Paulo Coelho ne güzel söylemiş:
"Kendinden başka bir şeye ne kadar bağımlı olursan, o kadar az mutlu olursun. Mutluluk kendine yetebilmektir," diye.Bir insanı çok sevince ona bağımlı olmuyor muyduk? Bir sigarayı çok içince ona bağımlı olmuyor muyduk? Birini çok sevince ondan gelen küçük bir hataya bile üzülmüyor muyduk? Onun verdiği değer az olunca üzülüyor muyduk? Paulo insanları yalnızlığa itmiyordu bu cümlesinde. Paulo, her şeyin bir sınırı olduğunu belli ediyordu. Sevginin, saygının ve güvenin.
Fakat ben sınırların altındaydım.
Kendimi farkında olmadan yalnızlığa iterek insanlardan uzak durmaya çalışmıştım. Bu zamana kadar elime hiçbir şey geçmemişti. Umursamaz gibi görünen vurdumduymaz lakabını almıştım. Tüm bunların aksine her bir ayrıntıya takılan ve gereğince üzülen birisiydim. İnsanlara kendimizi açmayınca, göstermeyince...Ne kadar da iğrenç birer yaratık oluyorlardı.
Hayvanlar ya da başka şeyler. Bizim esas düşmanımız yine biziz. İnsanlar insanlara düşman.
Güven sorunumdan dolayı her zaman kendimi geriye çekiyordum ve birine güveneceğimi düşünürken o da herkesleşiyordu gözümde. En sevdiğim kişi Miria'yken bile, onun da yalan söylediği zamanlar oluyordu. Her şeye temkinli yaklaşmam daha çok dış etkenlerin sorunuydu.
Ve evet. Bunların biri de Easley'di.
Onun beni sevmemesi güzel olabilirdi, kendimi onun yanında daha rahat hissedecektim. Yine de buna ne gerek vardı? Derdi neydi? Bunların hepsini bir kenara itiyor ve açık konuşmuyordu. Ben Easley ile konuşurken hep diken üstünde mi olacaktım?
Zihnimdeki kargaşayı durdurmaya çalışırken, hızlı bir manevra yapan arabada bu pek de mümkün gibi görünmüyordu. Ellerim hafiften titrerken, kafamı yavaşça kaldırdım. Kafamı taşıyamayacak gibi hissediyor ve bedenime yorgunluk çökmüş gibiydi. Ön camdan yola bakındım ve öksürerek doğruldum. Manevra yapan arabada ikimiz de öne doğru savrulmuştuk.
Elimi acıyan alnıma götürdüm ve hafif bir karıncalanmanın verdiği his ile elimi hızlıca çektim. Yüzümü buruştururken, burnumdan nefes almamaya özen gösteriyordum. Burnumdaki kan kokusu midemi bulandırmaya yetiyordu. Üstelik üst dudağımda da kanın varlığını hissediyordum.
Kafamı koltuk başlığına yasladım ve bakışlarımı sol tarafımda duran Easley'e çevirdim. Easley'in kafası direksiyonda durmaya devam ederken, gözleri kapalıydı. Ona bir şey mi olmuştu? Endişeliydim fakat bunu ona belli etmek istemiyordum. Bu saçma düşüncem yüzümü buruşturmama neden olurken yavaşça arkaya doğru dönüp, etrafı kolaçan ettim.
Kimse yoktu. Çocuk Abraska çoktan gitmişti. Kaşlarım ister istemez çatılırken, sert bir nefes verdim. Yeniden önüme dönerken, titreyen elimi Easley'in omzuna koydum. Hafif bir dokunuş olduğunun farkında olsam da bunu umursamadım.
"Easley?" diyerek, elimi yavaşça kendime çektim. Gözlerime takılan dikiz aynası, bir süre öylece durup, düşünmemi sağlamıştı. Dişlerimi birbirine bastırdım ve hızlıca aynayı kendime doğru çevirdim.
Karşılaştığım görüntüyü bekliyordum fakat bu kadar olabileceğini düşünmüyordum. Kendimi gördüğüm de yerimde sıçrasam da hafifçe yutkundum. Gözlerimdeki beyaz irisler yavaş yavaş kızarıklaşmıştı. Gözlerimin altı mor halkalar ile dolu ve yorgun olduğumu belli etmek istercesine ortadaydı. Alnımın sol tarafında kızarıklık ise çarpmanın etkisini gösteriyordu. Burnumdaki kanlar kurumuş olsa da bu iğrenç bir görüntüye neden olmuştu. Üst dudağımdaki kanlar yavaş yavaş dudaklarımın arasından içeriye sızmaya çalışıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LABARASKUVI (KİTAP OLDU)
FantasyLahan'da insanlar yavaş yavaş ölüyorlardı. Kimseye yardım edemiyordum, edilmiyordu. Gece sokağa çıkmak yasaktı ve çıktığın an olacaklardan kimse sorumlu olmayacaktı. Lahan için akşam yediden sonrası yoktu. Tamamen masum insanların öldüğü, katledildi...