Gözlerimi gözlerinden ayırmıyor, her bir hareketini izliyordum. Bana kendinden bahsedeceğini söylemişti. Peki ya ben bunu gerçekten istiyor muydum? Onu tanımak, hayatını bilmek istiyor muydum? Bir insanı tanımak; onun hayatına girmek demekti. Ben onun hayatına girmek mi istiyordum? Bu benim duraksamama neden olmuştu.
"Nasıl başlayacağımı, neresinden başlayacağımı bilmiyorum," dedikten hemen sonra, gözlerimi arkasında duran eşyalarda gezdirdim.
"Neresinden istersen," dediğinde, bir an önce anlatmaya başlamamı istediği çok barizdi. Konuşmak için dudaklarımı araladığımda, arkamda duran kapı bir anda açılmıştı. Sıçrayarak, yana kaydım. Kafasını uzatarak gelen ikizlerden biriydi. Bir bana bir abisine baktı. Bu Jake'di.
"Bitki çayı hazır," dedi kaşlarını kaldırarak. Burada ne yaptığımızı sorguluyordu kendi kendine.
"Tamam," diyerek kafasını salladı Easley, Jake ise cevabı aldığı gibi, kapıyı yeniden kapattı ve gitti. Elimi alnıma yapışan saçlara götürdüm ve kenara çektim. Hemen ardından kollarımı birbirine bağladım.
"Gidelim o zaman?" diyerek, ondan kaçacaktım ki sözleri beni durdurdu.
"Nereye kadar gidecek, kaçacaksın?" dedikten hemen sonra, kapı kulpunu aşağıya indirdi ve kapıyı açtı. "Kaç, her zaman ki gibi," diyerek mutfaktan çıktı. Onu sessizce taklit ettim ve göz devirerek, peşinden yürüdüm.
Ben artık insanları anlamaktan yorulmuştum. Her şeyi bırakmış ve onların beni anlamasını bekliyordum. Belki de bu yanlıştı. İnsanlardan medet ummak.
İçeriye girdiğimde gördüğüm şey bir anlık duraksamama neden olmuştu. John ve Easley kenarda kendi kendilerine konuşuyorlardı. Bu normaldi, garibime giden etken şuydu; Jake Browne'nun Miria'yı izliyor olmasıydı. Yanlışlıkla bakmış olamazdı çünkü gözlerini bir an olsun Miria'dan ayırmıyordu. Tuhafıma gitmişti, öyle dikkatli izliyordu ki. Miria ise kafasını eğmiş, yeri izliyordu.
Miria'nın oturduğu yere doğru adımladım. Kafasını kaldırdığında, diğerlerini umursamayarak hafifçe gülümsedim. "Gidelim hadi," dedikten hemen sonra elimi omzuna koydum ve destek verircesine sıktım.
Miria da hafifçe gülümsedi ve ayağa kalktı. Diğerlerine bakarak teşekkür ettiğinde, daha fazla burada durmak istemediğim için merdivenlere yöneldim. Fakat ne olursa olsun Easley'in beni düşündüğü aklımda dönüp dolaşıyordu. Derin bir nefes alarak ona doğru döndüm. Sadece bana odaklanmış ve beni izliyordu.
"Ben iyiyim, her şey için teşekkür ederim," diye gülümsedim. O da gülümsediğin de bir an için bakışlarım gülüşünde takılı kaldı. Gülüşü içime sindiğinde onunla daha fazla göz göze gelmeyi bıraktım ve yavaş adımlarla merdivenleri indim. Arkamdan da Miria'nın geldiğini biliyordum.
Dışarıya adımımı attığım da Paul'un kiraladığı araç, bana Paul'u hatırlatmak ister gibi gözüme gözüme çarpıyordu. Onun yokluğu bana ağır geliyordu. Bu hayat bana ağır geliyordu. Derin bir nefes alarak, arkamda hissettiğim Miria'ya konuştum.
"Ben kendim gidebilirim zaten yakın. Bana zarar gelmeyecek, sen de güzelce evine git," dedikten hemen sonra iç çektim. Bugün daha fazla insanlarla bir arada bulunmak istemiyordum. Bu Miria olsa bile. O da bunu anlamış olacak ki, arabaya doğru yürümüştü. Bakışlarım o ve araba arasında gezinirken, bana baktı.
"Yarın görüşürüz," dediğinde, yutkunamadığımı hissettim. Aramız onunla gittikçe açılıyordu ve belki de bu bir uçurum olacaktı. "Görüşürüz," diye fısıldadım ve arabanın yanından geçerek, karavanıma doğru yürümeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LABARASKUVI (KİTAP OLDU)
FantasyLahan'da insanlar yavaş yavaş ölüyorlardı. Kimseye yardım edemiyordum, edilmiyordu. Gece sokağa çıkmak yasaktı ve çıktığın an olacaklardan kimse sorumlu olmayacaktı. Lahan için akşam yediden sonrası yoktu. Tamamen masum insanların öldüğü, katledildi...