Medya: Priscilla Legeta.
Maşallahı var ^^
Not: Saçı çok çok uzun düşünün öptüm 👋
.
.
Gözlerimi yavaşça araladım. Gözlerim buğulu görse de bunun hemen geçeceğini biliyordum. Gözlerimi bir kaç kere kırpıştırdıktan sonra, tavanı izlemeye başladım.Sırtım, hissettiğim kadarıyla rahat bir yerdeydi. Oysa, orada bayılmıştım. Elimi, burnuma dokundurdum. Acımış ve elimi değdirdiğim için sızlamıştı, fakat elime baktığımda kanın çoktan burnumdan temizlendiğini fark etmiştim.
Kaşlarımı çatmamaya özen gösterirken, elimi yana koyarak kendime destek verdim ve oturur pozisyona geldim. Başım yer yer ağrısa da bunu şuanlık düşünmemeye çalıştım. Bu odada tek değildim. Benden başka bir nefes daha vardı ve beni buraya getiren de oydu.
Karşımda o vardı. Takım elbisesi ve rugan ayakkabısı...Uyandığımı anlamış mıydı? Bunu bilmiyordum fakat o düşüncelere dalmış gibiydi. Camdan dışarıyı izliyor, kollarını birbirine bağlamış karşısına bakıyordu. Odadan giren birisi onun cansız bir manken olduğunu düşünürdü.
Onu böyle düşündüren şey neydi bilemiyordum ama, içim acıdı. Onu, ilk defa böyle görüyordum. Düşünceli, elinden hiç bir şey gelmezmiş gibi.
"Düşündüğün her neyse..." Çatallaşmış sesime aldırış etmeden derin bir nefes aldım. "Düşünme," mırıldanışa dönüşen sesimi duymuştu. Bunu, yanında duran elini cebine koymasından anlamıştım.
"Sence?" Bana doğru döndü ve göz göze gelmemizi sağladı. Gözlerimi ne ben ayırdım, ne o. "Düşünmemek mümkün mü?" Ne dediğini anlamıyordum, ilk defa karşımdaki kişiye bu şekilde bakıyordum. Anlamayan gözler ile.
Oturduğum koltuktan yavaşça kalktım. Başım dönerse onun yardımını almamak için, başım dönerse yere bir kez daha düşmemek için. Tahminimde yanılmıştım ve bu beni bir kaç saniyeliğine mutlu etmişti. Başım dönmemişti, üstelik herhangi bir göz kararması da yaşamamıştım. Adımlarımı onun yanına atarken, karşımdaki büyük masa, bu odanın salon olduğunu ele veriyordu.
Bir sorun olduğu apaçık ortadaydı.
O bana hiç bir zaman böyle bakmamıştı. Bana, düşmanıymış gibi bakıyordu. Bu düşünce zihnime yerleşirken, yutkundum.
"Sorunun ne olduğunu söylersen eğer, düşünmeni engelleyebilirim." Tamamen bana doğru döndüğünde, alaycıl bir gülüş sergiledi. Bakışlarım gülüşüne gitti, benim ona güldüğüm şekilde gülüyordu. Roller değişmişti. Bunu umursamamayı tercih ederek, kaşlarımı çattım.
"Ne o? Yoksa özel güçlerin ile düşünmemi mi engellersin?" Kurduğu cümle adımlarımın kesilerek, ona dehşetle bakmama neden olmuştu. Ne diyordu? Onu anlamıyordum.
Hayır, Pris. Anlamak istemiyorsun. Ne dediğini gayet iyi biliyorsun.
"Seni anlamıyorum, açık konuş." Kendimden taviz vermemeye kararlıydım.
"Sen kimsin? Söylesene. Derdin ne?" Beklemediğim bir anda atak yaparak yanıma geldi ve tişörtümün yakasından tutarak, avucunun içine aldı. Gözlerim şaşkınlıkla aralanırken, yakamı tutan eline, elimi koyarak, onu kendimden uzaklaştırmak istedim. Ama bunu yapamadım, o oldukça sinirliydi. Dişlerini sıkarken, elmacık kemikleri belli oluyordu.
"Ne yapıyorsun?" Kekelemediğime şükrederken, gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Gözlerimi ondan çektiğim an, suçladığı şeyi olduğunu anlamasından korktum.
Onun beni bir Abraska sanmasından deli gibi korktum.
"Seni kendi ellerimle öldüreceğim." Tıslayarak söyledikten sonra, diğer elini de boynuma koydu. Boynumu sıkacaktı, belki de gerçekten, hiç acımadan öldürecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LABARASKUVI (KİTAP OLDU)
FantasyLahan'da insanlar yavaş yavaş ölüyorlardı. Kimseye yardım edemiyordum, edilmiyordu. Gece sokağa çıkmak yasaktı ve çıktığın an olacaklardan kimse sorumlu olmayacaktı. Lahan için akşam yediden sonrası yoktu. Tamamen masum insanların öldüğü, katledildi...