Ölüm her an her yerde ensemizde bir gölge. Ölüm bugün değil, yarın değil. Her an. Öldüğün de kıymetini anlayan insanlar bir yana, öldükten önce de kıymetini bilen insanlar bir yana. Peki ya ölümü bildiğimiz halde neden insanlar birbirlerini kırmaya devam ediyorlar? Bu düşünce beynimi öyle bir sarmalamıştı ki. Easley'e olan şeylerden sonra her saniye vicdanım bedenimi sarsıyordu. Ben ki onu çok tanımıyordum.
Öyle duygu yüklüydüm ki içimdeki şişkinliği bana fiziksel bir acı veriyordu. Boğulan bir kadın gibi elimi, göğsümde, kalbimin altında acıyla zonklayan yere bastırmak zorunda kaldım. Ama acı, endişe, üzüntü, dehşet ya da pişmanlık; bunların hiç birini ayrı olarak hissetmiyordum. Bunların hepsi birleşmişti ve ben sadece yaşadığımı hissediyordum. Nefes alıyordum ve duygularım vardı.
Gözlerimi yavaşça araladım fakat gözlerimi aralamak bana acı vermişti. Gözlerimi yeniden kapatıp, derin bir nefesi ciğerlerime yolladım. Ölümün soğuk hissiyatı vücudumdan ayrılmıyordu sanki. Kolumda hissettiğim iğne, sarkma bağlı olduğumun göstergesiydi. Fakat alabildiğim koku ile hastane de değildim. Korku, panik, her an bu duyguları yaşamak beni yormaya başlamıştı.
"Priscilla?" Adımın söylenmesi bilincimin kapanmasını engelliyordu. "İyi olacaksın," diyerek devam etti. "Her şey için özür dilerim." Mırıldanmalar bittiğinde yavaşça gözlerimi açtım ve etrafıma baktım. Oda da benden başka kimse yoktu. Tanımadığım bir ses, zihnime bu sesleri fısıldamıştı. Bilincim yarı açıkken bile bunu yapabiliyorsa cidden güçlülerdi. Bunları düşünmeye bırakıp, hızlıca ayağa kalktım.
Easley nasıldı?
Aniden kalkmam başımın dönmesine sebep olmuştu, yere, dizlerimin üstüne düştüğüm de saçlarım önümü kapatmıştı. Dişlerimi sıkarken, damarımdaki iğneyi yavaş bir şekilde çıkarıp, kenara attım. Omzumun sarılı olmaması beni korkutuyordu. En son omzumun kırılma sesleri ve acı vardı. Oysa şu an omzumda bir sargı yoktu. Korkmalıydım.
Bir kaç saniye yerde durduktan sonra, koltuktan destek alarak ayağa kalktım. Saçlarımı kenara çekerek, yavaş adımlarla odadan çıktım. Karşıma oldukça fazla kapı çıkmıştı. Burası Easley'in eviydi. İçimde küçük bir sevinç ve umut belirivermişti. Yaşıyor olmalıydı. Tam ortada bulunan merdivenlere yöneldim. Trabzanlardan tutunarak yavaşça basamakları indim. Bacaklarımdaki ağrı beni şaşırtmamıştı. Oldukça yorgundum ve tüm yorgunluğum bacaklarıma yüklenmiş gibiydi.
Basamaklar bittiğinde sol taraftan yayılan yemek kokusu bu durumda beni oldukça şaşırtmıştı. Neden her şey normalmiş gibi geliyordu şu an? Ya da fırtına öncesi sessizlik miydi bu?
Burayı gezmemiştim, ki öyle bir derdim de olmamıştı. Bu yüzden nerenin ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Tüm bunları es geçerek, sola döndüm ve hızlı adımlarla yürümeye başladım. Benim gerçeklere ihtiyacım vardı. Sanki bin parçalık bir yapbozu birleştirmeye çalışıyordum. Tam orta noktası ise bendim. Bu yapboz parçalarından en azından birinin Easley olduğu kesindi. Easley yanımdayken olaylar daha çok karmaşık hâle geliyor olmaya başlamıştı. Bu durum beni daha çok çıkmaza sokuyordu.
Ben koltukta oturmuş abisi için ağlayan bir görüntü beklerken, bu olmamıştı. Beyaz oturma odası takımının yanı sıra sağ da oldukça büyük beyaz masa takımı vardı. Evdeki üç kişi için bu fazla büyük bir masa değil miydi? Pardon evde üç kişi mi vardı ki? Bunları düşünmenin saçmalığına göz devirerek, gözlerim, arkası bana dönük olan kişiye odaklandı benden bağımsız.
Sanki insan değil de mankendi oturan kişi. Nefes sesi yok, hareket yok, dev, karşısında duran televizyon çalışmıyor. Derin bir nefes alarak, gözlerimi kapadım. Şu an bu kişinin Easley olmasını o kadar çok istiyordum ki. Ayaklarımı hareket ettirmek son anda aklıma gelse de hızlıca toparlandım ve koltuklara doğru yürüdüm. Ayak seslerim, sessizliği bozan tek şeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LABARASKUVI (KİTAP OLDU)
FantasyLahan'da insanlar yavaş yavaş ölüyorlardı. Kimseye yardım edemiyordum, edilmiyordu. Gece sokağa çıkmak yasaktı ve çıktığın an olacaklardan kimse sorumlu olmayacaktı. Lahan için akşam yediden sonrası yoktu. Tamamen masum insanların öldüğü, katledildi...