8. Bölüm:
Öfkeİçimde büyüyen bir öfke vardı. Ucu bucağı olmayan bir öfke.
Saç diplerimden, ayak ucuma kadar bir karıncalanma oldu. Dudaklarım aralandı. Ama konuşmadım. Saç diplerimi kaşıdım. Karıncalanma gitmiyordu. Derin bir nefes alıp verdim. Sakinleşmem gerekiyordu ama olamıyordum.
“Yalan söylüyorsun.” Diye çıkıştım. Oturduğum sandalyeden ayağa fırladım.
“Emin olana kadar sana söylemedim. Bu haber bana ilk geldiğinde çok mantıksız buldum.” Onunda ayaklandığını hissettim. “Daha detaylı bir araştırma yapıyorum. Bu fotoğraflar dün çekildi.”
Elindeki fotoğrafları hırsla çekip aldım. Bu Orkun’du. Yanındaki de Serkan.. Onu on yedi yıldır görmesem de, hemen tanımıştım. Onun iğrenç suratını asla unutamazdım.
Fotoğrafı inceledim. Orkun elindeki telefonda bir şeyleri gösteriyordu. Diğer fotoğrafa geçtim. Serkan, Orkun’un ensesini tutmuş bir şeyler söylüyordu. Diğer fotoğrafta ise; tokalaşıyorlardı. Orkun iki eliyle birden Serkan’ın elini kavramıştı.
Elimdeki fotoğraflara kitlenmiştim. “Asya?” Dedi Atalay.
Elimdeki fotoğrafları, hırsla avucumun içinde buruşturdum. Parmaklarımla ezdim. Sıktım. Paramparça yapmak istedim. “Onu öldüreceğim.” Diye dudaklarım aralandı. “Onu öldüreceğim!” Elimdeki fotoğrafı attım. “Orospu çocuğu.” Koşmak için bir adım attım. Fakat Atalay kolumu hızlı bir şekilde yakaladı.
“Asya, hayır.”
Kolumu kurtardım. “Sakın bana engel olmaya çalışma.” Atalay tekrar kolumu kavradı. Sertçe sarstı. Kolunu yakalayıp, dirseğimi karın boşluğuna geçirdim. Koşmaya başladım.
“Yakalayın şunu!” Atalay’ın sesi üzerine adamları bir anda üzerime gelmeye başladı. Ama hiç biri umurumda değildi. Tek istediğim, Orkun'u öldürmekti.
Karşıma çıkan bir adamı hızlıca yere serdim. Bir yandan koşmaya devam ediyordum. Her üstüme gelen adamdan kurtuluyordum. Birini daha teknemle yere serdiğimde, diğerinin bana silahını doğrulttuğunu gördüm.
Atalay “Hayır!” diye bağırıyordu.
Etrafımdaki adamlar çoğaldı. Biri arkamdan sarıldı. Eğilip onu üzerimden attım. Hızla ayağa dikilip hepsinin yüzlerine baktım. Birkaç kişi üzerime adım attı.
İki kişi kollarıma sarıldı. Aralarında kendimi sallayıp havalandım. İkisinin kollarından kaydım ve birinin suratına attığım yumrukla diğerinin bacaklarına vurduğum tekmeyle birlikte yere serdim.
Hareket etmek üzereydim. Ama biri üzerime atladığında kendimi yüzükoyun çimenlerde buldum. Debelenip dururken başımın üzerinde duran silahı fark ettim. Biraz uzanarak onu kavradım ve kabzasıyla başına vurdum.
Ani bir hareketle kalkıp silahı attım. Tekrar koşmaya başladım. Sandalyenin, ardından masanın üzerine basarak sıçradım ve iki kişinin üzerinden atladım.
Evin ahşap zeminine ayak basıyordum ki içeriden çıkan birkaç adamla yönümü değiştirdim.
Evin etrafından dolaşmak istedim. Bu kez anlamadığım bir yerden karnıma isabet eden bir sopayla birlikte kendimi tekrar yerde buldum. Kalkmaya fırsat bulamadan birkaç kişi üzerime eğildi. Etrafımda o kadar çok adam vardı ki, takım elbiselerinden başka bir şey göremiyordum. Dişlerimi sıkarak debelendim. Öfkeyle çıkan bağırışlarım kimseyi etkilemiyordu.
Bacaklarımı ve kollarımı öyle bir tutmuşlardı ki hareket ettiremiyordum. Omuzlarıma ve bedenime baskı uyguluyorlardı. Göğsüm aldığım sık nefeslerden dolayı hızla inip kalkıyordu.
Yanımda Atalay’ın dikildiğini gördüm. Dişlerimi bir kez daha sıkıp, kendimi kurtarmaya çalıştım. Bu kez bu öfkem onaydı.
“Bırak beni! O pisliği öldüreceğim!”
“Öfkeyle hareket ediyorsun Asya.”
“Öfkem dinmeyecek, asla ve asla dinmeyecek! Ta ki Orkun şerefsizini öldürene kadar!” diye haykırdım.
Sakin bir tavırla elini cebine koydu. Çehresi hala sertti. “Yani bir şey öğrenmeden onu öldürmeyi mı düşünüyorsun?” Gözlerini gözlerimden bir an olsun ayırmadı. “Asya. Bir tek Orkun, Serkan ile temas halinde. Ben sana Serkan’ın sağ kolumu buluyorum ve sen onu öldürerek harcamak istiyorsun.”
Öfkeyle bir kez daha kendimi kurtarmak için vücudumu sarstım. Dişlerimin arasından öfkeli bir ses çıkardım. Başımı çimenlere yasladım ve hızlı nefesimi dizginlemeye çalıştım. Kuruyan dudaklarımı ıslattım.
“Tamam!”
“Sakin olacak mısın?”
Vücudum savaşmayı bırakmıştı. “Umarım iyi bir planın vardır.”
“Tamam, bırakın.” Dedi sakince.
Üstüme üşüşen adamları teker teker kayboldu. Bir süre çimenlerde yatıp, daha sonra ayaklandım. Atalay etrafa bakıyordu. Bahçeye göz gezdirdiğimde bazı adamlarının yerde hala baygın olduğunu gördüm. Kimileri de üstünü başını düzeltmeye çalışıyordu.
Atalay’ın karşısında durdum. Yüzüme baktı. “Gerçekten gideceğine inandım,” etrafa kısaca göz gezdirdi. “Eğer, öfken seni kontrol etmeseydi..”
Ellerimle yüzümü sıvazladım. “Onu parçalamak istiyorum.” Diye soludum.
“Daha anlatacaklarım var. Ama kendini kontrol edeceğine söz verirsen.”
Bu konuda iyi değildim. Hiç bir zaman sakinleşmeyi başaramazdım. Derin bir nefes alıp verirken, avuç içimi kalçama sürttüm. Dediğim gibi, sakin olamıyordum.
“Tamam.” Dedim. Sesim artık düzgün çıkıyordu. Nefesim daha düzenliydi.
“Orkun, başından beri Serkan için çalışıyor. Fotoğraflar, telefon kayıtları.. Yıllarca seni izledi Asya. Büyümeni seyretti. Tek istediği Orkun’un sana yakın olmasıydı. Ama bunu neden yapıyordu? Aklımdaki soru bu.” Kaşlarını çatıp tekrar bir elini cebine soktu. “Şimdi, Orkun senin öğrendiğini bilmiyor. Onu izlememe izin ver.”
Söylediği ona göre mantıklıydı. Ama bana göre değildi. Onu izleyerek zaman kaybetmek istemiyor, hıncımı almak istiyordum.
“Daha detaylı bir araştırma yapmam lazım. Tüm bunlar, senin geçmişine bağlı.” Atalay’ın bu söylediğiyle şaşkınca ona baktım.
“Geçmişimi araştırmak için, benden izin mi istiyorsun?”
“Evet.” Dedi tereddütsüz. Bakışlarını bu kez benden kaçırdı. “Bir yandan müşterim sayılırsın. Müşterilerimin geçmişine bakmam.”
“Tamam.” Dilimi dudaklarımın kenarında gezdirdim. “Araştır beni. Saklayacak bir şeyim yok. Bekleyeceğim.”
Atalay yavaşça başını salladı. “Mantıklı bir karar verdin.” Gitmek için arkasını döndü. Sorduğum soruyla tekrar duraksadı.
“Sen? Orkun'u takip ettiriyor musun?”
“Tabi.”
“Ya Serkan?”
“Kayıp.” Dedi içini çekerek. “Adam kendini gizlemeyi iyi biliyor. Açık söylemek gerekirse; beni zorlayacak.”
“Sabırlı değilimdir Atalay. Haberin olsun.”
♠️
Aldığım ılık duş bile sakinleşmeye yetmemişti. Sık sık derin soluklar alıp başka bir şey düşünmeye çalışıyordum. Bu imkansızdı.
Üzerime haki yeşil tişörtümü geçirdim. Atalay'a yalan söylemiştim. Gidip o Orkun’un boğazına çökecektim.
Kapıyı hızla açtığımda Atalay kapının önünde dikiliyordu. Onu görmeyi beklemediğim bir şeydi.
“Gideceğini biliyordum.”
“Gitmiyordum.” Yavaşça elini belime yerleştirdi. Pantolonuma sıkıştırdığım bıçaklarımı çıkardı. Gözlerimi devirdim. “Oturup öylece bekleyemem ben.”
Yanımdan geçip, bıçaklarımı yatağın üzerine attı. “Sana oyalanacak bir şeyler verebilirim.” Yüzünü bana döndü. “Adamın fotoğrafını sana gönderdim. Uyuşturucu satıcısı. Bu akşam bir sokak yarışında pazarlık yapacak.” Dudakları yana doğru kıvrıldı. “Bende seninle bu partiye katılacağım elbette.”
Dudaklarımın arasından, dalga geçer gibi bir kahkaha çıktı. “Sen? Benimle birlikte partiye katılacaksın?” Elimi belime yaslarken omuzumu duvara dayadım. “Atalay Taşkıran, sahadan uzak durur sanıyordum. Hayır diyemem. Stres atmama yardımcı olabilir.” Odadan çıkacakken boğazımı temizleyerek durmasını sağladım. “Umarım, bana uygun bir yarış araban vardır.”
Sadece keyifli olduğunu gösteren bir yüz ifadesini takındı. Benimle gelmesinin tek sebebinin Orkun’un peşinden gitmeyeceğime emin olmaktı.
Birkaç dakika odanın içinde dolandım. Gözüm bıçaklarıma takıldı. Onları alıp çantama attım. Kafamı kaldırdığımda Zeynel kapıyı tıklamak üzereydi.
“İçeri gelsene.” Sesim düzdü.
Büyük bir adım attı. “Bir şeye ihtiyacın var mı?”
“Dışarıdan birkaç şey alacağım. Benimle gelebilirsin.”
“Tabi. O halde arabayı hazırlatayım.”
“Atalay’a haber verme.”
“Başına iş açmayacağına söz verirsen?” Kaşlarını çattı.
Keyifle dudaklarım kıvrıldı. “Birkaç şey lazım sadece.”
Zeynel ile aşağıda arabada buluştuk. Arabayı o kullanıyordu. Yan gözle bana baktığını fark ettim.
“Seni hafife aldığımı kabul etmeliyim.”
“Sabah olan olaydan mı bahsediyorsun?”
Başını hafifçe salladı. “Hepimizin üzerinden geçiyordun.”
Camdan yüzüme vuran güneş yüzünden yüzümü buruşturdum. “Biraz öfke problemim var.” Zeynel'e döndüm. “Seni yaraladım mı?”
“Sorun değil.”
Daha sonra yolculuk sessiz geçti. Ankara da tanıdıklarım olduğunu gören Zeynel şaşırmıştı. Aradığım her şeyi bulmuş kendime ufak bir sırt çantası alıp hazırlamıştım. Eve dönerken arabayı ben kullandım.
♠️
Güneş batmıştı. Siyah hırkamın kapüşonunu kafama geçirip mermer basamakta Atalay’ı bekliyordum. Taş yola baktım. Arabalar buradan giriş yapıp çıkıyordu. Oldukça geniş bir yoldu. Evin etrafını saran bir bahçe, her kompresinde dikilen bir adam vardı. Benim için rahatsızlık vericiydi. Yalnız olmayı severdim.
Arkamdaki kapı açıldı. Atalay neyse ki gelebilmişti. Üzerine bir tişört ve altına siyah bir kot pantolon giymişti. Onu gördüğümde gülümsememe mani olamadım. Sürekli takım elbise içinde olduğu için, farklı gözükmüştü.
“Biraz daha takım elbiseden ayrı kalsan iyi olur. Bu tarz seni daha sempatik göstermiş.”
Kaşlarını her zamankinden daha fazla çattı. “Biraz daha konuşursan eğer, dudaklarını birbirine dikeceğim.” Onunla alay ediyordum.
Daha sonra bir arabanın bağıran motor sesini duydum. Ara ara verilen gaz ile sonunda araba görüş alanıma girmişti.
Alt dudağımı hayranlıkla ısırdım. Veilside Mazda Rx-7, güzelligi görülmeye değer bir şeydi bu. Turuncu ve siyah renkteydi. “Ama bu 94 model.” Dediğimde Atalay şaşırmıştı.
“Arabalardan anlıyor muydun?” Arabanın yanına geçti. Elini tavanına koydu. “Modeli ne?” diye sordu.
“Veilside Mazda.” Kollarımı birbirine bağladım. Kaşlarımı kaldırdım. “Eski modelleri severim.”
“Hepsi eski model olacak.”
“Sanırım..” arabaya doğru adımladım. “Bu yarış ilgimi çekmeye başladı.” Avucumu ona doğru uzattım ve anahtarı almak için bekledim.
Yanındaki adamdan anahtarı aldı ve bana doğru salladı. “Ben kullanıyorum.”
“Şaka yapıyorsun değil mi? Bu benim fikrimdi. Bırak da tadını ben çıkarayım.”
“Senin doğaçlama fikirlerine güvenmiyorum.” Direksiyona geçti. “Arabaya bin.” Dedi.
Gözlerimi devirdim. Yan koltuğa geçerek, omuzuma astığım sırt çantasını ayak ucuma koydum. “İçinde ne olduğunu sorma.”
Arabayı çalıştırdı. Yarım saat geçmiş olmasına rağmen hala yoldaydık. Oylamaya başladım.
“Altındaki bir yarış arabası, ve sen bunu bir at arabası gibi kullanıyorsun!”
“Şimdi mızmızlanmaya mı başladın?”
Arkama yaslanıp beklemekten başka yapacağım bir şey yoktu sanırım. Yolu izledim. Bir yarım saat daha geçti. Sonunda bir sokağa döndüğümüzde bir araba topluluğunu fark ettim.
Atalay arabalara yakın olan bir alanda arabayı durdurdu. “Adamı gördün mü?” diye sordu.
Sessizce kafamı salladım. Kırklı yaşlarındaydı. Adının Veysel olduğunu hatırladım. Ondan başka dikkat çeken başka biri yoktu. Yolun sağ tarafında birkaç adamla beraberdi. Yanlarında üç koruma vardı.
“Adam yarışa katılmıyor mu?” İkimizin gözü de Veysel'deydi.
“Hayır.”
“Şimdi keyfim kaçtı.” Sessizce ofladım. Yolun sol tarafında duran siyah arabaya baktım. “Şu Veysel’in arabası mı?” Yanında iki koruma duruyordu.
“Evet. Eminim bagajı uyuşturucu doludur.”
Gülümsediğimde Atalay garip bir şekilde bana baktı. Sanırım ne yapacağımı kestirmeye çalışıyordu.
Arabadan inmek için yeltendiğimde, “Asya hayır!” diye kolumu tutmaya çalıştı ama ben çoktan arabadan inmiştim.
Ayak ucuma koyduğun çantaya uzandım ve malzemelerimi çıkardım. Ayağa kalktığımda, sırtım bir anda sert bir şekilde arabaya vurdu. Sızlandım. Bu kez Atalay eliyle ağzımı örttü. Kendi çenesini ise elinin üzerine dayadı.
Ona saldırmaya hazırdım ki bu kez baş parmağını dudağımın üzerine koydu. Sessiz olmam için beni uyardı. Mesafesini koruması beni rahatsız etmişti. “Bize bakıyorlar. Her ne yapacaksan vazgeç.”
“Eğer elini yanlış bir yere koyar ya da dudakların bana dokunacak olursa..”
Tebessüm etti. Diğer elini saçlarımın arasından enseme koydu. “Yanlarına gelen adamı görüyor musun? Onu tanıyorum.” Gözleri dudaklarımdaydı. Bakışları yavaşça gözlerime çıktı. Alıp verdiği her nefes dudaklarıma çarpıyordu. “Eğer beni tanıyacak olursa, ters bir şeyler döndüğünü anlar.” Kaşlarını ciddiyetle çattı. “Bu işin berbat olmasını istemiyorum. O yüzden bana ayak uydur.”
Gözlerimi Atalay’ın arkasında duran adamlara çıkardım. Birkaç kişi bize doğru bakıyordu. “Bize bakıyorlar,” diye fısıldadım. Ters bir şey düşünmelerine izin vermemek için ellerimi Atalay’ın saçlarına yerleştirdim. Dudaklarımızı ayıran elini çekmişti. O kadar yakındık ki dudaklarımın çenesine dokunduğunu hissettim.
Adamlar artık bize bakmıyordu. Ellerimi Atalay’ın üzerinden çektim. Tekrar koltuğa döndüm. Düşürdüğüm çantamı alıp sırtıma astım.
“Hazırım. Sen hazır mısın?”
“Hayır. Bana aklından ne bok geçiyorsa anlatacaksın.”
“Hiç eğlenceli değilsin.” Gözlerimi devirdim. “Neyse ben hallederim.”
Yanından hızlıca ayrıldığımda Atalay arkamdan gelememişti. Yanlarından geçtiğim adamın onu tanıyor olması Atalay’ın elini kolunu bağlamıştı. Şimdi araba başında beni bekliyordu. Omuzumun üzerinden ona baktığımda, elini arabaya sertçe yerleştirdi ve ensesini sıvazladı.
İleride sohbet eden arkadaş grubuna ilerledim. Ellerinde bira şişeleri vardı. Aralarında durdum. Kalabalık oldukları için beni yadırgamadılar. Kızın elindeki biraz şişesini alıp bir yudum aldım ve birazını üzerime döktüm. Şişeyi geri verdim ve Veysel'in arabasının yanına ilerledim. Karşıya geçtim.
Ama o anda hesaba karmadığım bir şey oldu. Adamlardan biri telefonla konuşarak yanlarından ayrıldı. Arabanın yanında iki adam kaldı.
Sarsak adımlarla arabanın yanından geçerken, arabaya yaslanıp öğürmeye başladım. Adamın bana doğru gelen seri adımlarını duymuştum. “Ne yapıyorsun? Defol git burada.” Kolumdan tutup beni uzaklaştırmaya çalışırken, bu kez ona doğru yaslandım. “Oğlum bu leş gibi içki kokuyor.”
“Arabadan uzak tut şunu.”
Adam beni resmen sürüklüyordu. Bir duvar dibine geldiğimizde, ensesinden tutup hızla başımı duvara çarptım. Bir kez daha ve bir kez daha. Adam sonunda yere yığıldı.
Kafamı köşeden uzattığımda adam arabanın sağ tarafında duruyordu. Yani tam göz önünde. Arabanın görünmeyen kısmına -sol tarafına- geçerek kendimi gizledim. Hafifçe öksürdüm. Arabanın altından baktığımda adımlarının bana doğru döndüğünü gördüm.
Bacağını kavrayarak çektim ve sırt üstü sert bir şekilde yere düştü. Hızlıydım. Üzerinden geçip kravatını boynuna doladım. Bacaklarımla kollarını kilitledim. Kravatı iyice sıktım. Bir süre debelendi ve vücudunu serbest bıraktı.
Sessizce arabanın kapısını açtım. Kaputu açan düğmeye basıp kapıyı sessizce kapadım. Eğilerek kaputun önüne geçtim. Kaputu, sadece biraz araladım. Çantamdaki ısıya duyarlı bombayı motorun üzerine yapıştırdım.
Kaputun üzerine hafif baskı uygulayarak sessizce kapanmasını sağladım. Etrafı kontrol ettim. Ardından hızlı adımlarla karşıya geçiyordum. O anda arkamda bağıran adamın sesiyle kısa bir an duraksadım.
“Hey! Sakın bir adım daha atayım deme!”
Onu halletmem gerekiyordu. Kendime içten bir küfür ettim ve koşmaya başladım. Arkamdan silah sesi yükseldiğinde, beraberinde çığlık sesleri de yükseldi. Kalabalıktan üzerime doğru koşan adamları fark ettim.
Atalay şoför kapısını açtı. Cenin pozisyonunda arabaya atladığımda, kendimi koltukta buldum. Ayağımı gaza basıp, ardından kapıyı kapattım. Lastiklerin çıkardığı ses ve motorun bağırması geniş yolda yankılanmıştı. Arkamızdan defalarca kurşun sıkarken bizi takip eden arabalar da vardı.
Dikiz aynasına baktım. “Veysel arabaya bindi mi?” Diye sordum.
“Evet.” Dediğinde rahat bir nefes aldım ve hızlandım. Atalay gergindi. Yetişmeleri için hızımı sabit tuttum. Birkaç dakika kovalamaca devam etti.
Atalay öfkelenmişti. “Şimdi ne bok yiyeceksin!?” Ceketinin cebinden telefonunu çıkarırken söylenmeye devam etti. “Sana güvenip yola çıkanın ben anasını sikeyim!”
El frenini kaldırıp indirdim. Sokağa dönüp gaza bastım. Mesafemi açmaya başladım. Bir kez daha el frenini kaldırıp indirdim ve dönüşümü yaptım. O anda arkamdaki patlama sesiyle keyifli bir kahkaha attım. Atalay hızla arkasına dönüp baktı.“Ne yaptın sen?”
“Veysel, uyuşturucu dolu arabasıyla beraber havaya uçtu.” Tekrar gaza dokundum.
♠️
Odamdaki kanepeye uzanmış tavanı izliyordum. Bir türlü uyku tutmuyordu. Tek düşündüğüm Orkun’un bana olan ihanetiydi. Eğer gerçekten Serkan’ı koruyorsa, bunca yıl belki de Orkun yüzünden onu bulamamıştım. Böyle bir ihtimali düşünmek beni delirtiyordu.
Kanepede uyuyamayacağımı anladığımda, bu kez yere uzandım. Derin bir nefes alıp verirken yüzümü sıvazladım. Gözlerimi kapayıp gerçekten uyumayı denedim.
Gözlerimi yavaşça araladığımda odanın içine vuran güneş ışığı yüzünden gözlerimi ovuşturdum. Kalkıp kanepeye oturdum. Öylece birkaç dakika yerimde oturdum. Pencereye baktım.
Kapı tıklandı. Girmesini söyledim. Kapı araladığında sıska, beyaz tenli, çocuk denecek kadar genç bir kafasını uzattı.
“Atalay Bey sizi bahçede bekliyor.” Sanırım aralarına yeni katılan biriydi.
“Tamam geliyorum.”
Hızlıca bir duş alıp üzerime sıradan bir tişört ve şort giydim. Saçımın kulağımın arkasına alırken odadan çıktım.
Bahçeye çıkan cam duvardan Atalay’ı görebiliyordum. Kahvaltı ediyordu. Doğruca yanına yöneldim. Önünde durup bir şey söylemesi için bekledim.
Karşısındaki boş sandalyeyi gösterdi. “Otur.”
Kaşlarımı çattım. “Ben senin kullan değilim. Ayrıca emir almaktan hoşlanmam.”
Sıkıntıyla nefes verdi. “Asya, sabrımı çok zorluyorsun. Akşam iyi iş çıkardın. Bu yüzden otur ve kahvaltını yap.” Bıçağı ve çatalıyla tabağındakiyle uğraşıyordu.
Kendimi sandalyeye bıraktım. Onun gibi kibar olmayarak, kahvaltımı yapmaya başladım. Gözlerini bir anlığına bana çıkardı, daha sonra tekrar tabağına döndü.
“Araba kullanmayı nereden öğrendin?”
“Daha neler bildiğimi görsen aklın şaşar.”
“İşinde uzmanlaşmışsın.”
Cevap vermedim. Kahvaltıma devam ettim. Bir süre sessizdik. Arada gözleriyle beni kontrol ediyordu. Çatalımı sert bir şekilde tabağın kenarına koydum.
“Ne söyleyeceksin?”
“Birlikte kahvaltı yaparız diye düşündüm.”
“Beni öldürmek için sebep bile aramıyorken, şimdi kahvaltıya mı çağırıyorsun?” Arkama yaslanırken kaşlarımı havalandırdım.
“Şuan işime yarıyorsun. Hem, seninle Serkan’ı bulmak için pazarlık yaptım.”
Başımı salladım. “Gerçekten bunun için uğraşıyor musun?”
Ağzındaki lokmayı öfkeyle çiğneyip yuttu. “Ne düşündüğünü tahmin edebiliyorum Asya.” Derin bir nefes alıp verdi. “Sen işini yapıyorsun, bende işimi yapıyorum.”
“O halde neden Serkan'a dair bir iz bulamadın?” Sözlerim sertti. Ve sesim gittikçe yükseldi. “Sabrım yok benim artık! Önüme saçma bir iddia atıyorsun, sonra oturup beklememi istiyorsun!”
Atalay sertçe bıçağını masaya vurduğunda, masanın sarsıldığını hissettim. “Sesine dikkat et Asya.” Dişlerini sıkıyordu.
Ona cevap vermek üzereydim. Ama o anda yanına sokulan adam Atalay’ın kucağına bir şey bıraktı. Kulağına eğilip bir şey fısıldadığında Atalay’ın daha fazla gerildiğini anladım. Gözleriyle beni kontrol etti. Adam yanından uzaklaştı.
Atalay masanın altından bir kağıt parçası çıkardı. “Ne o?” Diye sordum.
“Sana bir şey vermemi istiyordun. Al.” Kağıdı masaya bırakırken gözlerimin içine bakmaya devam etti. “Seni iyi kandırmışlar.” Kağıdı hızla kavradım. “Senin Serkan, meğer Orkun’un abisiymiş.” Öfkeyle elimde tuttuğum kağıdın kenarlarını sıktım. Kâğıtta bir çok isim yazıyordu. “Babaları ayrı, ama aynı karnı paylaşmayı başarmışlar. Serkan kardeşini bulmak için büyük çaba sarf etmiş.”
O anda hırsla masadan kalktım. Altımdaki sandalye geriye doğru devrilirken kağıdı masaya vurarak bıraktım.
“Bu kez kimse beni durduramayacak!” Koşmaya başladım.
“Saçmalama! Asya, seni öldürecekler!”
Atalay arkamdan bağırmaya devam ederken ben, yüksek çimin üzerinden atlayıp arabalardan birine bindim. Arabayı çalıştırdım ve gaza bastım. Bu kez kimse bana engel olmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kana Bulanan Bedenler ♠️ (+18)
Novela JuvenilKendini alacağı intikama adayan, kiralık bir kadın katil. İntikam duygusu onu öyle bir ele geçirmiştir ki, canının bir kıymeti yoktur. Bir yandan da intikamını almadan ölmemeye yemin etmiştir. Yıllardır peşinde koştuğu intikamı alabilmesi için, hiç...