10. Bölüm:
GeçmişSerkan Güney. Artık, beni öldürmek için peşimdeydi. Bu kez, ardında bir iz bırakacağını umuyordum.
Yıllarca, celladından kaçıyordu.
Bu kez, ölümüne doğru koşacaktı.
Arabayla büyük, beyaz villanın önünde bekledim. Parmaklarımla direksiyona ritim tutuyordum. Siyah, otomatik kapı yavaşça açıldı.
Diğer araba da bana yetişmişti. Bahçeye girip, taş yolu takip ettim. Buraya yıllardır gelmemiştim.
Etrafta birkaç meyve ağacı ve güller vardı. Eskisinden daha bakımlı görünüyordu. Arabayı geniş avluya çektim. Kapımı aralayıp, aşağı indim. Atalay hiç bir soru sormamıştı henüz. Kapıya doğru ilerledim ve birkaç kez kapıya vurdum.
Kapı çok geçmeden aralandı ve Aslı'yı gördüm. Beni gördüğünde gülümsedi. Bu bana kendimi tuhaf hissettirdi.
“Hoş geldiniz Asya Hanım.” Kapıyı ardına kadar açtı ve geçmemi bekledi.
Kapı eşiğinden içeri küçük bir adım attım. Aslı’ya hafif bir tebessüm ettim. Şuan kırk yaşlarında falan olmalıydı. “Hoş buldum Aslı.”
Atalay’ı ve adamlarını gördüğünde Aslı şüpheci bir tavırla yüzüme baktı. Rahat olması için gözümü kırptım. Tekrar gülümsedi.
Bahçeden, içeri giren Mesut amca beni gördüğünde kocaman gülümsemenin yani sıra, gözleri dolmuş gibiydi. “Hoş geldin yavrum.” Aslı'nın babasıydı. Yetmiş yaşlarındaydı.
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Ona sarıldım. O, iyi bir babaydı.
“Bahçeye gözün gibi bakmışsın.” Omuzuna iki kez vurdum.
Kollarımdan tutup hafifçe benden uzaklaştı. “Dur kızım. Üstün başın batacak.”
“Ne zaman temiz oldum Mesut amca?” Yüzüm ciddiydi. Onun da yüzünü düşmüştü. Omuzunu sıktım. “Asma suratını hemen. Aslı’ya söyle de çay demlesin. Sıcak sıcak içelim.”
“Hemen, hemen.”
Mesut amca yanımdan uzaklaşırken, arkamı döndüm. Atalay koltuğa oturmuş, bana bakıyordu. Diğerleri oturmamıştı.
Onlara doğru ilerledim. “Arabaları buradan yok edin. Aslı üzerinize birkaç eşya alır. Böyle takım elbiseyle çok dikkat çekersiniz. Telefonları da yok etmeyi unutmayın. Hepinize temiz bir telefon vereceğim. Mümkün olmadıkça, burnunuzu dışarı bile çıkarmayın.” Sesimdeki otoriterlik Atalay’ı memnun etmemiş görünüyordu.
♠️
Duş aldığımda kaslarım gevşemiş ve rahatlamıştım. Aslı’nın getirdiği kıyafetleri hepsi giymişti. Buna, Atalay da dahildi.
Beyaz koltukta oturmuş, Mesut amcanın sehpa üzerinde okurken yarım bıraktığı gazeteyi okuyordum. Diğerleri ise, arkamdaki masada oturuyor, bazıları da pencereyi çaktırmadan kontrol ediyordu. Aslı herkese çay vermeyi ihmal etmemişti.
Atalay yanımdaki diğer beyaz koltuğa oturdu. “Bu evin sahibi kim?”
"Ne fark eder?"
"Fark etmez. Güvenli diyorsan güvenlidir." Kaşlarını sorgulayıcı bir tavırla çatmıştı. İçimi çekerek nefes alıp verdim.
Gazetemi katladım ve önümdeki sehpaya koydum. Çayımı alıp yudumladığımda Atalay dirseklerini dizlerine dayamış bana doğru eğildi.
“Peki ya onlar?” Diye sordu. Gözleriyle, cam ardında, bahçede sohbet eden Mesut amca ve Aslı'yı işaret ederek.
Birkaç saniye onları izledim. “Onlar, bu dünyada tek iyilik yaptığım insanlar.” Gözlerim bir boşluğa düşmüş gibiydi. Hızlıca kendimi toparlayıp, Atalay’ın gözlerinin içine baktım. Ardından ayağa kalktım.
“Evet! Hepiniz beni takip edin!” Kapıya doğru ilerledim. Atalay sorgulamadan beni takip etti. Diğerleri de öyle. Kapının yanındaki anahtarlıkta asılı kumandayı aldım. Kapıdan çıkıp, bahçeyi takip ettim.
Atalay’ın adımları yanımdaydı. “Bundan hoşlanmıyorum.” Diye hayıflandı. Kendi evinde emirleri o verirdi ama burada beni dinlemek zorundaydı.
Ona doğru bir tebessüm ettim. “Eminim, göreceğin şeye bayılacaksın.”
Büyük garaj kapısının önünde durdum ve kumandaya bastım. Garaj kapısı yavaşça yükseldi. Hafifçe eğilerek içeri girdim.
İçeride turuncu bir Lexus LFA, mavi Volvo S90, beyaz bir Porsche 911, siyah Bugatti Veyron, kırmızı Aston Martin Vanquish, koyu yeşil Audi R8, koyu gri bir Mercedes AMG Gt ve gümüş gibi parlayan Jaguar Vision Gran Turismo vardı.
Garaj çok büyüktü. Arabaları severdim. Bir nevi koleksiyon yapıyordum. Zemin beyaz fayansla döşeliydi. İnsan kendi yansımasını görebilirdi.
Adımlarım doğruca sol tarafta duran, büyük gri panjuru buldu. Onlara doğru döndüğümde Atalay ile göz göze geldim. Kotumun arka cebinden, gümüş ufak anahtarı çıkardım. Panjuru kilidini açıp, sağa doğru sürgüledim.
Dolabın içi çeşitli silahla doluydu. Mermiler, şarjörler hepsi düzenli bir şekilde diziliydi. Herkes birer silah aldı. Atalay da öyle. Şarjörünü takarken bile gözü bendeydi.
Sol hizadan devam ettim. “Göstermem gereken asıl şey..” Sıkıntıyla nefesimi dışarı bıraktım. Köşedeki metal dolabı çektim. Altından çıkan kapağı, aynı anahtarla açıp, kapağı araladım. Oldukça geniş ve rahat basamakları vardı. Bir basamağa basarken “Size burayı gösterdiğime inanamıyorum.” diye kendi kendime mırıldandım.
Aşağı indiğimde, sağ taraftaki düğmeye dokundum. Işıklar yavaş yavaş ileri doğru açıldı. Dizeli metal raflar, ranza gibi yan yanaydı. Duvar kenarında koridor boyunca masa vardı. Uzun koridor sığınaktan çok, silah deposuydu.
“Burası resmen mühimmat deposu.” Arkamı döndüğümde Ömer zevkle dudağını bükmüş, etrafa göz gezdiriyordu.
Atalay bile şaşkınlıkla tebessüm etti. “Sana inanamıyorum.”
Rafların arasından geçtim. “Burada her türlü silahı bulabilirsiniz. El bombaları, patlayıcılar, sniper, seri silahlar...” sayarken bir yandan rafları gösterdim. "Aklınıza ne gelirse." Ellerimi arka ceplerime soktum ve rafa omuzumu yasladım. Atalay bana bakarak tebessümünü sürdürdü.
Omuzumu metal raflardan ayırdım ve masa altından şifreli gri çantayı çıkardım. Masanın üzerine koyduğum çantanın, sapının yanında bulunan sayıları çevirerek çantayı açtım. İçinden sekiz telefon çıkardım ve diğerlerine uzattım. Atalay’a da bir telefon uzatmayı ihmal etmedim.
♠️
Odamdaki büyük tabloyu yere indirdim. Arkasında saklı kalan kasayı açtım. İçinden sadece silahımı aldım ve kasayı kapattım. Tabloyu tekrar aynı yerine astım. Pencerenin önünde durdum. Elimdeki silaha bakarken omuzumu duvara yasladım. Üzerindeki işlemede baş parmağımı gezdirdim. Arkamda duyduğum adım sesleriyle başımı kapıya çevirdim. Gelen Atalay idi.
“Zeynel, eve saldırdıklarını haber verdi.” Bir yandan adımlarını atmaya devam etti. “Onlarda bir şey yok, ama Serkan’dan da bir iz yok.” Kaşlarını daha da çattı.
Derin bir nefes alıp verdim. “Sonsuza kadar saklanamayacak.”
“Seni arıyor. Bunu biliyorsun..” Pencerenin önünde duraksayıp yüzüme baktı. “Öldürmek için.”
“Sen kendi başının çaresine bak. Ben bu duruma alıştım.” Alt dudağımı umursamaz bir tavırla bükerken omuzumu duvardan ayırdım. “Hâlâ yaşıyorum.”
Pencereye dönerken çenesini sıvazladı. Cevap vermedi. Elini cebine yerleştirirken, elimde tuttuğum silaha baktı.
“Özel birinin mi?”
Komodin üzerine bıraktım. “Babamındı. Onu bulmak kolay olmadı.” Kalçamı yavaşça yatağa koydum.
Yerinden kıpırdamadı. Karşıdan bana bakmayı sürdürdü. “Aileni öldürdüğü için mi? Bu yüzden onu öldürmek istiyorsun?”
Bakışlarımı ona diktim. “Ne yani? Hâlâ beni araştırmadın mı?”
Beni cevapsız bırakmanın yanı sıra bende onu cevapsız bıraktım. Biliyordum ki, her şeyi öğrenmesi yakındı.
15 Yıl Önce
Ankara, Mart 2002
Bugün özel bir gündü. Benim doğum günüm. Kapı çaldığında heyecanlıydım. Babam her geldiğinde kapıyı büyük bir sevinçle açardım.
Kapıyı açtığımda ilk önce, babamın elindeki büyük kutuyu gördüm. Gözlerim ve dudaklarım şaşkınlıkla açılırken, yüzümde ayrı bir mutluluk vardı.
Parmaklarımın ucunda zıplamaya başladım. “Pasta mı? Pasta mı?” Bugün on bir yaşıma girecektim.
Annem arkamdan omuzlarıma dokundu. “Asya sakin olur musun lütfen?” Babamın elindeki kutuya uzandı ve babamın yüzünü ancak o zaman fark edebilmiştim. Bana kocaman gülümsüyordu. Alnıma bir öpücük bırakırken elimden tutup içeri girdi.
Evimiz müstakil ve küçüktü. Kanepeler birbirine yakın duruyordu. Ortada, üzeri fayans olan ufak bir masa vardı. Annem pastayı masaya koymuş, mumları yakıyordu. Pasta bembeyazdı. Üzerinde bir prenses vardı.
Kanepeye oturdum. Babam bir yanıma, annem de diğer yanıma oturdu. Geçen doğum günümde babam mumları benden önce üflediği için, bu kez mumları üflemek için acele ettim. Kalan bir mumu üfleyemedim. Babam yine yapacağını yapmış, mumu üflemişti.
Annem bir yanımda kahkaha atarken, ben buruşturduğum suratımla babama bakıyordum. Ama o, kahkaha atıyordu.
O sert bir adamdı. Ama benimleyken çocuk gibiydi. Babamın kötü biri olduğunu biliyordum. Hatta görüntüsü bile korkunçtu. Her zaman spor yapardı. Uzun ve iri bir bedeni vardı. Hatta kapıdan zor geçerdi. Ama beni asla korkutmuyordu. Şimdiye kadar bana sesini bile yükseltmemişti.
Bana öyle güzel bakıyordu ki, ondan korkmak yerine, kendimi güvende hissediyordum.
Saçlarımı okşayarak, iki eliyle yüzümü avuçları arasına aldı. Alnımdan öptü ve “İyi ki doğdun prensesim.” dedi. “Unutma, ben her zaman arkandayım. Yaptığın her yanlışta, her doğru da, yine seni seviyor olacağım. Her zaman.”
Ona sarıldım. Annem diğer yandan saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Yanağımı öptü. “İyi ki doğdun güzel kızım. Şans ve güzellikler seni bulsun.”
İkisine birden sarıldım. Pastayı yemek için hazırdım. Annem hepimizin eline çatal verdi. Hepimiz bir pastayı ortada yiyecektik. Elimde çatal kahkaha atmaya başladım.
Tam o anda bir gürültü duyuldu. Kapımız sesli bir şekilde açıldı. Babamın elindeki çatal yere düştü. Birden ayağa fırladı. Belindeki silahını çıkardı. Kendimi, annemin titreyen kolları arasında buldum. Babam, bizi saklamaya çalışıyordu. Gitmemiz için eliyle mutfağı gösteriyordu.
Annem beni itip durdu. Korkuyordu. Gözüm babamın üzerindeydi. Karşısına iki adam dikildi. Onları vurduğunu gördüm. Arkasından birkaç adam daha geldi. Her şey çok hızlı ilerliyordu. Ama bir adamın yüzünü çok net görmüştüm. Yanağından, dudağına kadar uzanan bir yarası vardı. Hole girdiğimizde artık onları görmüyordum.
Babamı gözümün önünden kaybettim. Annem beni mutfağa sokmuş kapıyı arkamızdan kilitlemişti. Hol boyunca korktuğumuz için annem nefes nefeseydi. Belki de korktuğu için bu kadar sık nefes alıyordu.
Alt taraftaki mutfak dolabını açtı. Beni kolumdan kavrayıp aceleyle oraya soktu.
Eğildi ve yanağımı okşadı. “Seni seviyorum canım.” Ağlamaya başladı.
Uzanıp ben onun yanağını okşadım. “Anne korkma. Babam her şeyi halledecek.”
Annem dudaklarını birbirine bastırdı ve avuç içlerimi öptü. “Beni dinle Asya..” mutfak kapısını biri açmaya çalışıyordu. Kapı kulpunu zorlamaya başladı. Annem aceleyle bana döndü. “Bu dolabın arkasında beklemeni istiyorum. Ben gelene kadar dışarı çıkmayacaksın. Anladın mı beni? Sakın dışarı çıkma. Ne olursa olsun. Uslu bir çocuk ol ve anneni dinle.” Ben uslu bir çocuk değildim.
Sessizce kafamı salladım. Annem burnunu çekti. Ardından saçlarıma öpücükler bıraktı. Yanaklarımı ve ellerimi arka arkaya öptü. “Seni seviyorum bebeğim. Seni çok seviyorum.”
Arkamdaki kapağı itti. Arka tarafa geçip kapağı kapattım. Birkaç metre sonra aşağı doğru inen bir merdiven vardı. Ama içerisi çok karanlıktı. Ben, korku nedir bilmezdim.
Basamakları ayaklarım ve ellerimle yokladım. Kalçamı basamaklara sürüyerek, aşağı inmeye başladım. Birden duraksadım. Tekrar yukarı baktım. Hiç ses yoktu.
Bu kez basamakları yukarı çıkmaya başladım. Duvar kenarında, elime bir şey çarptı. Elimle yokladım. Bir kutuydu. Kenarındaki metal çıt çıtları açtım. Elimi içinde gezdirdim. Bir silah buldum.
Onu aldım ve kutudan çıkardım. Kulağıma ince sesler gelmeye başladı. “Asya?” Bu bir yabancının sesiydi. “Hadi, neredeysen çık.” Sesi çok kısıktı ama duyabiliyordum. “Annen ve baban seni bekliyor.” Dolap kapaklarının sert bir şekilde vurduğunu duydum. “Sana bir doğum günü hediyesi getirdim. Neden gelip bakmıyorsun?” Dolap kapakları tekrar kapandı. Elimdeki silahı kapağa doğru tuttum.
Babam bana silah kullanmayı öğretmişti. Annemle bu yüzden tartıştıklarına bile şahit olmuştum. Bu yüzden babamla ne zaman dışarı çıksak, annemden gizli şeyler yapardık. Beni boş bir arazide çalıştırırdı. Silahlarını gösterir ve onları nasıl temizleyip toplayacağımı gösterirdi.
Sesler çoğaldı. Kimin ne dediğini duyamıyordum. Gür bir sesi çok net duydum. “Nerede bu çocuk!?” Sakindim. Silahı kapaktan ayırmadım. “Asya! Burada olduğunu biliyorum. Annenin ve babanın ölmesini istemiyorsan ortaya çık ufaklık!”
Birden yutkunma hissi geldi. Küçük boğazıma, büyük bir yumru oturmuştu.
Ellerim titremiyordu. Sadece nefeslerim derinleşmişti. Bir de bacaklarım uyuşuyordu. Bir sürü konuşma sesi vardı. Hiç biri net değildi. Etraf tekrar sessizleşti.
“Efendim! Polisler geliyor, gitsek iyi olur.”
Bir kapak sert bir şekilde kapandı. Sessizce yerimde sıçradım. “Bana o çocuğu bulacaksınız!”
Gürültülü ayak seslerinin uzaklaştığını anlayabilmiştim. Şimdi ne yapacağımı bilmiyordum. Annemi beklemeliydim ama ben hiç söz dinleyen bir kız olmadım. Kapağı araladım.
Mutfağa kısa bir göz attım. Kimse yoktu. Ses yoktu. Mutfak kapısından çıkıp, holde ilerledim.
“Anne?” Cevap vermedi.
Salona yavaş adımlarla geçtiğimde yerde, babamın yattığını gördüm. İlerledikçe, annemin bedeni de görüş alanıma girdi. Gözlerim dolmuştu. Yerimden kıpırdayamadım. Gitmek istiyordum. Ama ayaklarım ilerlemiyordu.
İlk defa korkuyordum. Dizlerimin üzerine çöktüm. Silahı bıraktım. “Baba?” Beni duymamıştı. “Baba?” Daha yüksek sesle seslendim.
Ayaklarımın altı karıncalanıyordu. Emekleyerek, yavaşça yanlarına doğru ilerledim. “Anne?” Sesim titriyordu. Ağlamaya başladım.
Yanlarına vardığımda kanlar içinde yattığını gördüm. Annemin göğsünden yere doğru kan sızıyordu. Babamın ceketini açtığımda gömleği kan içindeydi.
Ona sarıldım. “Ölmeyin baba. Lütfen, ölmeyin.” Annemin elini tutup onun yanına geçtim. Canım çok yanıyordu. Ama vücudumda hiç bir yara yoktu. Çok farklı bir acıydı.
Annemin boynuna sarılıp saçlarını kokladım. İkisinin arasına geçip kollarımı boyunlarına doladım. Hıçkırarak ağlıyordum. Annemin başı, başıma düştü. Babamın başı, omuzuma.
Hıçkırarak döktüğüm gözyaşları, yanaklarımdan süzüldü. O anda içeri birçok polisin girmesiyle, annemle babama daha çok sarıldım. Gözlerimi araladığımda, karşımda duran bembeyaz pastanın üzerinde, kan lekeleri vardı.
En mutlu günüm, en nefret ettiğim gün oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kana Bulanan Bedenler ♠️ (+18)
Fiksi RemajaKendini alacağı intikama adayan, kiralık bir kadın katil. İntikam duygusu onu öyle bir ele geçirmiştir ki, canının bir kıymeti yoktur. Bir yandan da intikamını almadan ölmemeye yemin etmiştir. Yıllardır peşinde koştuğu intikamı alabilmesi için, hiç...