadar kendini ormandan ayıramazdı genelde.
Ama şimdi sarayda ormandan daha ilgi çekici bir şey vardı. Kral Harry.
Şimdiye dışarı çıkmış olmalıydı. Ok talimi yapmaya başlamıştır diye düşünüyordu Louis, o tekrar odasına dönmeden önce onu biraz görse fena olmazdı.
Sarayın bahçe kapısından içeri girdi, ahıra doğru yöneldi. Atından iner inmez siyah incisinin başını okşadı, ona sarıldı. Onu tanımadığı seyislere bırakmaktan nefret ediyordu. Atını doğumundan hemen sonra yanına almış, kendisi besleyip büyümüştü.
Her şeyin otoriteye, hanedana ait olduğu şu hayatta kendisine ait şeyleri seviyordu. Pedro'yu da, Siyah İnci'yi de bu kadar sevmesinin en temel sebebi buydu aslında.Yine de atını seyislere bıraktı ve onu ahıra götürmelerini izledi. En azından ona burada iyi bakıldığından emindi.
Gözleri etrafta dolanırken, bahçede ok talimi yapan Kral Harry'nin onu izlediğini gördü. Yine simsiyah giymişti, gözleri bıkkınlıkla bakıyordu. Ama hiç değilse bakıyordu.
Uzakta da olsa eğilerek selam verdi ve onun yanına doğru yürüdü. Kral Harry bir eliyle okunu, diğer eliyle yayını tutuyordu. Louis'nin yanına geleceğini anlamış, talime ara vermişti. Etrafındaki diğer iki muhafızı selam vermiş halde geride duruyorlardı.
Louis, kralın yanına gelince reverans yaptı ve "İyi günler, majesteleri." dedi gülümseyerek. "Nasılsınız?"
"İyiyim." Harry kestirme bir cevap verip gözlerini kaçırdı. Birkaç kez ağzını açtı ama tek kelime söylemeden kapattı. İç çatışma yaşıyor gibiydi, sanki konuşmak istiyordu ama konuşamıyordu.
"Ormanda dolaştım biraz, Britanya'nın havasını çok özlemişim." dedi Louis. İnatla sohbet açmak istiyordu. "Siz Fransa prensiydiniz, değil mi?"
"Evet, öyleydim."
"Buranın havasına alışmakta zorlandınız mı? Fransa'nın havası buradan farklıdır. Güneşlidir hep, türlü türlü çiçekler vardır..."
Konu cidden ilgisini çekmiş olacak ki Harry başını Louis'ye çevirdi. "Evet. Fransa'da hava çok güzel, parlak güneş beni hep mutlu eder. Yani, ederdi."
"Maalesef Britanya'da güneş çok fazla görünmez. Ama harika ormanlarımız var, hiç gezdiniz mi?"
"Hayır, saraydan dışarı çıkmadım hiç." Harry elindeki oku ve yayı yere bıraktı, yanında duran ağaca yaslandı. "Fransa'nın havasını nereden biliyorsunuz?"
Louis "Bir yıla yakın süre Fransa'da görevliydim." dedi. Güzel bir ülkeydi, çok beğendiğini hatırlıyordu. "Hatta sarayınızı da gördüm! İlk iki hafta elçiler hanında kalmıştım. Sarayın bahçesi ne güzeldi... Çiçekler, ağaçlar..."
"Kuşlar öterdi her sabah..." diye katıldı Harry. "Mor zambakları gördünüz mü? Çok güzeldirler."
"Gördüm ve kesinlikle çok beğendim. Ülkenizin resmi simgesiydi, değil mi?"
"Evet, öyle." Harry içten bir şekilde gülümsedi. Ülkesinden bahsetmek onu mutlu etmiş gibiydi. Louis ise onunla iletişime geçebilmenin gururunu yaşamakla meşguldü.
Harry onunla birkaç saniye göz göze kaldıktan sonra bakışlarını ahıra çevirdi. "İçeriye atla girdiğinizi gördüm. O siyah at, sizin mi?"
Louis bir adım sola kayarak tekrar onun bakış açısına girdi ve başını salladı. "Evet majesteleri." dedi gözlerini tekrar kralın gözlerine dikerken. "Yakından görmek ister misiniz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KNIGHT'S SECRET
FanfictionHer şövalyenin bir sırrı vardır. Ama Louis'nin sırrı diğerlerine kıyasla fazla büyük.