Yere eğilen beden ile kafamı yukarı kaldırdım ve kim olduğuna baktım. Tanımıyordum, bir kadındı. Saçları çok fazla uzundu ve yüzünde yaralar vardı. Yanaklarında tırnak izleri bariz bir şekilde kendini belli ediyordu. İlk başta normal insan gibi dursa da kesinlikle değildi. Yanakları yara izlerinden dolayı kızarıktı.
Gözleri ise, lila rengindeydi. Gözleri o kadar güzeldi ki...Onun bir Abraska olduğunu unutturacak kadar. Ona bakmaya devam ederken, elimdeki yüzüğe baktı. Elini elimdeki yüzüğe getirerek aldı.
İkimizin nefes sesinden başka bir ses gelmiyordu. Korkudan kalbim çıkacak gibi hissediyordum. Belki de bu sessizliği bozan tek şey benim hızlı nefes alış verişimdi.
Yerde durmuş ellerimi yere bastırıyordum. Tek yapmam gereken ayağa kalkıp kaçmaktı. Oysa ben öküzün trene baktığı gibi bakıyor gözlerimi ondan ayıramıyordum. Sanki bir büyünün altındaymış gibi.
Karşıdan bir atak beklerken karşımdaki Abraska geri geri adım attı. Bana saldırmadığı için şaşkın şaşkın ona bakarken elimdeki yüzüğü yüzük parmağına taktı. O öylece yüzüğü takarken gözlerim şaşkınlıkla açılmış hiçbir şey yapmadan onu izliyordum.
Onu gördüğümde neden kaçıp buradan uzaklaşmamıştım? Merakım benden daha mı önemliydi? Bu huyumdan nefret ediyordum. Canımı bir hiçmiş gibi görmekten. Ve ben bunu durduramıyordum.
Kısa bir süre bana bakıp direkten hızla tırmanarak bulunduğum yerden uzaklaştı. Direkten tırmanması o kadar kısa sürmüştü ki. Bir an sanki onu hiç görmemiş gibi hissetmiştim.
"Bu neydi şimdi?" diye kendi kendime mırıldanırken yüzümü buruşturdum. Abraska'nın direkten nereyi gidebilir diye kafamı kaldırdım. Fakat direkten çatılara doğru atladığını son anda görebilmiştim. Sabah ki muhabirin dedikleri aklıma gelince yerden kalktım ve yanda duran kamerayı elime aldım.
Kadın Abraskalar genelde erkek kurban seçerken, erkek Abraskalar kadın kurban seçmektedir.
Bende bir muhabirdim. Bunu zaten biliyordum fakat sanki zihnim bir an için durmuş gibiydi. Ben iyiydim. Kendi kendime yere düşmem dışında herhangi bir sorunum yoktu. Ben iyiydim. İşte sorun da buydu!
Ben iyiysem...Paul. Paul'un yanına gitmiş olamazdı değil mi? Belki de koku yeteneği ya da ona benzer bir yeteneği vardı ve benim yerime onu tercih etmiş olmalıydı. Evet saçmaydı. Abraskalar tamamen saçmaydı ve yok olmaları gerekiyordu. Fakat onları durduramıyorduk. Onlara katlanmak zorundaydık.
Bana hiçbir şey yapmaması Paul ya da diğer insanlara zarar vermeyeceği anlamına gelmezdi. Üstelik o Abraska olay yerine gelmişti. Abraskalar'a güven olmazdı. Paul'un bulunduğu mahalleye doğru koşmaya başladım. Eğer benim yüzümden ona bir şey olursa kendimi gerçekten affedemezdim. "Paul?" Etrafa bakarken hafif bağırarak adını söylemiştim.
Ona söylediğim mahallede olmadığını gördüğüm de korku bedenimi esir almıştı. "Paul?" Bu sefer daha sesli söylerken gözlerim hafif dolmuştu. Normalde bu kadar kısa sürede ağlayan birisi olmamıştım. Fakat konu Abraskalar'dı. Konu Paul'un ölme ihtimaliydi. Hayır hayır ihtimalden daha fazlasıydı. Onun sesi gelmiyordu ve büyük ihtimalle bir yerlerde can veriyordu.
Önüme gelen saçlarımı kenara çekerken arkamdan omzuma birinin dokunması ile yerimden sıçradım. Burnumu çekiyor bir yandan yanağıma gelen yaşları elimin tersi ile siliyordum. Korkak bir şekilde arkamı döndüğümde karşımda bana şaşkınca bakan Paul ile karşılaşmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LABARASKUVI (KİTAP OLDU)
FantastikLahan'da insanlar yavaş yavaş ölüyorlardı. Kimseye yardım edemiyordum, edilmiyordu. Gece sokağa çıkmak yasaktı ve çıktığın an olacaklardan kimse sorumlu olmayacaktı. Lahan için akşam yediden sonrası yoktu. Tamamen masum insanların öldüğü, katledildi...