Bu double-update karşılığında iki bölümün oy sayıları arasında uçurum olmazsa sevinirim fldmcödmc
Britanya Sarayı'nın bahçesinde gezinen onlarca şövalye, muhafız ve hizmetli vardı. Bu insanların içinde simsiyah giyinmiş biri vardı ki; hem herkesin odak noktasıydı hem de kimse ona bakamıyordu.
Kral Harry, bu saraya geldiği ilk günden beri yaptığı gibi ok talimi yapıyordu. Başka türlü vakit geçiremiyordu zaten. Hava güzelse ok veya kılıç talimi için bahçeye çıkardı. Hava kötüyse veya canı istemiyorsa odasında oturur kitap okurdu, mücevherler ve kıyafetler tasarlardı.
Elindeki oku yaya yerleştirdi. Kirişi işaret, orta ve yüzük parmakları ile tuttu. Yayı gerdi ve kirişi bırakarak okun hedefe doğru ilerleyişini izledi. Umduğundan biraz daha sağa gitmişti ama yine de hedefteydi.
Siyahlara bürünmüş buhran dolu kral bir sonraki oku sadaktan çıkarırken arkasından gelen bir ses "Harry" dedi. Kim olduğunu görmek için Harry'nin ona bakmasına bile gerek yoktu. Etrafındaki tüm hizmetkarlar ve muhafızlar selam durmuş vaziyetteydi. Gelenin Kral Alexander olduğunu anlamak için onlara bakmak bile yeterliydi.
"Ne istiyorsun?" dedi gönülsüzce. Sesi ve bakışları buz gibiydi. Çok konuşmazdı zaten. Mecbur kalırsa birkaç kelime ederdi o kadar.
Kral Alexander, eşine doğru bir adım attı. "Birazdan eski bir ahbabımla yemek yiyeceğiz. Sen de bize katılacaksın."
"Ben aç değilim. Size afiyet olsun." diyen Harry bir oku daha yaya yerleştirip gerdi.
Alexander oldukça sahte bir şekilde güldü. Nazikçe Harry'i kendisine çevirdi, etraftakilere baktıktan sonra eşine sarıldı. Yüzünü onun yüzüne yaklaştırıp "Geleceksin dedim Harry." diye tekrarladı. Elini onun boğazına koydu, kulağına yaklaştı. "Bazen sahibin olduğumu unutuyorsun."
"Ben senin malın değilim." dedi Harry kısık sesle. Ama Alexander onunla aynı fikirde değildi. "Öyle mi dersin? Oysa ki ben babana paranı verdiğimi hatırlıyorum." deyip sevgili eşinin yanağını öptü ve saraya doğru yürüdü.
Harry babasından ne derece nefret ettiğini bir kez daha hatırladı. Onun yüzünden buradaydı. Onun yüzünden tüm hayatını bir esir gibi yaşamıştı ve onun yüzünden kıymetsiz bir eşya muamelesi görüyordu. Kara bahtı onu bir an olsun yalnız bırakmazdı.
Elinde duran yayı ve oku yere attı. Saraya girmeden önce "Toplayın şunları!" diye bağırdı.
Bu sırada Kral Alexander kendi odasına dönmüş, şövalyesi Louis'yi tekrar huzuruna çağırmıştı. Biraz dinlenmek üzere yatağına uzanmış olan Louis kralın emrini duyunca alelacele toparlanıp Alexander'ın odasına gitti.
"Viyana ticari imtiyazlar alma peşinde." dedi Alexander onu görür görmez. Bir süredir elçiler gelip gidiyordu. İmtiyazı alamazlarsa savaş çıkacağına inanıyorlardı. Eskiden olsa bunu söylemeye cesaret edemezlerdi ama Kral Henry öldükten sonra düşmanlara gün doğmuştu.
Louis "Anlıyorum, kralım." dedi. "Bu konuyla ilgili ne buyuracaksınız?"
"Bu imtiyazları veremem. Ama savaş çıkması da bizim hayrımıza olmaz."
Genç şövalye konuşmanın nereye varacağını anlayamadan sakince dinlemeye devam etti. Zaten bunun neden onunla konuşulduğunu bile bilmiyordu. Upuzun yoldan gelir gelmez devlet meselelerine dahil olmak pek de istediği bir şey değildi.
"Haklısınız majesteleri."
"Bu yüzden bir anlaşma yapacağız. Mektubu yazdım, ulaklara verdim. Birkaç gün içerisinde Venedik'e ulaşır. Kız kardeşim prenses Catherine'i Venedik kralı Ferdinand ile evlendirmeye karar verdim. Bu kararı Catherine'e sen ulaştıracaksın. Seni sever, sayar. Sen söyleyince kabullenecektir. Ondan sonra da yemeğe gel."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KNIGHT'S SECRET
FanfictionHer şövalyenin bir sırrı vardır. Ama Louis'nin sırrı diğerlerine kıyasla fazla büyük.