7. Bölüm:
İş BirliğiTolga’nın yanından ayrıldıktan sonra dışarıda biraz dolaştım. Ona öfkelenmiştim. Beni düşünmelerini istemiyordum. Ben yalnız biriydim. Bunu ben seçmiştim.
Her zaman oturduğum bankta, arabasıyla pilav satan Hakkı abinin pilav üstü tavuğunu yiyordum. Ben onun ismini biliyordum, ama o benimki bilmiyordu. Güler yüzlü biriydi. Ama ben insanlara karşı mesafeliydim.
Hava kararmıştı. Sokak lambasının altında oturuyordum. Telefonum çalınca kaşığı ağzımdan alıp, plastik tabağa bıraktım. Telefonumu çıkardım. Eren arıyordu.
“Evet?”
“Asya, Tolga yanında mı?”
“Hayır. Sabah onun yanından ayrıldım.” Tabağımı yanıma bıraktım.
“Orkun ona bir iş vermişti. Halletmemiş. Burnundan soluyor. Tolga’yı saatler önce aradım. Geleceğini söyledi ama hala gelmedi.”
“Tamam geliyorum.” Telefonu kapadım ve yarım kalan pilavımı bitirdim. Acele etmedim.
♠️
Bar kapısından içeri girdiğimde Tolga’yı bar tezgahına geçerken gördüm. İçeri yeni girmiş olmalıydı.
Seri adımlarla yanına oturdum. Gergin olduğu arkasından bile anlaşılıyordu. “Rahatla biraz.” Dedim soğuk bir tavırla.
Bana baktı ve tekrar önüne döndü. “Orkun birazdan parmaklarımı kesmeye gelebilir. Ya da göğsüme, ya da alnımın ortasına kurşun sıkabilir. Rahatım. Çok rahatım.”
Ardından Orkun’un hırsla kapıdan çıktı. Zaten göze çarpan birisiydi. Kadınlar ona bayılırdı. Kaşlarını çatmış bize doğru yürürken kadınların gözleri onu takip ediyordu.
Tolga tişörtünü düzeltirken ayağa kalktı. Orkun hızlı adımlarla, Tolga’nın önünde durdu. Dişlerini sıkarak omuzuna sertçe vurdu.
“Ne yaptığını sanıyorsun lan sen? Gözüme gözükme demedim mi ben sana?” Sinirle dudaklarını birbirine bastırdı ve parmaklarını çenesine kilitledi. Ardından savurur gibi bıraktı.
"Ne? Beni artık işe sokmayacak mısın?"
“İstediğin bu değil miydi?”
Sessizce onları izledikten sonra yerimden sakince kalktım. “Orkun.” Bakışları beni buldu. “İleri gidiyorsun.”
Derin bir nefes alırken Tolga’nın yakasını kavradı. “Bundan sonra, sözümden dışarı çıktığınızı görürsem..” Ensesini de kavradı ve yüzüne yaklaştı. “Seni asarım Tolga.”
Orkun'un kolunu tutup aşağı indirdim. “Yeter. Anlamıştır artık.”
Tolga’yı bıraktı. Ardından sinirle tabureye tekme attı. Arkasını döndü ve gitti. Tolga çenesini ve yanağını sıvazladı. “Galiba sana bir can borcum var.”
Yerime geçtim. Kollarımı tezgaha dayadım. “Sana zaten dokunmayacaktı.”
Tolga manalı bir gülümseme sergiledi. Eren’in uzattığı şarabı yudumladım. Tolga yanımdan ayrıldı. Eren’in gözleri onu takip ediyordu.
Birkaç saniye sonra yanıma biri oturdu. Cenk. Eren’den içki istedi. Daha sonra sessizce fısıldadı.
"Ulaşabildin mi?"
“Tabi ki.” Dudaklarımı yana doğru kıvırdım.
“Senden kaçmazdı zaten.” İçkisini kavrayıp bir yudum aldı.
“Öyle.”
Gözlerini barda gezdirdi. “Şu gelen Kuntay değil mi?”
Omuzumun üzerinden arkama baktım. “Evet o.” Kaşlarım çatıldı. Kuntay, o herkesten farklıydı. Hiç gülmez ve konuşmazdı. İki metre boyu ve geniş bir vücudu vardı. Takım elbisesi üzerindeydi. Serbest çalışan bir kiralık katildi.
Eren elindeki bezi omuzuna attı. “Orkun, Tolga’nın işini Kuntay'a verdi.”
Benim sol tarafıma oturdu. “Viski.” Dedi kaba sesiyle.
Telefonum çaldığında cebimden çıkardım. Bir numaraydı. “Evet?” diyerek cevapladım.
“Asya.” Dedi keyifli bir sesle. “Nasılsın?”
“Kim arıyordu?”
"Atalay Taşkıran."
"Konu neydi?" Yerimden kalktım ve daha tenha bir yere geçtim.
“Bir anlaşmamız vardı.”
“Dinliyorum.”
“Benim için çalışacaksın Asya.”
Ufak bir kahkaha attım. “Hayır.”
“Başka şansın var mı?”
“Ben senin pis işlerini yapmam.” Birden ciddileştim.
“Yaptığın işler çok mu temiz?” Sesi keyifliydi.
“Bazı prensiplerim var diyelim.” Omuzumu duvara yasladım.
“Senin için bir suçlu listesi çıkarabilirim. Eğer istediğin buysa?”
“Pekala.” İçimi çektim. “Adamı bul. Bende yanında çalışmaya başlarım.”
“Hemen başlamamı istiyorum.”
"Olmaz. Orkun'u bırakamam."
"O halde yakaladığım ipucunun arkasını takip etmem.”
"Bir şey mi buldun?"
“Bu yüzden seni aradım. Anlaşma yapmak için.” Nefes alışverişini duydum. “Teklifimi kabul et.”
Ona inanmadım. “Bana ne bulduğunu söyle.”
"Hayır." Sesi kararlı çıkmıştı.
"Yalan söylüyorsun."
Telefonun ucunda güldü. “Adam geniş bir alana sahip. Her yerde gözcüsü var. Seni takip eden ise üç adamı var. İlk başlarda sadece biri seni takip ediyordu. Adamı Ferdi'yi öldürdüğünde, adam sayısı artıyor.” Sesi ciddileşti. “Yerinde olsam dikkat ederdim. Öfkeli birine benziyor.”
Alnımı kaşıdım. Birkaç saniye düşündüm. “Beni etkilemeyi başardın.”
"O zaman kabul et."
“Yarın orada olurum.” Bunu neden kabul ettiğimi telefonu kapandıktan sonra düşünmeye başladım.
Bazı şeyleri istiyorsanız, bir şeylere göz yummaya mecburdunuz.
Gözlerimi barda gezdirdim. Birkaç kişiyi geçtiğinde Orkun'u görebilmiştim. Kenara dikilmiş bir adamla konuşuyordu. Yavaşça yanına geçtim. “Orkun?” Hemen bana döndü. En arkada duran masayı gösterdim. “Biraz konuşalım mı?”
“Tabi.” Yanındaki adama bir şeyler mırıldanırken masaya geçtim. Orkun karşıma geçti ve ciddiyetle yüzüme baktı.
“Orkun ben ara vermeye karar verdim.”
Kaşları çatıldı. “Ara vermek mı?”
“Evet. Adam öldürmeye biraz ara vermek istiyorum.” Sesim sona doğru istemeden sert çıkmıştı.
“Neden?”
Gözlerin masada gezindi. “Biraz kafamı dağıtacağım.” Ona Atalay’dan bahsedemezdim. Engel olmaya çalışır işime karışırdı.
Elimin üzerine elini koydu. “Seni anlamadığımı sanıyorsun. Anlıyorum Asya. Seni tanıyorum. O yüzden bu ara verme fikrini destekliyorum.”
Elimi çektim. “Biliyorum.”
“Arayı açmazsan sevinirim.” Dedi ciddiyetle. “Senin gibi birine her zaman ihtiyacım var, unutma.” Kafamı salladım.
Orkun'u on iki yaşımdan beri tanıyordum. Bana sahip çıkmış, çocuk esirgemeden kaçmama yardım etmişti. Yıllar önceki hali gözümün önünden gitmiyordu. Bana her gün çikolata getirirdi. Ona alışmam bir yılımı almıştı.
Benden bir canavar yaratmak için bir yıl yetmişti.
Bu yüzden aramız arkadaşlıktan daha samimiydi. O da dahil olmak üzere, hepsinin yaşı benden büyüktü. Orkun, otuz beş yaşındaydı. Lâkin kırk yaşında gibi duruyordu.
Ben on bir yaşımda yurt bahçesinde, gözyaşları içinde intikam yemini ederken buldu beni. O günden sonra peşimi bırakmadı. Tam bir pislikti. Gün geçtikçe bunu gördüm.
Adının Adnan olduğu bir adamın yanında büyüdük. Orkun beni eğitti. Adnan abi de öyle. Adnan’ın çevresi genişti. Beni, yeni bir kimlik sahibi yapmıştı.
Şimdi yirmi sekiz yaşındaydım. Bu yaşıma kadar sadece kan gördüm.
Oteldeki eşyalarımı toparladım. Takip edildiğim için başıma bir bere, üzerime bir erkek gömleği, altıma biraz bol kot pantolon giydim. Gözüme de bir güneş gözlüğü taktım.
♠️
Ankara
Haziran 2019
Karşımdaki büyük eve baktım. Yeniden buradaydım.
Siyah, demir parmaklıklı kapıya yöneldim. Beni tanımadılar. Gözlüğümü çıkardım. Kocaman sırıttım. “Beni yeniden demir kapıda sallandıracak mısın?”
Kapı aralandı. İçeri kadar bana eşlik etti. Yanımdaki adam Atalay’ın kapısını tıklayacakken, ona izin vermeden kapıyı açtım. Atalay masasının başında dikiliyordu. Arkasını döner dönmez bana gülmeye başladı. Onu ilk defa bu kadar çok gülümserken görüyordum. Beni şaşırtmıştı. Nefesimi dışarı bırakarak koltuğa geçtim. Kendimi sert bir şekilde koltuğa bıraktım.
O da karşıma geçti. Başımdaki bereyi çıkardım ve dağılan saçlarımı elimle düzeltmeye çalıştım.
“Takıp ediliyordum. Ne bekliyordun?”
"Haklısın." Diyerek ufak bir tebessüm gösterdi.
“Senin için oda hazırlattım. Gidip yerleşebilirsin.”
“Buna gerek yoktu.”
“Keyfine bak.” Bana kapıyı gösterdi. Kapıdaki adam yanımda durdu. Bana eşlik edeceğini anladım. Ayağa kalktım.
Bir kat yukarı çıktık. Koridorda ilerledik. Atalay’ın yatak odası bu kattaydı. Bir kat daha çıktık. Korkulukların yanından yürürken aşağı baktım. Evin her cephesi neredeyse görünüyordu. Adam bir kapıyı araladı.
“Buyurun.”
Kafamı uzatıp odaya kabaca gezdirdim. Kollarımı göğsümde birleştirdim. “Bana misafir gibi davranmak zorunda değilsin.” Gözlerimi kıstım ve onu süzdüm. Kahverengi saçlarını düzgün bir şekilde taramıştı. “Bende, maalesef artık Atalay’ın çalışanıyım.”
Omuzlarını dikleştirip, kaşlarını çattı. “İlk gün misafirsin.” Ellerini önünde birleştirdi. “Bu arada Atalay Beye istediğin gibi davranmamanı öneririm.”
Dudaklarımı dişlerimin arasında ezdim. “Peki. Misafir olarak benimle sen ilgilenir misin?”
"Tabii." Dedi, klasik bir tonda.”
"Adın neydi?"
"Zeynel, şimdi izninizle Asya hanım, yapacak işlerim var." Koridora yöneldi.
Omuzumu kapının pervazına yasladım. “Zeynel!” Hızlıca bana döndü. “Bir saate burada ol.”
Başıyla beni onayladı ve merdivenlere yöneldi. Arkasından baktım. Dik bir yürüyüşü vardı. Onu gözüme kestirmiştim.
İçeri geçtim. Oda geniş ve ferahtı. Her yer açık renkli eşyalarla doluydu. Ortada çift kişilik bir yatak vardı. Memnuniyetsiz bir tavırla dudaklarımı kıvırdım. Lâkin cam yanında duran koyu yeşil kanepeye baktım. Sanırım bu kanepede uyuyacaktım.
Yatağın ucunda duran valizimi aldım. Yatağın üzerine fırlatıp içinden eşyalarımı çıkardım. İçinde, birkaç tişört ve bir kaç pantolondan başka bir şey yoktu. Valizimi yere bıraktım. İhtiyacım olduğunda tekrar içinden alırdım.
Arkamdaki büyük, beyaz gardırobu açmadım bile. Yatağın üzerindeki kıyafetlerini alıp banyoya girdim.
Banyoda uzun bir süre kaldım. Aklım karman çormandı. Atalay’a ne kadar tahammül edebilirdim, hiç bir fikrim yoktu. Umarım beni kızdırmazdı.
Giyindiğim sırada kapı iki kez tıklandı. Kapıyı açtığımda Zeynel ile göz göze geldim. Biraz geri çekildi. Odadan çıktım ve onunla birlikte yürümeye başladım.
"Burada benden başka kadın yok mu?" Diye sordum. Sadece sohbet etmeye çalışıyordum.
"Hayır," dedi önüne bakarak. "Bu işler için tek kadın sensin."
“Peki.” Dudaklarımı kıvırdım. “Burada vakitlerimi nasıl değerlendireceğim?”
“Sabırlı ol Asya.”
Merdivenleri indik. Zeynel arka tarafa yöneldi. Arkasından gittim. Evin bu cephesi sadece camla kaplıydı. İçeriye bu yüzden fazla fazla aydınlık vuruyordu. Gözlerimi kısa bir an kıstım.
Cam kapıdan Zeynel dışarı adım attı. Onu takip ettim. Atalay bahçede, ahşap masasının başında viski içiyordu.
Zeynel, Atalay’ın yanında dikildi ve ellerini önünde birleştirdi. Birkaç adım uzaktan ona baktım. Kaşlarım çatıldı. Atalay ise kısa bir tebessüm etti. Çaprazında duran ahşap sandalyeyi gösterdi.
“Otur Asya. Sana ilk işini vereceğim.” Memnun olmayan bir tavırla sandalyeye oturdum. Arkama, rahatça yaşlanıp Atalay’ın suratına bakmaya devam ettim. “Merak etme. Bugün hala misafirimsin.”
Arkasındaki iki adama ve etrafımızda bulunan üç adama göz gezdirdim. “Gerçekten, korkağın tekisin.”
Bardağını kavrayacakken, bozulmuş ve öfkeli suratıyla gözlerini gözlerime dikti. “Laflarına dikkat et Asya. Ne de olsa, artık sen benim için çalışıyorsun.”
Sırtımı dikleştirdim ve ona doğru eğildim. “Sadece bir sebep için buradayım. İstediğimi aldıktan sonra, seninle işim bitecek.”
Bir süre yüzüme baktı. Kaşları çatık ama yüzü bir ifade barındırmıyordu. İnsanlarla iyi anlaşamazdım. Bu bir gerçekti.
Masanın üzerindeki zarfa uzandı. Açtı ve içinden bir fotoğraf çıkarıp bana uzattı. Fotoğrafı alıp dikkatle inceledim. Siyah saçlı genç bir adamdı. Benim yaşlarımda olduğu belliydi. En fazla otuz yaşındaydı. Takım elbisesinin ceketi rüzgardan hafif havalanmıştı. Gözünde siyah güneş gözlükleri, arkasında yarısı kadraja girmiş bir adam vardı. Hedefimdeki adam olduğunu anlamıştım.
Gözlerim fotoğrafta dolaşırken Atalay’ın sesiyle gözlerimi ona kaldırdım. “Murat. Bir hacker ile birlikte kara para aklıyor. Büyük iş adamlarıyla ilgileniyor. Adam zeki. Kullandığı adam da öyle.” Gözüyle fotoğrafı işaret etti. “Başarabilir misin?”
Fotoğrafı masaya bıraktım. “Eminim bir kadının cazibesine dayanamayacak kadar salaktır.”
"Adamı öldüreceksin, etkilemeyeceksin."
Gözünün ucuyla tekrar fotoğrafa baktım. Alt dudağımı zevkle büktüm. “İşime karışmanı tavsiye etmem.”
“Bir plan uygulamayacak mısın?”
“Hayır.”
“Bir plan yap. Bunlar senin diğer basit işlerine benzemez.” Sesi sertti. Sanırım az önce onu kızdırmıştım.
“Buna gerek yok.”
Masadan kalktım. Atalay beni aldığına şimdiden pişman olmuş görünüyordu. Arkamı dönüp, içeri girdim. Yukarı çıktım. Odada birkaç dakika dolandım. Yapacak bir şeyim yoktu.
Tişörtümü çıkarıp, üzerime siyah atletimi geçirdim. Saçlarımı ensemde toplayıp odadan çıktım. Holde ilerledim. Merdivenden aşağı indim. Salonda merdiven başında dikilen hafif göbekli adama seslendim.
“Hey! Zeynel’i gördün mü?”
"Aşağıda."
Bir merdiven daha indim. Dış kapının önünde aradığımı bulmuştum. Zeynel karşısındaki adama bir şey tarif ediyordu.
Seri adımlarla yanına gittim. “Zeynel, umarım dövüşte iyisindir.”
Bir an şaşırdı ve gülmemek için dudaklarını hafif yana kıvırdı. Onu tavlıyordum.
“Gayet iyiyimdir.”
“O zaman arka bahçede seni bekliyorum. Birlikte çalışacağız.”
“İşlerim var Asya. Seninle şuan ilgilenemem.” Dedi.
"Bugün benimle ilgileneceğini sanıyordum."
Bir süre yüzüme baktı. Sıkıntılı bir nefes bıraktı. “Tamam. Üzerime daha rahat bir şeyler giyip geliyorum.”
Çimenlerin üzerinde ısınıyordum. Dizlerimi kendime çektiğimde Zeynel kapıdan çıktı. Memnun görünmüyordu. Altında gri bir eşofman, üzerinde siyah dar bir tişört vardı. Karşıma geçti.
“Hadi bana vurmayı dene.” Dediğimde beni ciddiye almadı.
“Canını yakmak istemiyorum.”
Bacağının arkasına tekme attım. Hafifçe üzerine eğildim. “Canımı yakmaya fırsatın olmayacak.”
Gülümserken sol dizini yerden kaldırdı. Ve bana karşılık vermeye başladı. Yumruklarından sürekli kurtuluyordum. Tekmelerini kollarımla engelliyordum. Biri tanesi karın boşluğuma gelmişti. Sıra bendeydi. O da yumruklarımdan kurtuldu. Tekme attığımda ayağımı tuttu ve savurdu. Takla atarak iki ayağımı yere bastım. Islık çaldı.
"Bu kadar iyi olduğunu tahmin etmemiştim."
Kaşlarım havalandı. “Artık ciddileşebiliriz o halde.”
Dakikalarca çalıştık. Ardından anlamadan sırtımı göğsüne dayadı. Boğazımı koluyla sıkıştırdı. Kulağıma, "Hoş kızsın, ama biraz daha çalışman gerekiyor," diye fısıldadı. Nefesini kulağımın arkasında hissettim.
Ani hareketle onu sırtımdan atıp, sırtını çimenlere yapıştırdım. Hafifçe inledi, üzerine çıktım ve dirseğimi boynuna dayadım.
Yüzüne eğildim. Hatta doğruca dudaklarına yaklaştım. Öpecek kadar yakındım. “Hoş çocukluk, ama biraz daha çalışman gerekiyor.” İkimizde derin nefesler alıp veriyorduk.
Dudaklarımı dudaklarıyla birleştirmek üzereydim ki, kulaklarımda Atalay’ın öfkeli seni yankılandı.
“Asya!” Zeynel'den uzaklaşmadan kafamı ona çevirdim. “Yanıma gel.”
Anlamsızca ona baktım. Tekrar Zeynel'e döndüm. Bakışlarımı dudaklarında gezdirdim. “Tüh! Oysa ki daha yeni ısınmaya başlamıştık.”
Üzerinden kalktım. Huysuz bir şekilde Atalay’a yöneldim. Kollarımı ne istediğini sorgularcasına yana açtım.
"Adamlarımı istediğin gibi kullanamazsın. Hepsinin bir işi var." Sesi de yüzü kadar sertti.
“Sadece çalışıyorduk. Bir dahakine istersen seninle yapalım. Belki paslanmışsındır.” Yavaşça ona doğru yürüdüm ve yanından geçerken alayla gülümsedim.
♠️
Duştan sonra karnım acıkmıştı. Mutfağı aramak için tekrar aşağı indim. Modern iki kapaklı bir kapı gördüm. Kapıyı ittiğimde siyah mutfak tezgahının arkasında iki kadın vardı. Yaşları büyüktü. Biri belki elli beş, diğeri belki altmış yaşlarındaydı. Köşede kapı tarafında dikilen takım elbiseli adam öne doğru atıldı.
“Asya buraya girmek yasak.” Adımı evdeki herkes öğrenmiş miydi?
“Kurallara uymayı pek sevmem.” Dediğimde iki kadın korkuyla bana baktı. “Sadece acıktım. Gerçi, pek iştahım kaldığı da söylenemez.”
“Burası benim sorumluluğum. Şimdi dışarı çık. Bela istemiyorum.”
Dilimi dudaklarımın iç kısmında gezdirdim. “Peki.” Uzanıp siyah tezgahın üzerinde duran sepetten yeşil bir elma aldım. Tişörtüme sildim ve kapıdan çıkmadan önce elmadan bir ısırık aldım.
Odaya geçtim. Kanepeye uzanıp elmamın keyfini çıkardım. Camdan dışarı baktım. Elmamın çöpünü bir ağacın dibine fırlattım. Tekrar kanepeme döndüm. Gözlerimi kapadım.
Kapının tıklanmasıyla birlikte biri adımı sesleniyordu. "Asya, Asya!"
Gözlerimi ovuşturdum. Yattığım yerden kalkmadan "İçeri gel." dedim.
İçeri giren Zeynel idi. Elinde bir tepsi vardı. Bacaklarımı yere indirdim. Zeynel tepsiyi kanepenin üzerine bıraktı. Tepsiye baktım. Bir tabak yemek, bir kase çorba, çatal bıçak falan vardı.
“Bu bana mı?”
“Evet.” Dediğimde kahkaha atmaya başladım. Hatta o kadar çok güldüm ki yanaklarımı ovaladım. “Ne oldu?”
“Yok, yok bir şey.” Odaya özel servisti. Bir kuru ekmekten fazlası vardı.
Tepsiyi iki parmağımla biraz kendime çektim. Zeynel bir adım geri gitti. “Afiyet olsun.”
“Bekle.” Gözlerimi ona kaldırdım. “Bir şey yapmadan oturmak canımı sıkıyor. Belki benimle biraz sohbet edersin?”
“Öyle mi?” Kaşlarını çattı. İstanbul da ne yapardın?”
“Her zaman barda olurdum.” Omuzumu silktim. “İşimi yapardım. İstediğim gibi dolaşırdım.” Odaya göz gezdirdim. “Galiba burada pek mümkün değil.”
Yüzüme baktı. “Tavsiye ister misin?”
“İyi bir dinleyici değilim.”
“Patronu dinle. Saygısızlıktan hoşlanmaz.”
Hâlâ tepsiye bakıyordum. “Merak etme.” Nefesimi dışarı bıraktım. “Peki bu yatak?”
“Atalay Bey, senin için hazırlattı.”
“Ya sen? Nerede yatıyorsun?”
“Ne yapacaksın? Hadi, yemeğini ye.” Önümdeki tepsiyi işaret etti.
Çorbamdan bir kaşık aldım. “Kız arkadaşın var mı Zeynel?” Beni cevaplamadı. “Evli değilsin, parmağında yüzük yok.”
“Belki de yüzük takmayı sevmiyorum.”
Güldüm. “Evli değilsin. Kız arkadaşının da olduğunu sanmıyorum.”
Beni yine cevaplamadı. Telefonu çaldı. Ceketinin cebinden çıkardı ve kulağına koyarken odadan çıktı.
Saatler sonra kanepenin üzerinde vakit geçirmekten sıkılmıştım. Aşağı indim. Biraz etrafı inceledim. Büyük televizyon ünitesinin önünde oyalandım. Üzerinde dizili çeşit çeşit DVD’ler duruyordu. Birkaç tanesini çıkarıp baktım. Çoğu tanımadığım müzik sanatçısıydı.
Yan rafa dizilmiş ince kitaplara baktım. Arkamdaki adım sesleriyle birlikte arkamı döndüm. Takım elbiseli başka bir adam camları kapatıyordu. Beni fark ettiğinde duraksadı.
“Sen burada ne yapıyorsun?”
“Dolaşıyorum. Atalay yattı mı?”
“Atalay Bey, uyuyor.” Dedi üzerine başa basa.
Televizyonun çaprazında duran kanepeye uzandım. Biraz rahattı ama umarım uyuyabilirdim. Gözlerimi kapadım.
"Ne yapıyorsun sen?"
"Uyumaya çalışıyorum."
“Burada uyuyamazsın.” Sesi sertti. Ardından tepemde dikildi. Kalkmamı bekliyordu.
"Bu da Atalay'ın gereksiz kurallarından biri mi?"
"Atalay Beyin kuralları son derece ciddidir."
Gözlerimi tekrar kapadım. “İzin ver de uyuyayım.” Birkaç dakika boyunca kalkmam için ısrar etti. Ama sonunda pes etti.
Sabah kulağımın dibinde biri öksürüp duruyordu. Yavaşça gözlerimi araladım. Atalay kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Sızlanarak yerimde doğruldum. Zeynel arkasında bekliyordu.
“Ne var?” Diye sordum. “Beni cezalandıracak mısın?” Ayağa kalktım ve onunla burun buruna geldim.
Dişlerini sıktı. “Bana bak Asya. Bu evin bir düzeni ve kuralları var. Eğer, senin bir daha bu düzene uymadığını görürsem, senin için hiç iyi olmaz.” Sinirden gerildiğini fark ettim.
“Ben, bir anlaşma üzerine buradayım. Beni evin kuralları ilgilendirmiyor.”
Sertçe kolumu kavradı. “Sen, bir anlaşma üzerine benim çalışanımsın. Diğerleri gibi benim kurallarıma uyacaksın.” Kolumu daha fazla sıktı.
“O halde bir pansiyonda kalsam iyi olur. Çünkü ben bunu yapmayacağım. İhtiyacın olduğunda ararsın.” Kolumu çekmek için hareket ettiğimde, Atalay kolumu şiddetle sarsıp kendine çekti.
“Seni öldürmemek için hiç bir sebebim yok. Bana iyi davranmak zorundasın Asya. İstediğin şey bende.” Tehdit dolu sesi sinirimi bozdu.
Kolumu tuttuğu, bileğini kavradım. “Adamımı bulmak için acele etsen iyi olur. Yoksa buna sabredeceğimi sanmıyorum.” Bileğini sıktım ve aşağı çektim. Birkaç saniye yüzüme baktı.
Önünden ayrılacağım sırada, “Bundan sonra odanda uyuyacaksın.” dedi.
♠️
Neredeyse öğlen olmuştu. Bahçede öfkemi atmak üzere ısınma hareketleri yapıyordum. Çimenlerdeki ayak seslerini duyduğumda derin bir nefes alıp verdim.
“Yine huysuzlanacağın bir şey yaptım sanırım.”
Önüme geçti. Yerimde sabit durdum. “Seni onlardan ayrıcalıklı tutmam; onlarla aynı işi yapmadığın için. Hiç biri senin gibi kiralık bir katil değil.”
Elimi belime yaslarken dudaklarımı yana doğru kıvırdım. “Onca insan için iş yaptım. Ama kimse bana özel bir oda ayarlamadı.”
“Sadece bir oda. Abartıyorsun.” Kaşlarını tekrar çattı.
“Bundan hoşlanmadım. Bana özel muamele yapılmasından hoşlanmam.”
“Onlar, yan gelip yatması için burada değil.”
“Seni korumak için ha?” Omuzumu silktim. “Gereksiz.”
“Beni öldürmek isteyen çok insan var.”
“Benim de peşinde bir sürü adam var.” Hafifçe sağıma soluma döndüm. “Yanımda bir koruma görüyor musun?”
Tebessüm etti. “Hala sağ olduğuna şaşırıyorum.”
Dudaklarımı ıslattım. “Kötüye bir şey olmaz. Değil mi?”
Bir süre yüzüme baktı. "Serkan'ı neden istiyorsun?"
Şakağımdan akan teri sildim. “Araştırmadın mı?”
“Hayır.”
“Tamam. Eğer onu bulursan, belki anlatırım. Saklamak için bir sebebim yok.” Duş almak için yanından ayrılıyordum. Lâkin Atalay’ın yüzü ciddi bir ifadeye büründü.
“Nereye?”
“Duş alacağım. Onun için de izin mi almam gerekiyor?”
“Duşunu al. Sonra seninle konuşmam gereken bir konu var.”
“Söyle.”
“Acelesi yok.”
Duşumu aldım. Merdivenlerden indim ve mutfağın önünden geçerken kahve kokusu aldım. O sırada mutfakta çalışan kadın elinde beyaz bir fincanla çıktı.
“Kimin bu?”
“Atalay...”
Elindeki fincanı aldım. “Ben götürürüm.” Kadın itiraz edemeden yanından ayrıldım. Bahçeye çıkmadan önce kahveden bir yudum aldım. Atalay ahşap masasında oturmuş bekliyordu. Geldiğimi fark etti.
Elimdeki fincanı gösterdim. “Ağzının tadını biliyorsun Atalay.”
Bir an şaşkın bakışlarını saklayamadı. Derin bir soluk alıp verdi. Karşısına oturdum. Zeynel hemen arkasındaydı. Ona işaret etti. “Şu kadına söyle bana bir kahve getirsin.”
Kahveden bir yudum daha aldım. “Seni dinliyorum. Ne konuşacaksın?”
Gözlerimin içine baktı. Tepkimi ölçüyordu. “Serkan’ın bir adamını buldum.”
“Adamı bir işime yaramaz. On yedi adamını yakaladım. Hiç biri konuşmadı.”
“Eminim bu da konuşmayacaktır.”
“O zaman?”
“Onu tanıyorsun.”
Kaşlarımı çattım. “Tanıyor muyum?” Başını sallayarak, tekrar onu tanıdığımı doğruladı. “Peki, kim?”
Birkaç saniye bekledi. Ardından bir nefeste adını söyledi. “Orkun..”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kana Bulanan Bedenler ♠️ (+18)
Teen FictionKendini alacağı intikama adayan, kiralık bir kadın katil. İntikam duygusu onu öyle bir ele geçirmiştir ki, canının bir kıymeti yoktur. Bir yandan da intikamını almadan ölmemeye yemin etmiştir. Yıllardır peşinde koştuğu intikamı alabilmesi için, hiç...