Bölüm 15:
PaketGelen telefonla birlikte restorandan ayrıldık. Arabayı hızlıca evin bahçesine sokup, evin önünde durdu. Hızla arabadan insek de Atalay benden daha seri hareket ediyordu. Hemen arkasındaydım.
Kapıdan girer girmez, “Nerede?” diye sordu.
Bakışlarımı salonda gezdirdim. Masanın üzerinde karton bir kutu duruyordu. Altı, kırmızıyla ıslanmıştı. Masaya sızan kan, kutunun altında koyu bir sıvı haline gelmişti. Üzeri koli bandıyla kapalıydı. Düşünmeden kutuya yöneldim.
Atalay kolumu yakaladı. “Bırak da ilk önce kontrol etsinler.”
O kutunun içinde ne olduğunu deli gibi merak ediyordum. Kimsenin açmasına izin veremezdim. Kolumu kurtarıp masaya büyük adımlarla vardım.
Kutunun üzerindeki bandı aceleyle söktüm. İçinden çıkacak şey beni nedense korkutmuştu. Bir an tereddüt ettim. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım.
Gözlerim kutudan ayrılmazken, hızlıca kapaklarını açtım. İçindekini gördüğüm an kalbim deli gibi atmaya başladı. Bu, öfkeydi. Tüm vücudum gerildi. Gördüklerimi hazmetmek yerine, yanlış olduğunu doğrulamak için bakmayı sürdürdüm. Ne kadar çabalarsam çabalayayım gördüğüm şey tamamen gerçekti.
Dişlerimi sıktım. Öfkeyle hızlı hızlı nefesler aldığımın farkındaydım. Aynı hızda göğsüm de inip kalkıyordu. Yanımda duran Atalay’a öfkeyle baktım. Ne kadar sinirlendiğimi anlamıştı. Bakışlarını gözlerimden aldı ve kutuya çevirdi.
Onun gibi bende, tekrar kutunun içinde bulunan Tolga'nın kesilmiş kafasına baktım. Bunu kimin yaptığını tahmin edebiliyordum. Elimi yavaşça kutunun içine soktum. Onun saçlarına dokundum. Ama hemen geri çekildi parmaklarım. Bunu yapan her kimse onu harcayacaktım.
Derin bir nefes alarak arkamı döndüm. Bir elimi alnıma götürüp, parmaklarımı alnıma bastırdım. Düşünüyordum. Bu adam niye benim peşime takılmak yerine tanıdığım insanlara zarar vermeyi seçiyordu?
Boğazımdan öfke dolu bir haykırış çıkararak masanın yanındaki sandalyeye tekme attım. Sinirimi alamayıp diğer sandalyeyi havalandırıp yere fırlattım. “Neden lan? Neden bu adam beni gebertmiyor!” Tekrar bir sandalyeyi kavradım. Bu kez onu bahçeye çıkan cama doğru fırlattım. Camın büyük bir kısmı gürültüyle kırıldı. Adımlarım bu kez camı buldu. Sağlam kalan yere yumruk atacakken arkamdan Atalay, “Asya hayır!” diye bağırsa da hızım yavaşlamadı bile.
Camı komple indirdiğimde bu kez sağlam cama hedef almıştım. Kolum havada asılı kaldı. Yavaşça döndüğümde Atalay’ı gördüm. Kolumu sıkıca kavramıştı. Nefesim yavaşlamak bilmiyordu. Kanlı elime baktı. “Biraz hava al.” Sesi sakindi.
Kolumu kurtarıp kırılan pencereden dışarı adım attım. Ayakkabılarımın altında camların parçalandığını hissediyor ve duyuyordum. Ayakkabıları hırsla ayağımdan attım. Çimenlere basarak biraz ilerleyip duraksadım. Kafamı toparlamam gerekiyordu.
Atalay elleri cebinde yanımda durdu. “Eline baktıralım.”
“Gerek yok, acımıyor.” Nefesimi sıkıntıyla dışarı bıraktım.
“Bulacaklar. Biliyorsun.”
Ona öfkeyle döndüm. “Hızlı olsalar iyi olur!” Yalnız kalmak adına, ondan biraz uzaklaştım. Elbiseyi kalçama kadar sıyırıp taşın üzerine oturdum. Atalay’ın dikkatle karşıdan beni izlediğini görebiliyordum. Yalnız kalmak istediğimi anlamış olmalı ki bir süre beni izledikten sonra içeri girdi.
Kırılan pencerenin yanında dikilen adama ıslık çaldım. “İçerden çantamı getir!” Sinirle unuttuğum çantanın içinde telefonum vardı. Baran'ı arayıp haber vermeliydim.
Gelen çantanın içinden telefonumu alıp çantayı yere attım. Hızlıca Baran'ı aramayı tercih ettim.
“Alo?”
“Baran, benim Asya.”
“Asya?” Birkaç saniye duraksadı. “Sesin kötü geliyor. Umarım her şey yolundadır.”
“Üzgünüm ama kötü bir haber vereceğim.”
“Sen iyi misin?”
“Ben iyiyim. Baran, Tolga öldü.” Sesim hissiz çıkmıştı.
“Saçmalama. Sabah birlikteydim.”
“Öldürmüşler oğlum işte! Kafasını yollamışlar lan bana! Kafasını!” Sesim öfkeyle yükseldi.
Baran içli içli nefesler alıp verdi. “O şerefsiz mi?”
“Kendinize dikkat edin.”
“Saklanmamızı mı istiyorsun?” Sesi sorudan ziyade itiraz eder gibiydi.
“Tolga diyorum, ölmüş! Anladın mı? Bu adam gidebildiği kadar ileri gidiyor. Arkanızı kollayın. Kimseyle bilgi alışverişi yapmayın.”
“Sen kendine dikkat et Asya.”
Telefonu kapatıp avucunda sıktım. Yüzümü gökyüzüne dikip düşündüm. Bu adamı nasıl bulacaktım? Arkamı döndüğümde, Atalay yukarıdaki pencerede ellerini cebine koymuş dikkatle bana bakıyordu.
Onu umursamadan kırık pencereden tekrar içeri girdim. Ve saniyeler sonra içeri Zeynel ve Cihan girdi. Cihan tamamen aklımdan çıkmıştı. Koltuğu gösterdim. “Şuraya oturup beklesin üzerimi değiştirip geliyorum.”
Cihan rahatlamış fakat hala tedirgindi. Yukarı çıkıp üzerimi değiştirdim. Makyajımı da temizleyip aşağı indim.
Cihan aynı tedirginlikte koltukta oturuyordu. Ellerini çenesinin altına koymuş bir bacağını sallayıp duruyordu. Arkası dönük olduğu için henüz beni görmemişti.
“Hayırdır Cihan!” diyerek görüş alanına girdim. “Uzun zamandır görüşmüyorduk.”
Heyecanla ayağa kalktı. “Ah Asya! Seni göremeyeceğim diye ödüm koptu. Peşimdeydiler, bu yüzden bu kadar geç kaldım.”
Çaprazındaki koltuğa oturduğumda o da kalktığı yere oturdu. Atalay da görüş alanıma girdi. Misafirimi merak ediyor olmalıydı.
“Anlat.”
“Neyi anlatayım? Adamlar öldürecek beni. Ben muhbir falan değilim. Biri üzerime oynuyor. Ama kim olduğunu bilmiyorum.” Sıkıntıyla yumruğunu avucunun içine geçirdi.
“Cemal'in sakladığı bir şey var.” Cümlemi bitirdiğimde Cihan'ın da titreyen bacağı duraksadı.
“Yok. Yaptığı iş belli. Silah kaçakçılığı.”
“Bunu herkes biliyor. Gizli bir şey yapıyor. Sen bunu biliyorsun, bu yüzden seni muhbir olmakla suçluyor değil mi?”
“Hayır.”
“Yalan okuma lan bana! Ya her şeyi anlat ya da Cemal’e seni teslim edeyim.”
“Tamam! Söyleyeceğim, bana kızma. Bizi öldürmekle tehdit ediyorlardı.”
“Şimdi alındım. Cemal seni iyi korkutmuş, hatta benden çok ondan korkuyor gibisin.” Cidden alınmıştım. Beni ikna eder sanıyordum.
“Senin gibi manyağın teki.” Duraksayıp devam etti. “Uyuşturucu. Yeni işi uyuşturucu. Bunu sadece birkaç kişi biliyorduk.”
“Ne demek uyuşturucu?”
“Yeni biriyle iş yapıyor. Onu hiç görmedik. Ama adam yüklü miktarda para veriyor...”
“Adı ne?” diye aceleyle lafını böldüm. “Adı ne bu adamın?”
“Serkan, ama sadece bu kadarını biliyorum...” Dediği an yerimden hızla kalktım ve suratına yumruğumu geçirdim. Boşluğuna gelecek olmalı ki koltuğa savruldu. Hırsla üzerine çıktım ve yakasına yapıştım. Bu kez onu sarsmaya başladım.
“Lan sen neden bunu bana haber vermiyorsun!? Neden?” Parmaklarımla çenesine sarıldım ve yüzüme bakması için parmaklarıma güç verdim. Cihan şaşırmıştı. Gözlerini gözlerime dikti. Kimse ayırmak için kılını kıpırdatmıyordu.
“Kimse ağzını açmayacaktı.” Dedi. “Bu yüzden peşimdeler.”
Tekrar yakasına yapışıp olduğu yerde onu sarstım. “Asıl seni ben geberteceğim.” Çenesine bir yumruk daha attım ve tekrar vurmak için yumruğumu kaldırdığımda, Cihan elimi tuttu.
“Dur!” Dudaklarına kan bulaşmıştı. “Anlamıyorum. Uyuşturucu işi yapan bir çok kişi var. Neden bu kadar sinirlendin?”
Dişlerimi sıktım. Yakasını bir kez daha silkeleyip üzerinden kalktım. “Geri zekalı! Serkan’ın peşinde olduğumu sağır sultan duydu. Sen nasıl bilmezsin?”
“Bilmiyordum.” Yerinde doğrulurken bakışları üzerimdeydi. “Bilsem, yemin ederim sana haber verirdim.” Derin bir nefes alıp verirken saçlarımı sinirle parmaklarımla tarayıp ensemde birleştirdim. “Kim bu Serkan?” diye sordu.
“Cemal’i seçtiğine göre, ona güveniyor olmalı. Ya da onu tanıyor.” Diye kendi kendime mırıldandım. Bakışlarım Atalay’a döndü.
Atalay araya katıldı. “Cemal’in yerini bulurum hemen.”
“Hayır. Buna gerek yok. İstanbul'a gitmemiz yeterli. Oradan sonrasını ben hallederim.”
Cemal’in yerini biliyordum ve benden haberi bile olmadan ona ulaşmayı başaracaktım. Aklıma takılan tek bir şey vardı. Bu bir tesadüf müydü, yoksa kurulan bir oyun mu? Bunu öğrenecektim.
İstanbul
Ağustos 2019
Acele etmeden, sabırla gelmiştim buraya. Cemal’in olabileceği tek bir yer vardı. İş yeri. Karısından uzak durabilmek için yatıp kalktığı bir iş yeri. Giriş kolay görünse de içeride her zaman sürüsüyle adamı bulunurdu.
Arabanın direksiyonuna parmaklarımı teker teker vurdum. Derin bir nefes aldım. Kendime, bu kez sabırlı olmak için söz verdim. Yanımda Atalay, arka koltukta Cihan, ve Atalay’ın başka güvendiği iki adamı vardı.
“Hepsini halledebileceğine emin misin?” Diye sordu Atalay.
Cihan ortadan sakin bir şekilde konuştu. “Merak etme, işinde harikadır. Başka şeylerde de öyle.” Dikiz aynasından ona baktığımda gülümsemeden durmadığını gördüm. Atalay yan gözle bana baktı. Çenesini sıvazlayarak önüne döndü.
Kapımı aniden açıp indim. Atalay da öyle. Duraksayıp ona baktım. “Sen gelme.”
“Seni boşladım diye bana emir vermeye kalkma Asya! Yürü.” İş yerine doğru yürürken bu kez, “Fazla sakinsin.” diye soludu. Onu bu kez cevaplamamış adımlarıma odaklanmıştım.
Döner kapıdan geçip sansürlü kapıdan geçmeyi reddetmiştim. Atalay hemen yanımdaydı. Güvenlik arkamızdan, “İçeri böyle giremezsiniz!” diye bağırıyordu.
Yoluma devam ederken, “Cemal’in özel misafiriyiz.” diye cevapladım.
Hızlıca Cemal’in ofisine yöneldim. Kapısını hızla iterek içeri girdim. Cemal o sırada masanın altına bir çanta koymaya çalışıyordu. İçerideki beş adamı aynı anda silahlarını üzerimize doğrulttu.
“Hiç hoş bir karşılama değil.” Diyerek hafifçe gülümsedim. Cemal, adamlarının silahlarını indirmeleri için eliyle işaret etti. Atalay ile birlikte masasının önündeki iki koltuğa oturduk.
“Ziyaretini neye borçluyum Asya?” Dedi ismimin üzerine basarak. Demek adımı o da öğrenmişti.
“Geçiyordum, uğradım.”
Atalay’ı süzdü. “Yeni eleman mı?”
“Hayır. Ben ona çalışıyorum. Kimsenin ayağına gitmez, şanslısın ki seni ziyaret etmekte hemfikiriz.”
Kaba sesiyle, “Size bir içki ikram edeyim o halde.” dedi.
“Sadece bir içki mi? Ben başka bir şey ikram edersin diye düşünüyordum.”
Koltuğunda geriledi. Rahat tavrını bozmadı. “Neyden bahsediyorsun?”
Tehditkar bir gülüş sergiledim. “Gerçekten? Anlamazlıktan mı geleceksin?”
“Cidden Asya seni anlamıyorum.”
Dudaklarımı ıslatarak derin bir nefes alıp verdim. “Bu konuşma sıkıcı olmaya başladı.” Yerimden hızlıca kalkıp kafasını masaya sert bir şekilde çarptım. Elimi ensesinde tutup kalkmasını engelledim. Silahlar tekrar çıktı. “Şimdi bana masanın altındaki çantayı ver!”
“Muhbirlik yaptığı yetmedi, sana da mı öttü?” Dişlerini sıktı. Sinirlenmiş görünüyordu.
“Çanta!”
“İstediğin o olsun, belki yeni müşterimiz sen olursun.” Ensesindeki yakasından tutup hızlıca kaldırdım. Ona zarar vereceğimi düşünmeden konuşuyordu. Siyah çantayı çıkarıp açtı ve önüme koyup çevirdi. İçi güzelce poşetlenmiş kokain ile doluydu. Bıçağımı çıkarıp poşetin birine delik açtım. “Ne yapıyorsun? Onların müşterisi hazır!”
Söylediğini aldırmadan serçe parmağımı değdirdim. Dudaklarımın arasına götürüp yaladım. Memnuniyetle başımı salladım. Çantayı Atalay’ın önüne ittim. “Mal iyiymiş yalnız denemek ister misin?”
Cemal, “Ne yapıyorsunuz siz? Verin şunu!” diye çantaya uzandı. Ondan önce davranıp çantanın kapağını kapattım.
“Bunu istiyorsan, istediğim bilgiyi vereceksin.”
“Senin buradan leşini çıkarırım Asya. Çantayı bana ver.”
“Ne istediğimi bile sormadın.”
“Neyin peşindeysen, benim de başımı belaya sokacağını biliyorum. Sana tek kelime bir şey söylemem!” Çantayı çekeledi. İki elimi sertçe çantanın üzerine koydum.
“Serkan! Onu istiyorum.”
Cemal şaşırdı. Gözlerini benden kaçırıp arkamızdaki adamlara baktı. Atalay da benim gibi bir terslik olduğunu anlamıştı. Atalay silahına sarılırken, bense çantayı kavrayıp Cemal’in suratının geçirdim. Masanın üzerinden hızlıca atlayıp, arkasındaki adamın eline aynı çantayla vurdum ve silahını düşürdüm. Beklemeden burnunun üzerine kafamı geçirdim. Yanındaki adam ateş etti. Beni ıskalamıştı. Onun elindeki silahı da tekme atarak uzaklaştırdım. Çantanın köşesiyle kulağına geçirdiğimde onu da halletmiştim.
Çantayı kaldırıp elimde salladım. “Bu çantayı daha çok sevmeye başladım. Atalay işini çoktan halletmiş silahını beline yerleştirmişti bile.
Cemal’in suratını kaldırdığımda burnundan çeşme gibi kan akıyordu. “Şimdi istediğim bilgiyi verecek misin?”
“Söyleyemem.”
Parmaklarımın arasına çenesini sıkıştırıp sıktım. “Bana bak. Serkan benim damarımın üzerinde tepiniyor. Tek istediğim; onun yerini öğrenmek.”
“Yapamam, beni ölmekten beter ederler.”
“Koskoca silah kaçakçısı Cemal korkudan titriyor. Olacak iş değil.”
“Anlamıyorsun Asya. O adam ikimizden de manyak! Benim canlı canlı derimi yüzer o herif!”
Bıçağımı çıkarıp parmağımda döndürdüm ve masasına çaktım. “Bunu bende yapabilirim.” Cemal gözlerini kaçırdı. “Şimdi söyleyecek misin?”
Sessizce kafasını salladı. Sakince kalçamı masaya dayadım. “Biriniz de beni yormadan konuşmayı kabul edin be!” diye hayıflandım. Cemal, masaya uzanıp çekmecesinden peçete aldı. Onları burnuna tutarken konuşmaya başladı.
“Serkan bir yıl önce bana ulaştı. Daha önce adını duymuştum. Baştan arkadaşça yaklaştı. Beni tanıdığını, benimle iş yapmak istediğini söyledi. Yaptığım ger sevkiyatı biliyordu.” Burnunu peçeteyle kapadığı için sesi tuhaf çıkıyordu. “Kısaca hakkımdaki her şeyi biliyordu. Yüklü bir miktar para karşılığında, işim sadece malları onun adamına teslim etmekti.
“Sen mi götürüyorsun?”
“Evet. Takip edildiğimi gösteren fotoğraflar vardı. Yanlış bir şey yaparsam beni öldürmekten beter edeceğini söyledi.”
“Hâlâ ölmekten mi korkuyorsun?”
“Ölmekten ziyade o adamın yapacaklarından. İşler istediğimiz gibi gidiyordu. Sadece altı ayda istediğim paraya ulaştım. Sonra aradan çekilmek istedim. Daha sakin işler yürütmek istiyordum.” Başını sağa sola salladı. “Ama işkence videolarıyla karşılaştım.” Yüzünü buruşturdu. “Böyle bir şey daha önce görmemiştim. Beni tehdit etmeye başladı. Son nefesime kadar onlarla çalışacaktım. Sadece tek bir şartı vardı. Bu iş gizli olacaktı. Cihan yamuk yapınca sonuna geldik diye düşündüm. Onu öldürürsem kimse duymadan işe devam edebilirdim.” Yeni bir peçete aldı. “Eğer onun peşindeysen, onu haklarsın Asya. Bu bilgileri sana bu yüzden veriyorum.”
“Tabii, bulabilirsem. Nasıl ulaşırım ona?”
“Bilmiyorum. Malları teslim ettiğim sadece bir adam var. O da konuşmaz. Sadece malları alır, parayı verir. Onun da izlendiğinden eminim.”
Cemal'den de bir şey çıkacağı yoktu. “Peki, bu adamı gören kimse yok mu? Biriyle temas halinde olmalı.”
“Adam çok profesyonel. Bu kadar titiz çalışanı hiç görmemiştim. Ayrıca çok tehlikeli.”
Bu kez konuya Atalay da dahil oldu. “Cemal de bizimle iş birliği yaparsa, şu buluştuğu adamı takip ederiz.”
Cemal burnunu silerek, “Şu adamdan paçamı kurtarayım başka bir şey istemiyorum.” dedi.
♠️
Arabaya geri döndüğümde motoru çalıştırdım. Atalay, Cemal'in telefonuyla bir bağlantı kurmuştu. Böylece her şeyi duyabilecek ve onu takip edebilecektik. Ayrıca çantanın içine takip cihazı koymayı unutmamıştı. Adam çantayı alıp gittiğinde onu da takip edecektik.
Bir süre sonra Cemal iki adamıyla beraber arabaya bindi. Elinde çanta vardı. Sessizce onu takip etmeye başladık. Takip programı olduğu için aradaki mesafeyi koruyordum.
Toprak yoldan girdi. Gittikçe mesafeyi açtım. Karşıda duran eski birkaç depo görüş alanımıza girdi. Arabayı kenara çektim ve beklemeye başladık. Atalay silahını çıkarıp hazır olduğunu gösterdi. Torpidodan uzanıp dürbünü aldım. Ve depoyu izlemeye başladım.
Takım elbiseli ciddi duruşlu bir adam deponun içinde bekliyordu. Deponun kapıları ardına kadar açık olduğu için görüşüm netti. İçeride gördüğüm kadarıyla iki Jeep vardı. Gördüklerimi Atalay’a ilettim.
Cemal adamıyla birlikte arabadan indi. Sesleri duyabiliyorduk ama kimse konuşmuyordu. Cemal çantayı uzatıp bekledi. Başka bir adam çantayı aldı ve görüşümden çıktı. Cemal’in karşısındaki adam mimik bile oynatmadan ona bakmayı sürdürdü.
Cemal’den sonunda sessizliği bozdu. “Parayı vermeyecek misiniz?”
Karşısındaki adam silahını çıkarıp Cemal’in alnına dayadı. “Patronun, Asya'ya selamı var.” Cümlesini bitirir bitirmez Cemal’in alnına bir delik açtı. Hızla Cemal'in adamını da vurdu.
Dişlerimin arasından, “Biliyorlardı!” diye fısıldadım.
Cihan arkadan, “Hassiktir!” diye haykırdı.
Dürbünü torpidonun üzerine fırlatıp gazı kökledim. Depoya sürdüğümde adamlar çantayı ateşe vermiş, arabalarıyla henüz yeni çıkıyorlardı. Duraksamadan arabaların peşlerine takıldım.
Arabalara yaklaştığımda Atalay ve arkadaki adamları ateş etmeye başladı. Onlarda karşılık vermeye başlamıştı. Atalay şarjörünü yenilerken, bana baktı. Ardından tekrar cama çıktı ve ateş etmeye başladı.
Arabaya, ateş ettikleri için bir türlü yaklaşamıyordum. Uzun süredir onları kovalıyordum. Sonunda lastiğimizin biri patladı. Frene basıp arka arkaya küfürler savurdum. O kadar sinirlenmiştim ki arabadan inip kapıyı kırmak istercesine sertçe kapattım.
♠️
Atalay’ın adamları bizi gelip aldı ve depoya geri döndük. İki ceset ve yanıp kül olmuş çantaya takıldı bakışlarım. O kadar öfkeliydim ki, gerilen damarlarım patlayacak gibi hissediyordum.
“En başından beri Cemal'i dinliyorlardı.” Dedi Atalay.
“Yakında sıyıracağım! Kafayı yiyeceğim!” Derin bir nefes alıp verdim. “En azından elimizde bir plaka olsaydı.”
“Bir plakası olsaydı.” Diye cümlemin devamını getirdi Atalay. “Artık yapacak bir şey yok. Dönelim.”
Cihan, “Cemal sorunu çözüldüğüne göre, artık beni bırakabilirsiniz.” dedi.
“Kalanları temizlemeyecekler mi sanıyorsun?”
“Yani? Beni misafir edeceksiniz.” Cihan, iyi dövüşür iyi silah kullanırdı. Ama olaylara dalmak yerine sinsice yaklaşmayı tercih ederdi. Yetenekliydi. En azından işime yarayabilirdi.
Tekrar başa dönmüştük ve bu beni delirtiyordu. Depodan çıktık. Atalay’ın İstanbul'daki evine geçmiştik.
Sağ tarafta kalan salonda biraz dinlenmeye karar verdim. Atalay odasına çekilmiş olmalıydı. Dakikalarca oturdum, dolandım, dışarısını izledim. Bir şey yapamamak canımı sıkıyordu. Her seferinde elimden kaçıyor, ama gittikçe daha fazla yaklaşıyordu. Eninde sonunda onu yakalayacaktım.
Çatı katındaki odaya girdiğimde sadeydi. Ayrıca bir koltuk olması, beni rahatlatmıştı. Düz bir gardırobu vardı. Kapaklarını açtığımda sadece elbise gördüm. Şort yoktu! Pantolon, tişört, ve gömlek yoktu. Sadece elbise olması sinirlerimi bozmuştu. Olabildiği kadar sade olan siyah elbiseyi aldım.
Ilık bir duş alıp elbiseyi üzerime geçirdim. Aynanın karşısına geçip omuzlarımı geri attım. Elbise dar değildi. İnce bir kumaşa sahipti. Rahattı. Saçlarımı tarayıp, ensemden topladım ve aşağı indim. Atalay, yemek masasında dizüstü bilgisayarında bir işle meşguldü.
Çıplak ayaklarımla yanına giderken sesimi duymuş olmalı ki gözleri bana döndü.
“Dolapta sadece elbise vardı.” Diye huysuz bir şekilde söylendim.
“Senin için bir şeyler almalarını söylemiştim.”
“Anlaşılan tarzımı bilmiyorlarmış.” Eteğim savrulurken sandalyeye geçtim. “En azından rahat.”
Atalay bilgisayarına kitlenmişti. “Ediz, buraya gel.” Dediğinde arkasındaki koruma hızlıca yanına ulaştı. “Şurada yazan tüm isimlerin bilgilerini istiyorum.” Ediz itiraz etmeden bilgisayarı aldı.
Anlaşılan Atalay yeni bir iş üzerindeydi. Gördüğüm kadarıyla, özel bir şirketin sitesiydi. Ayağa kalkıp başka siyah takımlı adama “Araba anahtarı alabilir miyim?” diye sordum. Sormaktan ziyade vermek zorunda olduğunu açıkça belirttim. Adam Atalay’a baktı. “Atalay değil ben istiyorum.”
“Ne yapacaksın arabayı?” Atalay bu kez dikkatini tamamen bana vermişti.
“Gidip biraz kafa dağıtacağım.” Normalde araba kullanmaz, yürüyerek gidip gelirdim. Ama bu ev ormanlık bir arazi yolundaydı.
“Olmaz. Tehlikeli.” Atalay da ayağa kalkmıştı. Geniş göğsünü tehdit eder gibi gerdi. Kaşları her zamanki gibi çatıktı.
Onun aksine benim bakışlarım tehdit saçıyordu. İki büyük adım atıp suratına yaklaştım. “Durdurmayı dene.” Sesim sert ama sakin çıkmıştı. Öfkeli bakışlarımı gözlerinin içine diktim. Ayağımı sertçe sandalyeye koyup, bacağıma sardığım banda elimdeki bıçağımı yerleştirdim. Elbise kısa olmasına rağmen bacağımı kapatıyordu. Hızlıca arkamı dönüp kapıya yöneldim.
Spor ayakkabıları giyip kapıdan çıktım. Atalay’ın üzerime yönelik bir emir vermesinden nefret ediyordum. Ama verdiği emirler benim umurumda değil.
Dışarı çıkıp kapıda duran tek korumaya baktım. Yanındaki arabaya baktım. “Arabanın anahtarlarını ver.” Adam sert duruşunu bozmadan suratıma bakmayı sürdürdü. “Zorla almamı mı tercih edersin?” diye üzerine yürüdüm. Kılını kıpırdatmamıştı. Bu elbiseyle mi ciddiye alınmıyordum? Anlamadım.
Birden karşımda duran adam yere yığıldı. Şaşkınlıkla arabanın yanına çöktüm. Önüme yığılan adamı bacağından çekeledim. Çenesinden tutup başını çevirdim. Boynuna isabet eden bir iğne vardı. İğneyi alıp parmaklarımın arasında çevirdiğimde içindeki bir yudum sıvı, adamın neden yığıldığını açıklıyordu.
Yan taraftan adımı duydum. “Asya Hanım! Orada her şey yolunda mı?” Bu Ediz'di. Adımları temkinli bir şekilde bana yaklaşıyordu. Her an belindeki silahını çıkaracak gibiydi.
Elimi ona doğru kaldırdım. “Dur! Tuzak bu, koş! Koş diğerlerine haber ver!”
Etrafta duran korumalar sesimi duymuş onlar da hazırlıklıydı. Yerde yatan adamın belindeki silahını aldım. Sırtımı dayadığım arabadan kaldırdım. Biraz kafamı kaldırıp etrafı gözetledim ama kimseyi göremedim. Etraf sessiz ve sakin görünüyordu. Dişlerimin arasından “Neredesin, neredesin?” diye mırıldandım. Ama hala görüş alanıma giren biri ya birileri yoktu.
Bu kez Atalay’ın sesini işittim. “Asya!”
“Ben iyiyim! Görüşü olan var mı?”
“Asya'yı bu tarafa alın, hemen!” öfkeli sesi tüm sokağı inletti.
Ondan güçlü bir sesle “Hayır!” diye haykırdım. “Kimse yerinden kıpırdamasın!”
Arabanın dikiz aynasını elimle sarsaladım. Kopacak gibi durmuyordu. Bu kez ayağımın altıyla vurmaya başladım. Elbisenin açılması umurumda olmuyordu. Sonunda aynayı kopardım ve yanımda yatan adamın cebinden telefonunu çıkardım. İlk önce aynayla tenha olan yere göz gezdirdim. Hala kimseyi göremiyordum.
Bu kez telefonun flaşını açıp aynaya tuttum. Aynayı gezdirirken, “Göster bakalım kendini.” diye mırıldandım. Bunu yapan her kimse, iyi gizlenmişti.
Ve gözlerim bir yansımaya takıldı. Çok geçmemişti. Bir ağacın dibinde kamufle olmuştu. Ama dürbününün parıl parıl parlamasını onu ele vermişti. “Buldum seni.” Zaferle dudaklarım kıvrıldı.
İyi nişancıydım. Fakat bu mesafeden onu tabancayla vurmam kolay olmayacaktı. Çıkıp ateş etmek için hazırlandım. Tam o sırada arabaların fren sesini duydum. Kafamı camdan bakmak için kaldırdım. Siyah bir minibüs, arkasında görebildiğim kadarıyla iki Jeep vardı.
Arabadan indikleri gibi ateş etmeleri bir olmuştu. Saklandığım arabanın camları inerken o boşlukta tekrar kafamı kaldırıp ateş etmeye başladım. Atalay’ın olduğu taraftan da ateş sesleri yükselmişti. İki ateşin arasında kalmak zordu.
Dakikalarca süren çatışmada kimse ölmemişti. Silah olarak karşı taraf daha güçlüydü. Arkamdaki arabaya ateş ettikleri için buradan ayrılmam gerekiyordu. Öfkeyle dişlerini sıktım. Beni korumaları için Atalay’a doğru işaret ettim.
Ateş etmeye devam ederek onlara doğru koşmaya başladım. Fakat çıktığım gibi omuzumda bir sızı hissettim. Kurşun değildi. Daha ince bir sızıydı. İki tarafta da ateş hafiflemişti. Ölmemi istemedikleri açıktı. Sol omuzuma baktığımda aynı iğne omuzuma saplanmıştı. Gözlerim yavaşça kaydı. Buğulu gören gözlerimi açık tutmak artık imkansızdı. Bacaklarımı hissetmiyordum. Yüzü koyun yere kapaklanırken vücudum iyice hissizleşti. Tatlı bir uyku bastırıyordu. Ve, bilincim iyice kapandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kana Bulanan Bedenler ♠️ (+18)
Teen FictionKendini alacağı intikama adayan, kiralık bir kadın katil. İntikam duygusu onu öyle bir ele geçirmiştir ki, canının bir kıymeti yoktur. Bir yandan da intikamını almadan ölmemeye yemin etmiştir. Yıllardır peşinde koştuğu intikamı alabilmesi için, hiç...