Dae Hyun, kolundaki sargıya bakarak derin bir nefes verdi. Sargıyla takım elbise giymek oldukça rahatsızdı. Karşı tarafta, gelen birkaç kişiyle konuşan, simsiyah giyinmiş sevgilisine baktı.
"Gelmek zorunda değilsin." demişti ona. "Onunla iyi anıların yok." diye ekledi siyah kravatını düzeltirken. Young Jae ona hafifçe gülümsemiş bir süre sonra aynadan kendisine bakmıştı. "Kinci birisi değilim ve seni yalnız bırakmak istemiyorum." diye cevaplamıştı.
Ona baktığını hissettiğinde Young Jae kafasını Dae Hyun'a çevirdi. Mevsim ilkbahar olsa da, hem herkeste hem de havada sonbahar esintileri vardı.
Him Chan, tahta ve alçak masada bağdaş kurup oturmuş ve su niyetine soju şişesini başına dikiyordu. Yong Guk, daha yeni gelen misafirleri eğilerek karşılıyordu. Jun Hong ise yemek yiyenlere servis yapıyordu.
Dae Hyun başını sola çevirdi ve iki yanan mumun arasındaki Jong Up'ın fotoğrafına baktı. İki kişi dizlerine çökmüş ve onu selamlıyordu. Nefesi daralınca sağlam eliyle kravatını gevşetti.
Yanına sessizce yaklaşan Young Jae, aynı sessizlikle sordu: "İyi misin?"
"Biraz bunaldım." dedi sessizce Dae Hyun. Young Jae, onun kolunu hafifçe tuttu; elini aşağıya kaydırarak elini onun eline kenetledi. "Biraz hava alalım mı?"
Dae Hyun, yavaşça başını salladı. Birlikte dışarı çıktıklarında kahve rengi, tahta çardağa geçtiler ve oturup şehir manzarasını izlemeye başladılar.
"Garip hissediyorum." diye söze başladı Dae Hyun. "Annemi kaybettiğim zamanı anımsadım."
Young Jae dudaklarını birbirine bastırdı. "Onu kaybettiğimde, dünyamın başıma yıkıldığını hissetmiştim ama şimdi hiçbir şey hissetmiyorum. Halbuki onu severdim neden hiçbir şey hissetmiyorum?"
Young Jae, elini tuttu ve parmaklarını kenetledi. "Boşluğa düşmen çok normal. Onun böyle yapacağını düşünmüyordun çünkü onu kardeşin gibi görüyordun. Sonuç böyle olunca," konuşmasına devam ederken arkasına yaslandı. "beynin neler yapman gerektiğini çözemiyor. Hem üzülüyorsun hem de böyle sonuçlandığı için kızgınsın."
Dae Hyun, kolunu onun beline sardı ve yavaşça kendi vücuduna yaklaştırdı. Minik bedeni kendisine yapıştırdı ve sarıldı.
"Harika bir insansın, biliyorsun değil mi?" diye sordu Dae Hyun.
"Bunun hiç yeri değil Dae Hyun. Ve evet, gayet iyi biliyorum. Ben harikayım."
Dae Hyun tek kaşını kaldırıp sevgilisine baktı. Sonrasında kahkaha attı. "Sen-"
"Yong Guk hyung oldukça yorulmuş olmalı. Sen istiyorsan hava almana devam et, ben onun yerine geçeceğim. Biraz dinlenmeli."
Dae Hyun, onun alnına içten bir öpücük kondurdu. "Sen git hemen geliyorum."
Young Jae onu başıyla onayladı ve oturduğu yerden kalkıp koltuk değneğiyle tek katlı binaya doğru yürüdü. Yong Guk'un yanına geldiğinde abisi onu gülümseyerek karşıladı. "Bir sorun mu var, Young Jae?"
"Hayır, hyung. İçeri geçip biraz dinlen. Bu saatten sonra çok fazla gelen olmaz. Ben karşılarım."
"Emin misin? Bacağını zorlama." derken onun bacağını gösterdi.
"Yoo! Gayet iyiyim. Hadi içeri gir ve yemek ye."
Yong Guk, hafifçe onun omzuna dokundu ve içeri yürüdü. Young Jae, gelen misafirleri selamlıyordu. Binanın önünde siyah bir araba durduğunda Young Jae bakışlarını oraya yöneltti. Sürücü arabadan çıkıp arka kapıyı açtı. Yaşlı bir adam ağır ağır arabadan çıktı. Birkaç merdiveni ağır ağır çıktılar. Yaşlı adam tam Young Jae'nin önünde durdu. Young Jae kim olduğunu bilmiyordu.
"Hoş geldiniz." diyerek eğildi Young Jae. Adam ağzını açtığında Dae Hyun'un sert ve keskin sesi duyuldu.
"O adam için eğilme, Young Jae."
Young Jae şaşkınca başını kaldırdı. Adam arkasını dönüp Dae Hyun'a döndü.
"Dae Hyun." dedi adam. Young Jae hiçbir şey anlamamışçasına bir adama bir de Dae Hyun'a bakıyordu. "Ben senin babanım, "o adam" değil."
İşte şimdi puzzle'lar yerlerine oturuyordu. Young Jae'nin dudakları şaşkınlıktan aralandı. Dae Hyun'a baktı. Sebepsizce onu buradan çekip çıkarmak istiyordu.
"Neden buradasın?" diye sordu Dae Hyun. Aynı zamanda yürüyüp Young Jae'nin yanına ulaştı.
"Arkadaşının öldüğünü duydum ve bir uğramak istedim. Kendi evladım bana yüzünü göstermemek için elinden geleni yaptığı için. Bahanem bu oldu." dedi adam tok sesiyle. Arkasındaki adam bir heykel misali öylece duruyordu. "Bu kim? Young Jae miydi adı?"
Dae Hyun ani bir hareketle Young Jae'nin önüne geçerken onu da arkasına çekti. Canı oldukça acımıştı fakat dışarıya yansıtmadı. Young Jae ise sekti ve yere koltuk değneğini sabitledi. "Onun adını ağzına alma."
"Ne oldu size? Savaşa mı katıldınız?" diye sordu adam sargılara bakarken.
Dae Hyun, hafifçe başını yana çevirdi ve Young Jae'ye doğru fısıldadı: "İçeri git. Jun Hong seni eve götürsün."
Young Jae hala olayı anlayamamıştı. Başını hafifçe salladı ve içeriye yürüdü. Kalabalıkta bir köşede oturup telefonuyla ilgilenen Jun Hong'u gördüğünde ona yöneldi.
"Jun Hong." dedi Young Jae. Jun Hong ses ile başını kaldırdı. "Hyung?"
"Jun Hong, Dae Hyun beni eve götürmeni istedi."
Jun Hong kaşlarını çattı. "Bir sorun mu var?"
"Dae Hyun'un babası-" kendi sözünü kendisi kesti. O anda Jun Hong'un da babası olduğu aklına geldi. Dudaklarını ısırırken ne söylemesi gerektiğini düşünüyordu.
Fakat Jun Hong çoktan anlamıştı. Yerden kalktı ve yanına koyduğu ceketini aldı. "Hadi hyung, gidelim."
Jun Hong'un olgunluğu Young Jae'nin oldukça hoşuna gitmişti. Jun Hong, kolunu Young Jae'ye sardı ve ona destek çıktı. Young Jae çenesini tutamayıp sordu: "Onu görmeyecek misin?"
Jun Hong, arka kapıyı açmış ve onu dışarıya çıkması için hafifçe ittirdi. Arkasından o da kapıdan geçti ve kapıyı kapattı. Jun Hong'un arabası orada duruyordu. Sanki her şey planlıymış gibiydi. Dae Hyun, babasının gelebilecek olmasını düşündüğünden bunları belki de kafasında hemen kurgulamıştı.
Jun Hong sürücü tarafın kapısını açarken arabanın hemen önünde duran Young Jae'ye baktı. "Ne oldu?"
"Babanın geleceğini biliyor muydun?"
"O benim babam değil."
"Tamam. Soruyu düzeltiyorum. Biyolojik babanın geleceğini biliyor muydun?"
Jun Hong, dudaklarını birbirine bastırdı. "Ben emin değildim fakat Dae Hyun hyung sanki geleceği görmüş gibi emindi."
Young Jae arabaya yürüdü, kapıyı açtı.
Yola çıktıklarında Yong Guk'un evinin istikametinden sapmışlardı. "Nereye gidiyoruz?"
"Dae Hyun seni evine götürmemi istedi."
"O gelene kadar o geveze evde yalnız mı kalacağım yani?"
Jun Hong gülümsedi. "Geveze ev mi?" diye sordu.
"Eh," dedi Young Jae. "en azından yalnız hissetmeyeceğim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
6Q99 | DAEJAE
FanfictionTitreyen elini umursamadan silahı tekrar ona doğrulttu. "Ölmek mi istiyorsun? Sana kaç dedim!" Kendisine bakan silahı umursamadan çocuğa yaklaştı. Silah tutan elini kavradı ve silahı kendi göğsüne bastırdı. "Sen öldüreceksen, evet." "Benimle dalga...