O günün üstünden dört gün geçmişti. Miria'sız dört gün...Dört gün boyunca, Miria'ya sayamayacağım kadar çok mesaj atmıştım. Defalarca aramıştım. Ama hiç bir şekilde ulaşamamıştım. Bazen, o kızın parçalanmış bedeni geliyordu aklıma. Bazen, babam-annem ve Teresa. Sanırım, bir nevi depresyona girmiştim. Hiç bir şey yapasım gelmiyordu, kimseyle konuşmak istemiyordum. Telefonum nerdeydi onu bile bilmiyordum. Sadece uyuyor, çok aç isem yemek yiyordum. Bir ara, Paul gelmişti. Karavan da olduğumu bildiğini ama bu seferlik üstüme gelmeyeceğinden bahsediyordu. Bunun için ona içten içe teşekkür etmiştim...
Kelebek kanatlı Abraska hakkında düşünmek dahi istemiyordum. Ama ben farkında olmadan zihnimdeki tilkiler ona yöneliyordu. Fakat çok fazla onun hakkında düşünmemden son anda kendimi kurtarıyordum. Yine de...Çok güzel görünüyordu.
Easley'e gelecek olursak, yarın son bulan izin günümden sonra yanına giderek röportaj yapacaktık. O gün, ondan daha çok inat ederek arabaya binmeyi kabul etmemiştim. Nedensizce, burayı öğrenmesini istemiyordum.
Karnım guruldadığın da düşüncelerimi bir kenara bırakarak, yorganı üzerimden ağır bir şekilde kenara çektim. Ayaklarımı çıplak zemine koyduğum da siyah terliklerimi ayağıma geçirdim.
Ayağa kalkarak, küçük siyah tezgahımdaki bulaşıklara baktım. Kesinlikle...Temizlik yapmam gerekiyordu. Omuz silktim. Belki sonra yapabilirdim. Dizimin üstünde eğilerek, mini buzdolabımı açtım. Tahmin ettiğim gibi, bomboştu.Önüme gelen saçlarımı, kulağımın arkasına sıkıştırırken iç çektim. Sanırım, artık dışarıya çıkma zamanım gelmişti. Bir süre sessiz de olan telefonuma bakındım. Çantam da olabileceği ihtimaline karşılık, çantama baktım. Biber gazını gördüğüm de dişlerimi birbirine bastırdım. Ağlamayacaktım, o ağlamamı istemezdi. Ayrıca, sadece şaka yapıyordu. Çantanın dibindeki telefonu elime aldım. Şarjı çok azdı, bunu fazla umursamadım ve gelen bildirimlere baktım.
Kraliçe Yıldızı -5 Cevapsız Arama-
+245 342 ** 10 ** -3 Cevapsız Arama-
Paul -12 Cevapsız Arama-Kraliçe Yıldızı, annemdi. İsminin anlamı buydu. Cassiopeia Legeta. Paul ise...Seviyordum onu.
Aramaları geçtikten sonra mesajlara baktım. Paul'un destek çıkması, annemin özlediğine dair mesajları vardı. Bir de, bilinmeyen numaradan bir mesaj vardı. Mesajı açtım."Ben Caer, Miria'nın çalıştığı yerden arkadaşı. Miria'yı merak ediyorum, o iyi mi? Tanımadığım halde yazdığım için üzgünüm. Miria bir gün bana ulaşamazsan bu numaraya yaz demişti. Miria'ya ulaşırsan işe hemen gelmesini söyler misin? Patronu idare etmeye çalışıyorum ama çok fazla kızmaya başladı. Miria yokken müşteri yoktu 🤦♂️ ama şu an çok yoğunuz. Miria hemen gelmelisin!"
Mesaj bir saat öncesine aitti. Miria yanımda bile değildi ki, ona haber vereyim. Bugün de gitmezse eğer işten kovulabilirdi. Bu son, Miria zillisi. Bu son iyiliğim sana. İç sesim ise bu konu hakkında benle çoktan dalga geçmeye başlamıştı.
🧚♀️
Restorantın önüne geldiğim de omzumdan yarı düşmüş olan çantayı düzelttim. Derin bir nefes alarak, kapıyı açtım. Kapıyı açtığımda içeriden esen sıcak hava yüzüme yüzüme vurmaya başlamıştı. Ve kurabiye, kek kokusu. Kek sevmezdim, kurabiye de öyle. Sıcaktan ise nefret ederdim. Tamamen nefret ettiğim bir ortamda nasıl durabilecektim?
Miria için...Sevmediğim şeyleri umursamayarak, içeriye girdim. Gerçekten Caer'in dediği kadar vardı. İçerisi tıklım tıklım doluydu. Üst katı düşünemiyordum. Üst kat tatlı üzerineydi. Ve üst kat Miria'nın göreviydi. Caer iki yeri nasıl idare edebiliyordu? Yemek yapılan tezgahın yanına giderek, Caer'e baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LABARASKUVI (KİTAP OLDU)
FantasyLahan'da insanlar yavaş yavaş ölüyorlardı. Kimseye yardım edemiyordum, edilmiyordu. Gece sokağa çıkmak yasaktı ve çıktığın an olacaklardan kimse sorumlu olmayacaktı. Lahan için akşam yediden sonrası yoktu. Tamamen masum insanların öldüğü, katledildi...