Elini enseme koyduğunda, sadece dikkatli bir şekilde onu izliyordum. Dediğim gibi, o zeki bir adamdı. Bir sonraki ve ondan sonraki adımlarını da düşünüyordu. Şu an bunun yapma amacı neydi bilmiyordum ama onun işine yarayacağını az çok tahmin edebiliyordum.
İtmek yerine onu izliyordum, o ise bunu garipsememişti. Derin bir nefes aldım ve gözlerine bakmaya devam ederken, onun duyabileceği şekilde konuşmaya başladım.
"İzlendiğimize emin misin?" Bunu söyleme amacım, benim izlendiğimizi hissetmememdi. O dalgındı ve her şeyi fark etmiş miydi gerçekten? Bir süre alnıma baktıktan sonra elini ensemden çekti. Alnıma bakması garibime gitse de ona bunu çaktırmadım.
"Priscilla?" Easley'in arkasından geldiğini belli eden ses ile olduğum yerde irkilmiştim. Bunu beklemiyordum, gerçekten izlendiğimizi. Ve bu kişi beni tanıyordu, üstelik sesi de hiç yabancı gelmiyordu. Easley bir adım geriye gitti ve aramızdaki farkı açtı. Yine de hâlâ yakındık.
Easley'in arkasındaki kişinin önce ayakkabısını gördüm. Beyaz, erkek spor ayakkabıydı. Ardından ise, onu gördüm.
Paul'u.
Sinirlenmemek için dişlerimi sıktım ve ellerimi yumruk yaparken, tırnağımı istemsiz bir şekilde avuç içime batırdım. Onun neden o haberi yayınladığını öğrenmeden üstüne gitmek ve kalbini kırmak istemiyordum. Easley'in ise bu olaya karışmasını kesinlikle istemiyordum. Eğer karışırsa daha kötü şeyler olabilirdi. Şey gibi mesela, Easley ve Priscilla yakında evlenecekler. Aynen bunun gibi şeyler ve ne ben ne de o bunu istemezdik.
Paul ise, Easley ile beni birlikte gördüğü için oldukça şaşkındı. Onun afallamış yüz ifadesi, sinirimi yavaş yavaş yok ediyor, yerine soru işaretli bakışlarımı ona yöneltmeme neden oluyordu. Ona yanıt vermedim, vermek istemedim.
"Priscilla, bu kim?" Easley'e kısa bir bakış attıktan sonra yeniden bana baktı, gözlerini gözlerimden çekmiyor. Neler döndüğünü anlamaya çalışıyordu. Aslında ondan çok ben neler döndüğünü anlamaya çalışıyordum. Neden böyle bir soru sormuştu. Easley'i tanıyordu, makale onu ele veriyordu.
Bakışlarımı Paul'dan çektim ve Easley'e baktım. Onun beni izlemesi afallamama neden olurken, kendimi toparladım. Paul ile yalnız konuşmaya ihtiyacım vardı. Ondan gerçekleri öğrenmeye ve ona inanmaya ihtiyacım vardı. Paul'u seviyordum ve onu kaybetmek istemiyordum. O iyi bir arkadaştı. Tam dudaklarımı aralayıp, durumu Easley'e izah edecektim ki, benim konuşmama izin vermeden atıldı.
"Arabada bekliyor olacağım, uzun sürmesin," dedikten sonra, arkasını dönerek yanımızdan uzaklaştı. Emir vermesi hoşuma gitmese de bunu umursamadım ve Paul'a döndüm. Lafı uzatmaya gerek yoktu, net konuşmam gerekiyordu. Kalbi kırılacaktı belki ama benim de kırılmıştı. Dışarıdan umursamıyor gibi duruyordum ama illa ki üzülmüştüm.
"Derdin ne Paul?" Sesimin titremesini sorun etmedim, o da etmedi. Ama sorum karşısında kaşları çatık bir şekilde bana bakmaya başladı. Gözlerinden ise bu ne diyor bakışı akıyordu. Rol mu yapıyordu?
"Derdim ne mi? Kaç gündür seni göremiyorum ve gördüğüm de ise, bana tiksinerek bakıyorsun. Üstüne üstlük benimle konuşmuyorsun, yanında hiç tanımadığım bir insan var ve oldukça yakınsınız, esas senin derdin ne?" Onunla ilk defa ciddi konuşuyorduk. Beni üzmemek için cümlelerini iyi seçmeye çalışıyordu, bunu anlamıştım. Anlamadığım tam olarak şuydu; makaleyi gerçekten o mu yazmıştı?
Hiçbir şey bilmiyordu, Easley'i tanımıyordu. Bir nevi beni özlediğini söylüyordu ve kim özlediği insana böyle bir şey yapardı ki? Rahatlamıştım, o yapmamıştı. Başkası yapmıştı, bu iyi bir şeydi. Çünkü Paul ile aram kötü olmayacaktı. Zaten iki arkadaşım vardı, bire düşmesine de izin vermek istemiyordum. Hafifçe gülümsedim, bir tartışmanın içinde gülümsemem onun da gülmesine neden oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LABARASKUVI (KİTAP OLDU)
FantasyLahan'da insanlar yavaş yavaş ölüyorlardı. Kimseye yardım edemiyordum, edilmiyordu. Gece sokağa çıkmak yasaktı ve çıktığın an olacaklardan kimse sorumlu olmayacaktı. Lahan için akşam yediden sonrası yoktu. Tamamen masum insanların öldüğü, katledildi...