Ölümün hissiyatı ne kadar da ağırdı. Hiç kimse, bu dünyadan canlı çıkamayacaktı. Herkes bir gün ölecekti ama...O daha hiçbir şeyden haberi olmayan bir bebekti. Yürüyecekti, konuşacaktı, koşacaktı...Yapacağı o kadar çok şey vardı ki. Ölüm hiçbir zaman, iyi karşılanan bir misafir değildi. Ölüm bir saniye yakınken hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamanın âlemi neydi?
Kalbimin ağrısı daha da çoğaldı. Bu ağrı beni mahvediyordu. Farkında olmadan hıçkırıyor ve bunu bastırmak için ellerimi dudaklarımda tutmak zorunda kalıyordum. Tremor atağı geçirmemek için güzel şeyler düşünmeye çalışıyordum ama ben şu an düşünme kabiliyetimi yitirmiş gibiydim.
Bir annenin feryadı. Onun arkasından eşlik eden diğer uğultulu çığlıklar.
Kafamı yavaşça kaldırdım ve ağır bir şekilde sol tarafıma çevirdim. Koltuğun arasına sıkışmış, beni izleyen Paul ile göz göze geldiğimiz de, onun da gözlerinin kızarık olduğunu gördüm. Ağlamak istiyordu ama yapamıyordu. Bana kızgın mıydı? Kızgın olmamalıydı. Yanağımdan süzülen yaşı engelleyemedim. Kafamı Paul'un olduğu yerden çekerek yavaşça kaldırdım.
Kadın avazı çıktığı kadar bağırıyor ve sadece Abraska'nın olduğu yere, karşısına bakıyordu. Kadın elini saçlarına daldırıp, sertçe çekiyordu. Sanki bebeğini bu şekilde geri getirebilirmiş gibi acısına acı katıyordu. Sertçe yutkundum ve hızla yanağımdaki yaşları sildim. Daha fazla insanın ölmesine müsaade edemezdim. En azından elimden ne geliyorsa yapmalıydım. Zekiyim diyordum kendime. O halde şu an da yapabileceğim ya da düşünebileceğim bir şeyler olmalıydı.
Kadına dikkat et!
Bunu kim söylemişti? Beni uyaran kişi kimdi? Bu sesi zihnimde ilk defa duyuyordum. Hiç tanımadığım ama bir o kadar da yabancı gelmeyen bir sesti. Bunu sonra düşünebilirdim. Şu an yeri değildi.
Duyduğum ses ile birlikte sıkıştığım yerden hızla ayağa kalktım ve kafamı Abraska'nın olduğu yere baktım. Dudaklarının kenarından sarkan bebeğin kalan bir ayağı vardı. Ellerimi yumruk yaparken ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Yeni bir enkazın altından çıkmışken yeniden enkaz olamazdım. Bakışlarımı Abraska'dan alacaktım ki, eli yavaşça otobüsün içine yeniden girdi. Yeni bir kurban arayışına girmişti.
Daha ne kadar insan öldürebilirdi ki?
Masum gibi görünen yüzünün altından bir şeytan çıkmıştı. Abraska'nın yaklaşmakta olan eline bakarken yavaşça güldüm. Göremiyordu. Görseydi hiçbirimiz hayatta olmazdık. Dişlerimi birbirine bastırdım ve hızlanmış elinin kadına yaklaşmasına müsaade etmedim.
Bulunduğum iki tekli koltuğun arasından hızlıca çıktım ve kadının üstüne atlayarak, ikili koltuğa düşmesine neden oldum. Bebek ölmüş olsa da annesi yaşamalıydı. Kocası nasıl baş edecekti? Bunu şu an düşünemiyor olabilirdi ama sonrasında bana içten içe teşekkür edeceğini biliyordum. Şu an deli gibi ölmek istiyordu ama buna izin vermeyecektim. Veremezdim.
Kadının üstünden çekilip, yavaşça bedenimi koltuk arasına itip, sıkıştırdım. Saklanmak şu an için en güvenli şeydi. Sırtımda hissettiğim acıyla yüzümü buruşturdum. Kafamı yavaşça kaldırdığım da ise çoktan Abraska'nın elinin uzanmış, insan aradığını görmüştüm.
Ben kadını uzaklaştığım sırada sırtım Abraska'nın kırmızı görünen eline sürtünmüş olmalıydı. Parmağının ocağa değmesi gibi sırtım ocağa değmişti. Yaranın ne kadar olduğunu bilmiyordum ama şu an önemli olan bu değildi. Yüzümü buruşturup dursam da, yanımda, koltukta olan kadının sesini kesmem gerekiyordu. Her an sesi duyup, ikimizi bir kurbanı yapabilirdi. Bir annenin feryadını nasıl durdurabilecektim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LABARASKUVI (KİTAP OLDU)
FantasíaLahan'da insanlar yavaş yavaş ölüyorlardı. Kimseye yardım edemiyordum, edilmiyordu. Gece sokağa çıkmak yasaktı ve çıktığın an olacaklardan kimse sorumlu olmayacaktı. Lahan için akşam yediden sonrası yoktu. Tamamen masum insanların öldüğü, katledildi...