Bölüm 19: Kaos

45 3 0
                                    

Bölüm 19:
Kaos


Gece uyuyamamış, sabaha karşı gözümü kapamayı başarmıştım. Ama sadece birkaç saat uyuyabilmiştim. Bazı kabuslar, uyumama izin vermiyordu.
 
Mutfağa giderken Atalay’ın odasının ışığını açık olduğunu fark ettim. Erken kalkmış olmalıydı. Henüz hava yeni aydınlanıyordu.
 
Mutfağa gidip, birkaç şey atıştırdım. Ortadaki tezgahın üzerine oturduğumda kapının önünde dikilen adama baktım. Uykusuz görünüyordu. Mutfak kapısını kaydırıp dışarı adım attım.
 
“Yorgun görünüyorsun.” Dediğimde yorgun vücudunu hızlıca toparladı.
 
“İyi uyuduğum söylenemez.” Yarım yamalak gülmeyi denedi.
 
“Adın ne?”
 
“Berkan.”
 
“İki sandalye çeksene Berkan. Biriyle sohbet etmek istiyorum.”
 
“Atalay Bey görürse yanarım.” Korkuyla sırtı dikleşti.
 
Derin bir nefes alıp verdim. “Ayakta sohbet ederiz. Biriyle konuşmayalı uzun zaman oldu.”
 
Bir an afalladı. “Siz Atalay Bey ile şey değil misiniz?” Benimle konuşurken tedirgin oluşu belki bu yüzdendi.
 
“Ha, sadece takılıyoruz.” Göz kırpıp gülümsedim. Bir ilişkimiz olduğunu düşünüyordu. “Anlatsana. Hayat hikayen ne?”
 
İçten bir şekilde güldü. “Göründüğü gibi aslında. Pek bir şey yok. Gözümü burada açmış gibiyim. Kendimi bildim bileli Atalay Bey’in yanındayım.” Karşımdaki adamı iyice süzdüm. Teni neredeyse esmer gibiydi. Siyah saçları, sivri burnu vardı. Yüzü tertemizdi. Zayıf olduğundan yüzündeki kemikler belirginleşmişti. Fakat üzerindeki takım ona tam oturmuştu. Atalay’ın güvendiği adamlardan biri olduğu açıktı.
 
“Bir ailen yok mu?”
 
“Dediğim gibi; gözümü burada açmış gibiyim.” Başımı hafifçe sallayıp, kollarımı göğsümde birleştirdim. Omuzumu duvara yasladım. “Atalay Bey senin için çok çabalıyor.”
 
“Belki benden kurtulmak için acele ediyordur.” Umarım öyledir. Çünkü ondan kurtulmak için bende can atıyordum.
 
“Sanmam. İşini ciddiyetle yapar. Ama senin adam zorlu çıktı. Atalay Bey bu yüzden sürekli gergin.”
 
“Her zamanki hali sanıyordum.” Dediğimde hafifçe güldü. Sonra birden kendini düzeltti.
 
“Aslında, neredeyse hepimiz seni tanıyoruz.” Dediğinde şaşırdım. “Kaç sene önceydi hatırlamıyorum ama Ankara'daydım o zaman. Seni arıyorduk.”
 
“Hayranım çok fazlaydı.”
 
“Yakalandığını duydum. Nasıl kurtulduğunu merak ediyorum. Şimdiye kadar Atalay Bey'in elinden kimse sağ çıkmadı. Üstelik onun üzerine saldırı düzenlemene rağmen.” Gözlerini etrafta gezdirdi.
 
“Pazarlık yaptım.”
 
Onunla yarım saat daha sohbet ettim. Zaman başka türlü geçmiyordu. Güneş ışınları yüzüme vurmasından rahatsız olmuş, içeri girmiştim. Duş almak için yukarı çıkıyordum. Ama Atalay’ın odasından ismimi duyduğumda duraksadım.
 
“Asya'dan bahsetmemi mi istiyorsun?” Bu Cihan'ın sesiydi. “O göründüğü gibidir.” Kaşlarım çatıldı.
 
“Onda bilmediğim bir şeyler var. Çözemiyorum.” Atalay’ın sesi sertti.
 
“Asya duygusuzdur. Mutlu olmaz, heyecanlanmaz, korkmaz, acı hissetmez. Yaşadığı şey sadece öfkedir. Öfke ve şehvet.” Biraz duraksadı. “Sözünü her zaman tutar. Bir şeye yapacağım dediği zaman yapar. Biraz karmaşıktır. Yaptıklarına insan aklı ermez.. Yalnızlığı sever. Kimseyle duygusal bir bağ kurmaz. Ama eğer başka bir merak ettiğin şey varsa ona sor.” Cihan'ın adım seslerini duydum. Ama sonra duraksadı. “Bir şey bilmek istersen eğer, şunu söyleyebilirim; öfkeliyken inanılmaz seks yapar.”
 
Ardından kapı açıldı. Cihan karşısında beni görünce şaşırdı. Aceleyle açtığı kapıyı kapattı. “Sen kapıyı mı dinliyordun?”
 
“Evet.” Dediğimde kaşlarımı çattım.
 
“Yanlış bir şey söylemedim.”
 
“Duydum.” Sırtımı dikleştirip yüzüne baktım. Ardından yanından geçtim.
 
Duşumu aldım ve üzerime bordo tişörtü geçirdim. Aşağı indim. Herkes salondaydı.
 
Atalay masanın başında oturmuş karşısındaki bilgisayara bakıyordu. Cenk ve Doruk yan yana oturmuştu. Baran onların karşısındaydı. Baran’ın yanındaki sandalyeyi ters çevirip oturdum. Atalay dik bakışlarını bana çevirip ardından tekrar bilgisayara çevirdi.
 
“Doruk ve Baran, siz adamı alıp getirirsiniz. Asya sen, Cihan ile birlikte kadını alın.”
 
Kollarımı sandalyenin üstünde birleştirdim. “Tek başıma yaparım.”
 
“İkiniz sessiz sedasız halledebilirsiniz.” Dediğinde Cihan'a baktım.
 
Gülümsedi ve omuzunu silkti. “Eski günlerdeki gibi.”
 
Baran yanaklarını şişirip nefesini dışarı verdi. “Bir an önce çıksak iyi olur. Cenk yolunu yarılamıştır bile.” Masanın üzerinden telefonunu aldı ve ayaklandı. Doruk onu takip etti.
 
Atalay da masadan kalktı. Sert çehresi bozulmamıştı. Sandalyeden kalkıp önünde durdum. Yüzüne yaklaşıp, dudaklarının üzerine, “Ben kimseden bir şey saklamam.” diye fısıldadım. Dudaklarına ateş gibi bir öpücük bırakıp, dudaklarımı ayırmadan alt dudağını dişlerimin arasına alıp çekiştirdim.
 
Yüzüne baktığımda hala kaşları çatıktı. Emindim ki, şimdi yalnız olmayı isterdi. Yanından ayrıldım. Kapıya yürürken arkamdan sert sesi duyuldu. “Ne bakıyorsunuz? İşinizin başına!”
 
Cihan direksiyona geçtiğinde yan koltuğuna geçtim. Cihan arabanın kapısını kapatır kapatmaz tıslayarak gülmeye başladı. “Ona ne yaptığının farkında mısın?”
 
“Evet.” Dediğimde daha çok sırıttı. “İşimiz ne?”
 
“Elmas hırsızı bir kadın. Elli dört yaşında ama asla hafife alınacak biri değil. Birini fena kızdırmış.”
 
“Sıkıcı.” İçime çektiğim nefesi dışarı verdim. Arabanın camından yolu izledim.
 
Dakikalar geçti. Cihan’ın gözlerini sık sık üzerimde hissediyordum. “Seninkiler senin için buradalar, biliyorsun değil mi?”
 
“Gelmeleri için zorlamadım.” Onları güvenli bir yere gitmelerini söyleyecektim.
 
“Baran ve Doruk yardım etmekte ısrarcı ama Cenk biraz agresif.”
 
Agresif değildi. Sadece birbirimizden nefret ediyorduk o kadar. İşini son derece titizlikle yapar, ayrıca benim gibi yalnız çalışmayı seviyordu.
 
“Kalıcı değil. Yakında gidecektir.” Bıkkın bir nefes alıp verdim.
 
İki katlı neredeyse kimsenin geçmediği bir yol üzerinde bulunan eve baktım. Sol alt tarafında bir garaj vardı. Etraf o kadar sessizdi ki o kadını burada öldürsem, çığlıklarını kimse duyamazdı. Cihan başını eve dikmiş bakıyordu.
 
“Nereden girebiliriz?” diye sordu. Onun tarzı buydu. Sinsice yaklaşmayı her zaman tercih ederdi. İki katlı beyaz ev tıpkı yazlığı andırıyordu. Arabayı uzağa bıraktık. Evden bakılınca gözükmeyecek bir yere. Kadın bizi fark ederse kaçabilirdi.
 
Adımlarımı hızlandırıp kapıya yöneldim. “Sen arka taraftan dolaş. Ben kapıyı çalacağım.”
 
“Asya.” Cihan fısıltıyla seslendi. “Kadının silahı var.”
 
Belimdeki silahımı çıkarıp sürgüsünü çektim. “Benimde bir glockum var.”
 
“Kadın kapıyı açmayacak.”
 
“Seni neden yanımda getirdim ki?” Sessizce ofladım. “Tamam. Sessiz olacağım.”
 
“Tamam. Ben arka tarafa gidiyorum.”
 
Cihan ile adımlarımız ayrıldı. Garajın üzerine atlamak için silahımı belime koydum. Ama o sırada arkamı döndüğümde evin öteki cephesinde bahçe olduğunu fark ettim. Adımlarım yön değiştirdi.
 
Sırtımı duvara verdim ve başımı bahçeye doğru uzatırken silahımı tekrar elime aldım. Kendince bakımlı bir bahçeydi. Domateslerin kızarmış olduğunu gördüm. Yavaşça ilerledim ve camın önünde eğildim.
 
Beyaz çerçeveli kapının kulpunu indirip içeri doğru adım attım. Zemin tahtaydı. İçeride ağır bir koku vardı. Elim tetikte, temkinli bir şekilde içeri doğru adım atmaya başladım.
 
Sağ tarafta açık bir mutfak vardı. İlerledim ve mutfağı duvarla ayıran tarafta mor, üçlü bir kanepe vardı. Sol tarafta yukarı doğru, tahta korkuluklu tahta basamaklar çıkıyordu.
 
Alt kat temizdi. Yukarı çıkmak için basamağa ayağımı koydum. Yüksek bir sesle gıcırdadı. “Siktir be!” Diye mırıldandım. Yukarıya baktım. Tam yeni bir basamağa basıyordum. O anda yukarıdan gelen adım sesleriyle, merdivenlerin başında elinde tüfekle birlikte kadın belirdi.
 
Kendimi hemen yandaki boşluğa savurdum. Arka arkaya tüfeği ateşledi. Bir an duraksadı. O sırada çıkıp yukarı doğru silahımı ateşledim. Onu kolundan vurmuştum. Onu öldürmeye çalışmıyordum. Kadın acıyla bağırıp tüfeği tekrar ateşledi. Kendimi tekrar sakladım.
 
Keyfim yerine gelmişti. Sıkıcı bir gün hareketlenmeye başlıyordu. Fakat, kadının basamaklardan yuvarlanmasıyla hevesim kursağımda kalmıştı. Basamakların önünde durup yukarı baktım. Cihan yukarıda dikiliyordu.
 
“Neden her şeyi kolaylaştırırsın ki?” Diyerek kaşlarımı çattım.
 
Silahını beline koyarken, “Bir şey değil!” diye bağırdı. Aşağı inmeye başladı. Kadını bayıltmış gibi duruyordu.
 
Eğilip kadının üzerini aramaya başladım. Aradığımı bulamadım. “Elmaslar üzerinde değil.” Ayağa kalkıp orta yere bir sandalye çektim. “Kadını getir de bağlayalım.”
 
Cihan kadını kucakladı. Ardından sandalye üzerine bıraktı. “Yukarıda ölmüş bir kadın var. Belli ki ev sahibi.” Dedi. “Kadın kapıyı ona açtı ve bu kadın onu öldürdü.” Ters ters ona baktım. “Dahası var. Tam zamanında gelmişiz. Kadın gitmek üzereymiş. Parmak izlerini falan temizliyormuş.”
 
“Olay yeri inceleme falan olmalıydın.”
 
Güldü. Kadını bağlaması için bir ip buldu. Onu bağlandıktan sonra etrafı karıştırmaya başladı. Çekmeceleri karıştırdım. Cihan yukarı baktı. Ama elmasları bulamamıştık. Bıkkınca kadının karşısındaki koltuğa oturdum.
 
Cihan dakikalar sonra elinde bir tabakla içeri girdi. Bakışlarımı ona çevirdim. “Acıktım.” Dedi. “Bu mısır gevreğini ilk kez yiyorum. Tadı fena değil.” Gözlerimi devirdim.
 
Koltuğa uzandım. Gözlerim bir tavana bir kadının üzerine gidip geliyordu. Etraf çok sessizdi ve Cihan’ın yediği o gürültülü şey sinirimi bozuyordu.
 
“Şunu yemeyi kes.” Dediğimde etraf tekrar sessizliğe büründü.
 
Birkaç dakika sonra kadın göz kapaklarını oynatmaya başladı. Yavaşça gözleri aralanırken sandalyede kurtulmak için debelendi.
 
Koltukta doğrulup oturdum. “Sonunda uyandın. Sıkılmaya başlamıştım.” Kadın, bir Cihan'a bir de bana baktı. Onu vurduğum için canının yandığını belli ederek yüzünü buruşturdu. “Elmaslar nerede?” Kadın sadece yüzüme baktı. Cevap vermedi. Sabırsızca bir soluk alıp verdim. “Elmaslar burada mı?”
 
Kadın direk, “Hayır.” cevabını verdi. Yalan söylüyordu.
 
“Burada.” Dedim. Kadın bakışlarını kaçırdı.
 
“Burada değil. Başka bir yere sakladım.”
 
Ayağa kalkıp sandalyesini çevirdim. Basamakların önünde durdum. “Yukarıda mı?” Tepki vermedi. Orada değildi. Mutfağa doğru yavaşça ilerledim. “Burada?” Yine tepki vermedi. Adımlarım durmadı. Yavaşça ilerlemeye devam ettim. Kapının yanından geçtim. Kadın gözleriyle sadece beni takip ediyordu. Ama duvar dibinde durduğumda gözlerini kaçırdı. Ve dudaklarını kısa bir an oynattı. Pot kırmıştı.
 
Yanımdaki elektrik süpürgesini alıp biraz ortaya çektim. Üstteki kapağını açtım. Torbasını yerinden çıkarıp, bıçağımla torbayı yırttım. İçinden çıkan küçük siyah kadife torba poşetlenmişti. Poşeti yırtıp kadife torbayı açtım. İçindekileri avucuma döktüm. Ve işte aradığımız elmaslar!
 
Kadın pişmanlıkla başını arkaya atıp dişlerini sıktı. Cihan şaşırmıştı. Ayağa kalkıp elmasları tekrar siyah, kadife torbasına koydum.
 
“Aradığımızı bulduk. Artık gidebiliriz.”
 
♠️
 
Cihan, kadını adamlara teslim ederken salona doğru yürüdüm. Masanın üzerindeki viski şişesi ve kristal bir bardak hemen dikkatimi çekmişti. Gerçekten buna ihtiyacım vardı.
 
Bardağı elime aldığımda dibindeki viski kalıntısı Atalay’ın burada oturduğunu gösteriyordu. Üzerini tamamlayıp bardağı dudaklarıma götürdüm.
 
İçkinin verdiği tatla birlikte gözlerimi sıkıca yumdum. Bugün harika hissettiğim bir an olsaydı, şuan olurdu. Bir tane daha doldurup kafama diktim. Bardağı dudaklarımdan ayırmak üzereyken duyduğum kısık sesli çığlıklarla birlikte yüzümü buruşturdum. Biri sanki acıyla bağırıyordu. Emin olmak için bir kez daha kulak verdim.
 
Bardağı hızla masaya geri koydum. Merdivenlere doğru adımladım. Ses şimdi daha netti. Emindim ki artık biri acıyla bağırıyordu. Merdivenleri, kaşlarımı çatarak inmeye başladım. Çünkü bu ses bir kadına aitti. Anlamadığım şeyse bu bizim getirdiğimiz kadın olamazdı.
 
Aşağı indim. Bodrum katın, işkence için ayrılmış odasından geliyordu sesler. Kadının boğazı yırtılacak gibiydi. Adımlarımı hızlandırdım. Kapalı kapının önünde iki kişi duruyordu.
 
“Ne oluyor içeride?” Diye sordum.
 
“Şu Şişli'den gelen adamın karısına işkence yapılıyor. Evrakların yerini söyleyene kadar...”
 
Cümlenin geri kalanını dinleyememiştim. Sinirlenmiştim. İkisinin ortasından geçip, kapıyı hızla açtım ve içeri girdim. Gördüğüm manzarayla daha fazla öfkelendim.
 
Kadın ve adam yan yana, ayrı sandalyelere bağlanmıştı. Kadının yüzü kan içindeydi. Adamlardan biri kadının kolunu masaya doğru uzatmış, biri de elinde gümüş bir çekiçle bekliyordu. Parmaklarını ya da elini kırmışlardı. Ya da her ikisini de yapmışlardı. Bakışlarımı kadının üzerinden çekip, kocasına baktım.
 
Yavaşça gözlerimi onun üzerinden alırken, Atalay’ın adamlarına diktim bakışlarımı. Kaşlarımı çattım.
 
“Ne yapıyorsunuz siz?” Sarf ettiğim sert sözler aslında hesap soruyordu. Kadın hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ağlamaya neredeyse hali kalmamıştı. “Kadını rahat bırakın.”
 
Adamların bakışları odanın diğer köşesine kaydı. Atalay’a bakıyorlardı. O kadar sinirliydim ki, onu şimdi fark ediyordum.
 
“Asya dışarı çık.” Diye soludu sert ses tonuyla.
 
Öfkeli bakışlarımı tekrar adamlarına çevirdim. “Onu rahat bırakın.” Keskin bir dille söylesem de hepsi Atalay’a bakıyordu.
 
Kimse beni kahile almamıştı. Hızlı adımlarla kadının yanına vardım. Adamın elindeki çekici kaptığım gibi suratına geçirdim. Bunu o kadar hızlı yapmıştım ki, son gördüğüm adamın yerde uzanmasıydı.
 
Atalay’a döndüm. “Onu uyarmıştım.”
 
Atalay öyle öfkeli bakıyordu ki, belki ilk kez onu böyle görüyordum. “Ne yapıyorsun Asya?” Diye bağırdı. “Çabuk onu buradan çıkarın!” Sinirden kıpkırmızı kesilmiş, bütün damarları derisinin altından sayılacak hale gelmişti.
 
“Bunu istemezsin Atalay.” Elimde çekici sallayıp tekrar tuttum.
 
Atalay dişlerini sıktı. “Çıkarın şunu dedim size!”
 
Adamlarından ikisi üzerime doğru adım attı. İkisi kolumu tutmak için ellerini uzattı. Çekici ikisinin arasında salladım. “Gerçekten. Bana dokunmayı aklınızdan bile geçirmeyin.”
 
İkisinin de gözleri Atalay’a ardından tekrar bana döndü. Tekrar koluma dokunmak üzereyken birinin karnına dirseğimi geçirdim. Ötekinin alnına çekicin ortasıyla vurdum. Alnına inen çekiç darbesiyle geri düştü. Bayılmıştı. Vakit kaybetmeden ötekine dönüp yumruğumu suratına geçirdim. Sarsılıp birkaç adım geri gitti. Hızlıca kendini toparladı.
 
Atalay “Yeter!” diye bağırdı. Çenesini sıvazlayıp, saçlarını avuçladı. “Derdin ne lan senin? Ne istiyorsun Asya!?” Sesinin yüksekliği dışarıdan bile duyulduğuna emindim.
 
Derin bir soluk alıp verdim. Kuruyan dudaklarımı ıslattım ve sandalyede bağlı adama baktım. “Konuşturmak için yanlış bir yöntem kullanıyorsun.” Tekerlekli masanın yanına gittim. Üzerinde işkence yapılacak malzemeler vardı. Çekici üzerine atıp, ufak bahçe makasını aldım. Hızlı adımlarla adamın önüne geçtim.
 
Kollarını çözdüm ve bir kolunu masaya koydum. Adam kolunu geri çekmeye kalktığında kolunu sertçe masaya koydum. Sakin bir şekilde gözlerimi ona çevirdim.
 
“Bir keresinde birinin penisini kestim. Ama bunu karın yanındayken sana yapmak istemem. Bu yüzden..” dedim sakinliğimi koruyarak. Makası serçe parmağına yerleştirdim. “Sen evrakların yerini söyleyene kadar, parmaklarını tek tek keseceğim.”
 
Adam korkuyla yüzüme baktı. Yapacağımdan kısa bir an şüphe etti. Ta ki ben makası kapatana kadar. Avazı çıkana kadar bağırmaya başladı. Karısı boğazı parçalanacak gibi çığlık atıyordu. Yüzük olan parmağına geçtim. Adam bağırarak elini kurtarmaya çalışıyordu.
 
Aynı sakin ses tonumu korumaya çalıştım. “Ama böyle bağırırsanız, biz birbirimizi çok zor anlarız.”
 
Adam parmaklarını gererek, “Dur!” diye bağırdı. Ağlıyordu. “Özel bir kasada.” Gittikçe sesi kısıldı. Nefesi kesilmeden, kasanın yerini ve numarasını söyledi.
 
Makası parmağından çektim ve yüzüne doğru eğildim. “Biliyor musun? Canı tatlı olan herkes ilk parmakta konuşur. Şuan rekorum, sekiz parmak.” Ensesini tutup sıktım. “Ama eğer yalan söylüyorsan, yeni rekorumu tamamlamak için geri dönerim.”
 
Adam titreyen nefesini bırakırken ayağa dikildim. Derin bir nefes alıp verdim ve Atalay’a döndüm. Sadece birkaç adımda önüne geçtim. Elini tutup, makası onun eline bıraktım.
 
“Adam karısını sevmiyor.” Dedim öfkeli gözlerine bakarak. “Hatta onun işkence görmesine izin verecek kadar nefret besliyor.”
 
Atalay yüzüme aynı sert ifadeyle bakıyordu. Kaşlarını çatabildiği kadar çatmıştı. Yanından ayrılırken adamlarına işaret veriyordu.
 
Kapıdan çıkıp koridora döndüm. Ama Atalay’ın nefesini ensemde hissetmem geç olmamıştı. Sağ kolumu kavrayıp, sırtımı duvara çarptı. Elini sertçe omuzuma yerleştirip duvardan ayrılmamam için zorluyordu.
 
“Seni uyardım Asya.” Dişlerini sıkarak sarf ettiği ismimle yüzüme daha fazla yaklaştı. Diğer eliyle çenemi kavradı. “Davranışlarına dikkat et. Kaos yaratmaya çalışma. Canı yanan sen olursun.” Dudaklarımda nefesini hissediyordum.
 
Dudağımın iç kısmını ısırdım. “Sen bana hiç bir şey yapamazsın.” Gözlerimi gözlerine diktim. “Ben, kurallarına hiç bir zaman uymayacağım Atalay. Sinirimi bozuyorsun. Eğer çok gözüne batıyorsam, beni öldürmeyi dene. Bakalım canı yanan kim olacak?”
 
Bu kez gözlerini kıstı. “İstesem seni şuan öldürürüm Asya. Sabrımı zorlama.”
 
“Bana, neden bunu yapmadığını söyle.” Diyerek çenemdeki elini kavradım. Elini aşağı indirip yüzüne iyice yaklaştım. “Dua et, benim için bir şeyler yapıyorsun. Ama intikamımı aldığımda, arkanı kolla Atalay.” Onu üzerimden ittim ve koridora doğru adımlarımı hızlandırdım.
 
Ne ara geldiğimi hatırlamadığım bahçedeydim. Duvarın kenarında durup ellerimi sinirle bağırarak duvara vurmaya başladım. Öfkemi çıkarmak istercesine arka arkaya vurdum. Avuç içlerim sızlayana kadar. Bu öfkemin sahibi bendim. Aslında kendime kızıyordum. Onu daha önce öldürmediğim için, şimdi de ona ihtiyacım olduğu için.
 
Derin derin nefesler alıp verdim. Kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Ama başarılı olamadım. Hızlı adımlarla bu kez odaya çıktım.
 
Daha önce çekmeceye koyduğum viski şişesini çıkarıp kafama diktim. Müziği başlattım. Kanepeye oturdum. Viski şişesini tekrar kafama diktim. Ama sakinleşecek durumda değildim. Hızla kalkıp müziğin sesini açtım. Viski şişesini müzik setinin yanına koydum ve tişörtümü çıkardım. Onu bir kenara attım. Tekrar viski şişesini aldığımda, kapı birden açıldı. Gelen Cihan idi. İçeri hızla girip kapıyı kapattı.
 
“Asya ne yapıyorsun? Aşağıda ne yaptın sen?”
 
Şişeyi kafama dikerken Cihan müzik setine yaklaştı. Sesini kısmak istedi ama kolunu yakaladım. “Kafamı dağıtıyorum.”
 
“Bu kadar müzik fazla.”
 
Elini müzik setinden, sert bir şekilde uzaklaştırdım. “Siktir git buradan Cihan.”
 
Kolunun üzerindeki elimi kavradı. “Soyunmuşsun.” Dedi sakin bir ses tonuyla. “Sinirden ateş bastığında bunu yaparsın.” Gözlerini kısa bir an üzerimde gezdirdi. Tekrar yüzüme baktı.
 
Derin bir nefes alıp verdim. “Beni ne kadar iyi tanıyorsun?”
 
“Gösterdiğin kadar.”
 
Cihan’ın üzerinden elimi çekip tekrar viski şişesini kafama diktim. İki adım attığımda Cihan müziği biraz kıstı. Sesi hala yüksekti.
 
Ardından elini içtiğim viski şişesine uzattı. “Asya hadi ver şunu...”
 
“Rahat bırak beni.” Diye hayıflanırken, şişeyi arkama aldım. O sırada göğsüm Cihan’ın göğsüne çarptı. Cihan’ın eli arkamda duran şişedeydi. Gözlerimi kısarak yüzüne kaldırdım. “Canını yakmamı istemiyorsan geri çekil Cihan.”
 
“Senin can yakışlarını iyi bilirim.” Biraz daha yüzüme eğildi. Arkamda duran elini yavaşça çıplak sırtıma koydu.
 
“Öyle mi?” Diyerek dudaklarına ani bir hareketle yapıştım. Alt dudağını hırsla dişlerimle ezdiğimde, Cihan inleyerek kalçamı kavradı. Birlikteyken, ona sekste bazen acı vermek beni daha fazla tahrik ediyordu.
 
Cihan sabırsızca dudaklarımı çekeliyor, kollarıyla beni kendine daha fazla bastırıyordu. Kollarımı boynuna sardım. Ama şişeyi elimden bırakmadım. Beni döndürdü, arkamdaki koltuğa iki adım atmıştım ki kapı sertçe açıldı. Cihan benden önce kapıya baktı.
 
Sonra birden kolları vücudumdan çözüldü. “Böyle şansın ben içine sıçayım!” diye mırıldandı. Kapıya döndüğümde Atalay öfkeli bakışlarını üzerime dikmişti.
 
Kendimi yaklaştığım koltuğa bırakıp tekrar viskiyi kafama diktim. Gözlerimi yukarı kaldırdığımda Cihan sinirle ensesini sıvazlıyordu. Sonra müzik birden kapandı.
 
“Cihan bizi yalnız bırak.” O sert ve soğuk sesi odada yankılandı. Cihan hemen kaybolmuş olmalıydı. Viskiyi yere bırakıp koltuğa uzandım.
 
“Beni yalnız bırakın uyuyacağım.”
 
“Odada sadece ben varım.” Dedi, aynı  sert sesiyle.
 
“O zaman dışarı çık! Uyuyorum görmüyor musun?”
 
Atalay birden sertçe kolumu yakalayıp başımın üzerine koydu. “Az önce uyumuyordun! Şimdi de uyuyamazsın.”
 
Gözlerimi yüzüne diktim. “Bana karşı kibar olmanı öneririm. Kimse bana böyle davranmadı, davranamaz.”
 
Kolumu daha fazla sıktı. “Senin başına buyrukluğun, sabrımı zorluyor.”
 
Aniden boşta kalan elimi ensesine atıp çekeledim. Hızlıca onu koltuğun önüne serip üzerine oturdum. Eli hala kolumdaydı ama sıkı değildi.
 
“Beni öldürecek cesaretin yok mu?” Yüzüne eğildim. “Çünkü ben, bu başıma buyruk tavrıma devam edeceğim.”
 
Çatılmış kaşlarını bozmadan gözlerini kıstı. Kolumu sıkarak yerinde doğruldu. Şimdi kucağında oturuyordum. “Bu öfke bana mı? Yoksa aşağıda gördüğün manzaraya karşı mı?”
 
“Bu neyi değiştirir?”
 
“Hiç bir şeyi.”
 
“O halde, siktir git buradan.” Kalkacağım sırada, kolumdan beni sarsarak tekrar kucağına oturttu.
 
“Benim kurallarıma uymayı öğreneceksin.”
 
Birkaç saniye gözlerine baktım. Onun da, benim gibi gözlerinde öfke vardı. “Baban da böyle kontrol manyağı mıydı?” Dediğimde çenesi kasıldı. “Sende onun gibi kurallarla kafayı bozmuşsun. Dediklerini yaptırmaya o kadar alışmışsın ki, ben sana boyun eğmediğim için deliriyorsun. Ama aynı zamanda bana hayranlık duyuyorsun.” Yüzüne bir nefes kadar yaklaştım. “Çünkü, babanın kurallarına hiç bir zaman karşı gelememişsin. Dediğin gibi; aynı ona benziyorsun.”
 
Atalay’ın soluklarının hızlanmasıyla beni üzerinden hırsla attı. Kalçam yere temas ederken, sırtım kanepeye çarptı. Umursamadım. Çünkü Atalay’ı bu kez fena halde kızdırmayı başarmıştım.
 
Beni yere savurmasıyla üzerime çökmesi bir oldu. Çenemi avucunun arasına sıkıştırdı. Başımı kanepeye yasladı. Parmakları yanaklarımı delecek gibi sıkıyordu. Dudaklarımın üzerine dudaklarını getirdi. Ama gözleri gözlerimdeydi. Dişlerini o kadar çok sıkıyordu ki titriyordu.
 
“Bir daha.. Asla ve asla.. Benim hakkımda yorum yapmayacaksın.”
 
Gülmeye başladım. “Beni kontrol edemezsin.”
 
Hırsla alıp verdiği soluklarını yüzümde hissediyordum. Viski kokuyordu. Gözlerine bakmayı sürdürdüm. Bir şey yapmasını bekledim. Onu bu kadar öfkelendirmeme karşı bana bir şey yapması gerekiyordu. Yapmadı. O da benim gibi gözlerime bakmayı sürdürdü. Solukları, yavaşlamadı. Üzerimden hızla kalkıp çenesini sıvazladı. Ardından kapıdan çıktı.
 
Ya bana aşık oluyordu. Ya da beni acı içinde öldürmenin planını yapıyordu.
 
♠️
 
Kanepede sadece birkaç saat uyudum. Uyuduğum uykumdan birden uyanır, gecenin kalanında uykum kaçardı. Ne zaman deliksiz uyuyacağımı merak ediyordum.
 
Ne öfkem, ne hırsım, ne de kabuslarım beni uykumda rahat bırakıyordu.
 
Gece, yarım kalmış viskimi bitirmiş, Atalay’ın çalışma odasındaki bilgisayardan bazı bilgiler edinmiştim. Sabah olana kadar bir türlü vakit geçmişti.
 
Duş aldım ve silahlandım. Bıçaklarımı almayı unutmadım. Merdivenlerden inerken Cihan’ın elinde fincanla gezindiğini gördüm. Beni görünce merakla, “Nereye gidiyorsun?” diye sordu.
 
Hedefim doğruca kapıdan çıkmaktı. Cihan, onu cevaplamayacağımı tahmin etmiş, elindeki fincanı aceleyle bir yere bırakıp peşime takılmıştı.
 
Arabanın yanında dikilen adamın cebine elimi daldırdım. Beni fark ettiğinde şaşırdı, ama tepki vermedi. Cebinden çıkardığım arabanın kumandasına bastım. Hangi arabanın olduğunu anladıktan sonra hızlıca direksiyona geçtim.
 
Ben arabayı çalıştırırken Cihan yan koltuğa geçti. Ona gelmesini söylememiştim.
 
“Nereye gidiyoruz?” Diye sordu.
 
Gaza basarken ona baktım. “Birinin işine çomak sokmaya.”



Kana Bulanan Bedenler ♠️ (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin