8. Bölüm

9.6K 221 501
                                    

Sanki duvarlar üstüme üstüme geliyordu ve ben duvarların arasında küçülüyordum. Ruhen çökmüştüm. Nefes alamıyor gibi hissediyordum. Lili'nin zihnime yansıttıklarından sonra dizimin üstünde duran ben, resmen yere yıkılmıştım. Bedenim çoktan titremeye başlamıştı bile. Ne zaman stresli yahut korkarsam böyle oluyordu, küçüklükten beri gelen bir durumdu. Bir ara bunun için hastaneye gitmiştim, tremor olduğunu söyleyip geçiştirmişlerdi. Fakat bu düşüneceğim en son şey olabilirdi.

Eliot...Benim yere yığıldığımı gördüğünde yardım etmeye çalışmıştı ama buna izin vermemiş ve kenara çekilmeye çalışmıştım. Kim izin verirdi ki? Eliot, ona zarar vermeye çalışmadığım için şükretmeliydi. Ona soru sormak istiyordum, hem de çok fazla. Aklım almıyordu, Abraskalar bu kadar yakınımıza nasıl gelebilirlerdi?

Ben yerde durmaya devam ederken, Eliot bir şey yapamayacağını anlamış olmalı ki ya da sadece korkmuştu, bilmiyorum...Lili'yi alıp, gitmişti. John ise nefes almaya çalışan bir kızdan korkmuştu. Benden...

Dışarıdan nasıl görünüyordum, bilmiyordum. Tek bildiğim şey, ağlamamak için zor tuttuğum gözlerimin kızarık olduğuydu. Saçlarım önüme düşmüş, yerleri süpürüyordu. Ellerim ise yerdeydi, ellerimi yerden çektiğim an bedenim yere yığılıp kalacaktı. Bunun farkındaydım en azından. Arada dişlerimin takırdamasını duyuyordum, bunu durduramıyordum. Sanırım John'un yerinde ben olsam, bende korkardım. Korku filminden fırlamış gibi duruyordum büyük ihtimal.

John titrememi nasıl durduracağını sormuştu, bir kaç defa su içmemi istemişti. Ama hiç bir zaman yanımdan ayrılmamıştı. Ölmemden korkuyordu belki de. Ona önemli bir şey olmadığını söylemek istiyordum...Fakat, titremem geçmeden konuşmam mümkün değildi. John'un bir ara birini arayarak hararetli konuşmasına tanık olmuştum. Kimdi, ne konuşmuşlardı anlayamıyordum. Şu ana kadar geçirdiğim ataklardan en şiddetlisi bu olmuştu. Sanki her şey birikmiş de, bugüne patlamış gibiydi.
Başım ağrımaya başlamıştı, bunun nedeni Eliot değildi. Tremor hastalığımdı.

Zihnimi boşaltmaya çalıştım ya da en azından güzel şeyler düşünmeye...Kötü şeyler düşündükçe daha çok stresleniyor ve daha çok titrememe neden oluyordum.

Güzel şeyler düşünmeye başladım, çiçek böcek değildi bu. Miria ve annem gibi. Babam ve Terasa gibi, güzel şeyler...
Dudaklarımda gülümseme peydahlanmıştı bile. Gözlerimi kapattım, şu an bu durumda değil de, hepimizin bir arada olduğunu düşündüm. Bunu ne kadar yaptım bilmiyorum ama, nihayetinde titremem yavaş yavaş azalıyordu. Fakat şöyle bir durum vardı ki, bedenimin titremesi geçse de, ellerimin titremesi bir süre durmuyordu. Bu sorun olmazdı, şimdilik. Nefes almak istiyordum, restorandan çıkmak ve gidebildiğim kadar uzağa gitmek...

Yanımda bulunan sandalyeden destek alarak yavaşça ayağa kalktım, titreyen ellerimle saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım. Ellerimi şakaklarıma götürerek, ovalamaya başladım. Gözlerimle etrafı tararken, John'un nerede olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bir yere mi gitmişti?

Saat kaç olmuştu bilmiyordum, gerçi bu pek de umrumda değildi. Ellerimi kollarıma sardım, titremesini görmemek için. Aklıma ise kesinlikle o günü ve Eliot'u getirmemeye çalışıyordum. Bunu ne kadar denersem deneyeyim, zihnim onlara kayıyordu. Kafamı yavaşça iki yana salladım ve sandalyelerden tutunarak yürümeye başladım. Adımlarımı yavaş atıyordum, çantam ve telefonum personel odasındaydı. Ve, ben şu an kendimde oraya gidebilecek cesareti bulamıyordum. Çantamı yarın da alabilirdim.

Derin bir nefes aldım ve merdivenleri yavaş yavaş adımlamaya başladım. Trabzanlardan destek almam, merdivenleri inmemi kolaylaştırmıştı. Dışarıdan yağmur yağdığına dair sesler geliyordu. Yağmurdan nefret ederdim, herkesin aksine. Ne zaman yağmurda ıslansam, saçlarımı kurutmak bir saatimi alıyordu. Giysilerimin yaş olması ve bedenime yapışması da bir diğer sorundu. Aklıma bunlar gelince yüzümü buruşturdum. Cidden, nefret ediyordum. Caer'in sesi çıkmıyordu, etrafa bakındım.

LABARASKUVI (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin