Bölüm 23: Kıyamet

48 2 0
                                    

Bölüm 23:
Kıyamet

Ferhat'ı neden öldürmediğimi düşündüm. Onun gibi birçok düşmanım vardı. Diğerleri gibi belki onu da önemsememiştim.
 
Bizi bahçeye davet etti. Açıkçası sevimli olmaya çalışması beni şaşırttı. Misafirperver davranıyordu. Kapıdan bizi almaya geldi ve bahçeye gidene kadar yanımda yürüyerek eşlik etti. Etrafta birçok adamı vardı.
 
“Bulunması zor bir kadınsın Asya.” Üzerinde gömleği ve kumaş pantolonu vardı. Yeni tıraş olduğu belliydi. Titizdi. Onu tanıdığımdan değil, gözlemlediğim kadar onu görüyordum.
 
“Bulunmayacak biri değilim.”
 
Hafifçe güldü. Hâlâ bahçeye varamamıştık. “Seni sinirlendirdim değil mi?”
 
“Benimle görüşmek istediğini söyleseydin gelirdim. Saçma sapan oyunlara ve ödüllere gerek yoktu.”
 
Yürüdüğümüz yol birden büyük bir bahçeye açıldı. Büyük havuzun önünde, çimenlerin üzerinde beyaz koltuk takımı vardı.
 
“Kusura bakma. Eğlenceli olur diye düşündüm.” Güldü ama bu kısa sürdü. “Gelmeyeceğine emindim. Sonuçta sen benim yakın bir dostumu öldürdün. Ben de seni öldürmeye çalıştım.” Yüzü ciddiyete dönüyordu. Gerçek yüzünü göstermeye başlamıştı.
 
Beyaz koltuklara geçtik. Sarışın, iskelet denecek kadar zayıf kadın elinde tepsiyle yanımıza geldi. Masaya meyve kokteyllerini bıraktı. “Başka bir isteğiniz var mı Ferhat Bey?” diye sordu, kayan sözcükleriyle. Bir yabancı olduğu belliydi. Bir Rus kadınıydı. Zarif ve güzeldi.

"Sana ne dediklerini biliyor musun?" Diye sordu.

Sakince "Hayır." Dedim. Ama sakın kalacağımdan emin değildim.

"Kıyamet. Sana 'kıyamet' diyorlar." Derin bir soluk alıp verdi. "Kaçınılmaz bir son olduğu için. Kıyamet peşindeyse, ölmüşsün demektir."
 
“Beni neden istiyordun Ferhat?” Gözlerimi ciddiyetle ona diktim.
 
“Atalay Taşkıran benden bahsetmedi mi? Adamlarımın elinden seni, o aldı. Beni araştırdığını da biliyorum.” Bilmiş bir tavırla gülümsedi.
 
“Onun işi bu.” Diyerek kestirip attım. Atalay’ın güvenlik evindeki tavrı bu yüzdendi demek!
 
“Bana daha çok seni kolluyor gibi geldi.” Kaşlarını çatarak bir bacağını diğerinin üzerine attı.
 
Dirseklerimi, dizlerime dayadım. “Ne istiyorsun?”
 
Derin bir soluk alıp verdi. “Direk konuya girmek istiyorsun.”
 
“Evet.”
 
“Seni neden öldürmekten vazgeçtiğimi tahmin edemezsin.”
 
İşaret parmağımla çenemi sıvazladım. “Senin kelime oyunlarını dinlemeye gelmedim.” Ellerimi birbirine kenetledim. Sinirlenmeye başladım.
 
“Düşmanımın düşmanı, dostumdur.” Kaşlarını kaldırarak sözlerine devam etti. “Bu söze bir türlü inanamıyordum. Yani anlam veremiyordum. Bir insan senin düşmanınsa, düşmanındır. Öyle değil mi? Ona güvenemezsin.”
 
Kaşlarımı olabilecekmiş gibi daha fazla çattım. “Ne söyleyeceksen söyle lan. Sabrımı zorlama benim.”
 
“Serkan Güney.” İsmi ağzından döküldüğünde şaşırmadım. “Tek başına halledebileceğin biri değil, biliyorsun.”
 
Oturduğum yerden kalktım. “Ben yalnız çalışırım.”
 
“Bunun sana bir faydası yok. Elinde hiç bir şey yok.”
 
Hızla yakasına yapıştım. Adamları silahlarını çıkardı. Arkamdan Baran ve Cihan’ın ayaklandığını hissediyordum. “Bana seni öldürmemem için bir şey göster.” Dişlerimi sıktım.
 
“Bana kafa tutacak kadar cesursun Asya, ama bunu burada yapacak kadar aptalsın.”
 
“Sende girişte üzerimi aramayacak kadar aptalsın.” Belimden bıçağımı çıkarıp boğazına dayadım. Adamlarının elleri tetikteydi.
 
Ferhat o kadar rahattı ki sanki onu öldürmeyeceğimden emindi. “Kötü bir başlangıç yapmak istemedim. Ama kötü bir yere gideceğini tahmin edemedim.” Bıçağımı iyice boğazına dayadığımda canını yaktığımı biliyordum. “Konuşmayı baştan yapmaya ne dersin?” Yutkunurken başını geriye çekmeye çalıştı. “Birlikte çalışmak yerine, ben sana elimde olanı vereyim.”
 
“Göster.” Dediğimde, elini yavaşça kaldırdı ve adamına evi gösterdi.
 
Sadece saniyeler içinde adam hızla içeriden elinde bir zarfla çıktı. Ufak bir zarftı. Adam zarfı bana uzattığında Ferhat’ın üzerinden yavaşça kalktım. Zarfı alıp adamına geri çekilmesini söyledim.
 
İçinde bir cd vardı. Çıkarıp bakmadım. Zarfı kapattım ve Ferhat'a baktım. “Umarım işime yarar.”
 
Baran, “Gidelim buradan.” dediğinde gitmek için iki adım atmıştım. Ferhat’ın adımı seslenmesiyle duraksadım ve ona döndüm.
 
“İşin bittiğinde, işini bitireceğim.”
 
Dudaklarım yana doğru kıvrıldı, istemsiz. “Bunu, bıçağım boğazındayken söyleyecektin.”
 
Bahçeden çıkana kadar adamları arkamızdaydı. Kapıdan çıkıp doğruca arabaya döndük. Baran yan koltuğa geçti. Meraklı gözleriyle beni süzüyordu. Arabayı çalıştırdım.
 
“Neden Serkan'dan her intikam isteyen seni buluyor?”
 
“Sanırım, herkes hikayemi artık biliyor.” Gaza dokundum. “Kimliğim açığa çıktı. Adımı bile biliyorlar artık. Bu iyi değil.”
 
Cihan, “Ferhat'a ne yaptığını merak ettim.” Dedi. “Çok öfkeliydi. Üstelik seninle konuşacak kadar alçakgönüllüydü.”
 
♠️
 
İstanbul, Eylül 2019
 
Atalay’ın çalışma masasındaki bilgisayardan saatlerdir bana verdiği cd kaseti inceliyordum.
 
“Yaşlanmışsın Serkan.” Diye mırıldandım. Gözlerim ağrımaya başlamıştı.
 
Görüntüde bir liman vardı. Serkan kameranın sadece ufak bir bölümünde görünüyordu. Keyifle biriyle sohbet edişini izledim. Karşısındaki adam bile gözükmüyordu. Kalan yerler boştu. Sadece bir limanın görüntüsü vardı. Bu da elimin hala boş olduğunu gösteriyordu.
 
Sıkıntıyla saçlarımı geriye atıp sandalyede gerildim. Bilgisayarın kapağını indirip umutsuzlukla dudaklarımı birbirine bastırdım. Kahverengi zarfın içine tekrar baktım. Sonra masanın üzerine bıraktığım boş cd poşetini inceledim.
 
Muğla, Göcek
D-Marin
 
Üzerinde sadece bu yazıyordu. Sinirle beyaz cd zarfını avucumda buruşturup kenara attım. Ellerimi masaya dayayıp destek aldım. Yavaşça kalkarken gözlerimi odada gezdirdim.
 
Masanın köşesinde duran yarım viski şişesini alıp kafama diktim. Pencerenin önüne geçtim ve tülü araladım. Saat gece yarısı olmalıydı. Odanın içinde turlarken viski şişesini tekrar dudaklarıma götürdüm.
 
Şişeyi tekrar masaya koyup odadan çıktım. Merdivenlere yönelmiştim ki Atalay’ın odasına uğramak istedim. Canım sıkkındı. Doğruca onun kapısına yöneldim.
 
Kapıyı çalmadan içeri girdim. Büyük yatağında üzeri çıplak şekilde yatak başlığına dayanmış tabletine bakıyordu. Sessiz adımlarla yatağın etrafından dolaştım. Altında siyah eşofmanı vardı.
 
Dudakları yana doğru kıvrıldı. “Kapıyı kırarak girmeni bekliyordum.”
 
Yanına geçtiğimde elindeki tableti yavaşça alıp yanındaki komodine bıraktım. “Onun hakkında ne biliyorsun?”
 
Elimi tutup yavaşça kendine çekti. “Adam temizdi.” Dizimi yatağa koyarken diğer dizimi yan tarafına koydum. Bacaklarının üzerine oturduğumda Atalay sertçe belimden çekip kasıklarına oturmamı sağladı. Sağ elini yavaşça baldırımda gezdirdi. Dokunuşları kışkırtıcıydı. “Aradığını bulabildin mi?”
 
Ellerimi çıplak omuzlarına yerleştirdim. Parmaklarımı yavaşça boynunda gezdirip ensesindeki saçlarla oynadım. “Değişen bir şey yok.” Gittikçe yüzüme yaklaşıyordu. “Oraya kadar boşuna gitmişim.” Bacağımı yavaşça okşayarak kalçama çıktı. Dokunuşları yetmiyordu. Daha fazlasını yapmasını istiyordum.
 
Saçımı eliyle tarayıp enseme kadar indirdi. Yüzüme dikkatle baktı. “Bugün güzel bir şeyler olmalı.” Dudaklarını dudaklarıma dokundurdu. Altımdaki sertlik çoktan kasıklarımdaki tatlı sancıya yerini bırakmıştı.
 
Dudaklarını ısırarak çekiştirdiğimde Atalay sabırsızca kazağımı üzerimden çıkarıp attı. Sıcak avucunu tekrar sırtımda hissettim. Diğer elini bacağımı okşayarak kalçama çıkardı, sertçe sıkıp bıraktı. Dudakları aceleciydi. Saçlarını çekiştirdikçe, beni kendisine daha çok bastırıyordu.
 
Dudakları boynuma indiğinde alt dudağımı dişleyerek başımı geri attım. Altımdaki sertliğine sürtündükçe kasıklarımda dolanan sızı artıyordu. Atalay sertçe saçımı yakalayıp tekrar dudaklarıma yapıştı. Ani bir hareketle sırtımı yatağa verdi. Dudakları dudaklarımdan ayrılmamıştı.
 
Sabırsızdı. Bende öyleydim. Şortumun düğmesini açıp bacaklarımdan aşağı çekti. Dudakları göğsümün ortasından indikçe içimdeki arzu dolup taşıyordu. Çamaşırımı parmak uçlarıyla yavaşça çekti. Çamaşırımı indirdikçe açılan kısımları öptü. Yavaş yavaş. Arada dilini dokunduruyordu.
 
Bana eziyet eder gibiydi. Çamaşırımı kalçamdan sıyırıp attı. Eklemlerimi öperek bacaklarımın arasına girdi dudakları. Başım geriye düşerken dudaklarımdan güçlü bir inleme döküldü. Belim yukarı doğru kavis alırken Atalay eliyle destekledi. Ellerimin altındaki çarşafı avucumun içine hapsettim.
 
Aldığım derin nefesler dudaklarımı kurutmuştu. Atalay eşofmanını çıkarıp bileklerimi sertçe başımın üstünde birleştirdi.
 
Dudakları dudaklarıma yavaşça dokundu. Bacaklarımın arasına girerken ağzının içine şehvet dolu bir inleme bıraktım. Atalay’ın boğazından gelen hırıltılar beni daha istekli yapıyordu.
 
Atalay bileklerimi serbest bıraktığında tırnaklarımı sertçe sırtına geçirdim. Onu daha derinde istiyormuşçasına kendime bastırdım. Tırnaklarımın etine geçtiğine emindim. Atalay’ın tekrar hırıltısını duydum. Dudakları dudaklarımı hırsla çekeliyordu.
 
Atalay omuzuma bir öpücük bıraktı. Hâlâ üzerimdeydi. Baş parmağıyla omuzumda bıraktığı yara izini sıvazladı. Bense sadece onun yüzünü inceliyordum. Çatık kaşlarını, kasılan dolgun dudaklarını..
 
Elini sakince vücudumda gezdirdi. Bir şeyler arıyor gibiydi. Sol yanımda, kaburgamın yanındaki yaraya dokundu. “Ne oldu?” diye sordu.
 
Hafifçe gülümsedim. “G3 keskin nişancı mermisi.” Mayışan bedenimden dolayı sesim de kısık çıkmıştı. Sanki yatağın içine gömülü gibiydim. “Doktor, yaşamamın mucize olduğunu söylemişti.”
 
Üzerimdeki bedeni daha da kasıldı. Elleri tekrar arayıştaydı. Kasığımın üzerinde derin kesik olan yere dokundu. “Peki bu?”
 
“Anlamadan gelen bir bıçak.” Dalga geçer gibi söylediğim cümleyle Atalay’ın yüzünde acı bir gülümseme belirdi. Tekrar elleri vücudumda gezindi. Bu kez sırtımdaki izde durdu.
 
“Bu?”
 
Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Bir çatışmanın ortasındaydım. Arkamdan geldiğini görmedim. Ekiple birlikte olduğum için şanslıydım belki de.”
 
Bu kez eli sol omuzumda kendinin açtığı yara izine dokundu. Aldığı sert soluğu bıraktığında sıcak nefesi tenime çarptı. Gözlerini omuzumdan ayırmadı. Kaşları çatıktı. Fazlasıyla gergin duruyordu. Mayışan bedenimi hareket ettirdim.
 
“İlk defa biri elimden sağ kurtuldu.” Vücudunu yanıma bıraktı. Sırtını yatak başlığına dayadı. “Sendin.” Çok ciddi bir konuşma yapıyor gibi gözüküyordu. “Seni öldürmek istedim.” Sertçe soluk alıp verirken başını başlığa dayadı. “Çok garipti. Bir yandan seni öldürmek isterken, bir yandan bunu istemiyordum.”
 
Yatakta yüzükoyun dönüp başımı elime yasladım. “Peki şimdi?”
 
Yüzünü bana doğru çevirdi. “Seninle sabaha kadar sevişmek istiyorum.”
 
İstemsiz bir kahkaha çıktı ağzımdan. Yataktan kalkıp çamaşırımı elime aldım. “Belki başka zaman.” Çamaşırımı bacaklarımdan geçirdim. “Fazlasıyla yorgun vücudum ikimize de yaramaz.” Atalay buruk bir gülümseme sergiledi.
 
Kaç düşmanla aynı yatağı paylaşmıştım hatırlayamam. Kaç kişiyi yatakta öldürdüm hatırlayamam. Nefret dolu vücudum kaç kişiyle aynı yatağı paylaştı, sayamam. Atalay da onlardan farksızdı. Sadece bedenime istediğini veren biriydi.
 
♠️
 
Birkaç saat uyku yetmişti. Gecenin karanlığında kalkıp bir şeyler içmek istedim. Merdivenlerden inerken Cenk merdivenlerin ucunda duruyordu.
 
“Uyku mu tutmadı?” Diye sordu.
 
“Öyle de denebilir.” Pek uyuyamıyordum. “Sen?”
 
“Önceden çalıştığım biri vardı. Bu akşam telefon etti. Beni tekrar yanında görmek istiyormuş.” Bunu isteksiz dile getirdi.
 
“Pek istekli görünmüyorsun.” Birbirimizle konuşurken her zaman mesafeliydik.
 
“Aslında oralarda işler biraz karışık.” Çatık kaşlarını daha fazla çattı.
 
“Karışıklık bazen iyidir. Yanımda olmaktan nefret ettiğini biliyorum. Gitsen de, kimse neden diye sormaz.”
 
Sakince kafasını salladı. “Seni artık görmek zorunda olmayacağım. Daha ne isterim.” O sırada mutfaktan birinin inlemesini duydum. Kaşlarımı çatıp Cenk'e baktım.
 
“Sende duydun mu?”
 
“O neydi?”
 
Mutfağa sessizce ilerledim. Cenk hemen arkamdaydı. Mutfak kapısının önünde Atalay’ın adamlarından biri yerde yatıyordu. Cenk’e dönüp “Silahın yanında mı?” diye sordum.
 
Belinden silahını çıkarıp bana verdi. “Ben ön tarafa bakıyorum. Dikkatli ol.”
 
Temkinli bir şekilde ilerleyip dışarısını kontrol ettim. Kimse yoktu. Eğilip yerdeki adamın silahını almak istedim ama üzerinde yoktu. Ayağa kalkıp mutfak kapısından dışarı bir adım attım. Ön tarafa ilerlerken karşıma bir adam çıktı. Ondan hızlı davranıp silahımı ateşledim. Emindim, bu gürültüye herkes uyanmıştı. Yanına hızlıca ilerleyip üzerini kontrol ettim.
 
Hiç bir şey yoktu. Ne bir telefon ne bir cihaz. Sadece silahı vardı. Tam ayağa kalktığım sırada aniden duvarın kenarından biri fırladı. Ben kolumu kaldıramadan arka arkaya silahını ateşledi.
 
Sağ göğsümün üzerindeki acıyla birlikte yere yığıldım. Sanki nefes alamıyordum. Bir silah sesi daha duydu kulaklarım. Boğuk, yankılı bir ses.
 
Karanlık gökyüzüne bakarken, Cenk'in yüzünü gördüm. “Asya? Asya! Bir şey olmayacak merak etme.” Vücudum titriyordu. Boğuluyor gibi hissediyordum.
 
“Silah seslerini duydunuz mu?”
 
“Nereden geldi o ses?”
 
Etraftan gelen seslere karşı Cenk boğazı yırtılacak gibi bağırmaya başladı. “Hemen buraya gelin! Çabuk! Çabuk!”
 
Birden başıma üşüşen adamlardan biri ceketini çıkarıp göğsüme bastırdı. “Atalay Beye haber verin hemen!”
 
Kesik kesik aldığım nefeslerle birlikte göz kapaklarım ağırlaşmaya başladı. Cenk başımı tutup sabitledi. “Asya bana bak. Sakın gözlerini kapama! Siz etrafa bakmaya devam edin.” Sürekli saçımı okşayıp, başımı sallıyordu. “Sakın uyuma.”
 
Bomboş baktığım bir gökyüzü vardı. Bir de yerde yatan günahkar bedenim.. Üstüm başım kan içinde, tenim ölüm kokuyordu.
 
Birden biri adımı haykırdı. Acı dolu bir haykırış. Atalay görüş alanıma girdi. Yanıma çöküp titreyen elini yüzüme koydu. Belki öfkeden belki yaşadığı stresten bu kadar titriyordu.
 
“Doktoru arayın hemen!” Sesi sertti. Bir kelimesi bile titrememişti.
 
“Aradım efendim. Yolda.”
 
Yüzündeki öfkeyle bana baktı. “Sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim.” Tüm bedeni kasılmıştı. Dişlerinin arasından tekrar, “İzin vermeyeceğim!” diye fısıldadı.
 
Nefes alıyor fakat veremiyordum. Derin derin nefesler almayı denedim. Sanki yorgunluktan bayılacak hale gelmiş gibiydim. Sadece göğsümde bir ağırlık hissediyordum. Gözlerimi kapatmak istedim. Biraz dinlenmek. Yavaşça kapattım gözlerimi. Çok yorgundum. Biri beni sarsıyordu ama gözlerimi açacak gücü bulamıyordum.
 
♠️
 
Ankara, Ekim 2019
 
Ağır ağır aralanan gözlerim beyaz tavanda sabitlendi. Birden gözümün önüne son yaşadığım talihsiz kaza belirdi. Öylece tavana baktım. Birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım. Oldukça sakindim. Alışık olduğum bir durum değildi.
 
Sağ kolum boynuma asılıydı. Sol kolumda serum bağlıydı. Uzun zamandır ilk defa bir yatakta yattığımı fark ettim. Yatakta doğrulup ilk önce sağ kolumda bağlı duran bez parçasını çıkarttım. Göğsümden, omuzuma doğru takip eden bir ağrı vardı. Hafifçe yüzüm buruştu. Daha sonra sol kolumdaki serumu söktüm.
 
Yataktan bacaklarımı sarkıtıp etrafa bakındım. Burası Atalay’ın Ankara'daki eviydi. Kalkmaya yeltendiğimde başım döndü. Biraz oturdum ve tekrar kalkmayı denedim.
 
Kapıyı yavaşça açtığımda kapının önünde dikilen iki adam vardı. Beni gördüklerinde şaşırdılar. Onları umursamadan aralarından geçtim. Sağ kolumu oynatırken göğsümde bir ağrı beliriyordu. Ama benim için mühim bir şey değildi.
 
“Asya Hanım yardım edelim.” Arkamda kalan adam kolumu tutmak istediğinde onu reddettim.
 
“İyiyim ben.” Odadan çıktığımdan beri beni takip ediyorlardı. Adımlarım seriydi.
 
Merdivenlerde Baran ile karşılaştım. “Seni ayakta görmek sürpriz oldu.” Başını yüzüme kaldırdı ve yanından geçtiğimde, çıktığı merdivenleri tekrar indi. “Nasıl hissediyorsun?”
 
“İyiyim.” Bıkkın bir nefes alıp verdim. Göğsüm sızladı. Salona geçtim. Cihan geniş koltukta oturuyordu.
 
Camdan dışarıya baktığımda Atalay bahçede telefonla konuşuyordu. Yanında Zeynel vardı.
 
Cihan beni gördüğünde şaşkınlıkla ayaklandı. “Asya?” Koltuğa kendimi bıraktığımda göğsümdeki sızıyla inledim. “İyi misin?”
 
Ters ters etrafıma baktım. “Bir daha bu soruyu duymak istemiyorum.”
 
Onlarda çaprazda duran koltuğa oturdu. Arkama yaslanırken, “Ne zamandır o lanet yataktayım?” diye sordum.
 
Baran, “Neredeyse bir haftadır.” dedi.
 
“Ne?” Kafamı yasladığım yerden hareket dahi ettiremedim. Arkamdaki adama elimi kaldırdım. “Alkole ihtiyacım var.”
 
“Ama Atalay Bey...”
 
Ağzımı açacakken Cihan “Getir sen getir.” dedi. “Alkol alınca bir şeyi kalmaz onun.”
 
Birkaç dakika sonra adam arkamdan önüme viski bardağını uzattı. Bir kere de kafama diktiğim viski boğazımı ve midemi yakmıştı.
 
Cam kapıdan içeri Atalay adımını attı. “Beklediğimden erken uyandın.”
 
Başımı yasladığım koltuktan kaldırmadım. “Üzerimden kamyon geçmiş sanki.” Atalay’ın karşıdaki koltuğa oturduğunu hissettim. “O şerefsizler Serkan’ın adamıydı değil mi?”
 
Cihan, “Öyle de denebilir.” dedi. Bu kez başımı kaldırıp onlara baktım. “Serkan ve Jonathan iş birliği içinde.”
 
Atalay oturduğu koltukta kendini daha fazla çattı. “Kısaca seni öldürmeye gelmişler.”
 
Başımı tekrar geriye yasladım. “Orospu veletleri!” Göğsüm sızlıyordu ama artık beni rahatsız etmiyordu.
 
Baran dirseklerini dizlerine dayamış yan gözle bana bakıyordu. “Hepsini temizledik. Burası daha güvenli olduğu için Atalay burada olmanı istedi.”
 
Bilincimi kaybetmeden önce Cenk’in yüzünü hatırlamıştım. “Cenk nerede?”
 
Baran düz yüz ifadesini bozmadı. “Başka biriyle çalışacakmış. Gitti.”
 
Birkaç dakika sonra yavaşça ayağa kalktım. Yavaşça attığım adımla birlikte hepsinin gözleri üzerime döndü.
 
Atalay, “Nereye?” diye sordu.
 
“Birkaç işim var.” Tekrar bir adım attım.
 
“Bu halde bir yere gidemezsin.”
 
Ardından Baran da Atalay’ı destekledi. “Dışarıda seni öldürmek isteyen bir ton adam var.”
 
Sinirle dudaklarımı ezdim. “Bana ne yapacağımı söylemeyin.”
 
Onları dinlemeden adımlarımı hızlandırmaya çalıştım. Elim kolum bağlı oturamazdım. Yukarı çıkıp Atalay’ın odasından siyah bol tişörtü üzerime geçirdim. Altıma giydiğim siyah kot şortun içine soktum. Siyah gözlükleri gözüme yerleştirip, topladığım at kuyruğumu şapkanın arkasından çıkardım.
 
♠️
 
Oturduğum bar taburesinde, ellerimi tezgaha dayamış, parmaklarımla müziğe ritim tutuyordum. Yanıma beklediğim adam oturdu.
 
“Geç kaldın.” Gözlerimi aniden ona çevirdim.
 
Dudaklarını memnuniyetle kıvırdı. “Kusura bakma Yasemin. Yoksa Asya mı demeliyim?” Salakça bir kahkaha attı. “Ne yalan söyleyeyim; kimliğin açığa çıktığında çok şaşırdım.”
 
“Uzatma Taner.”
 
Yavaşça üzerime eğildi. “Kızma güzelim. Çağırdın geldim. Ne istiyorsun?”
 
“Malları kimden aldığını biliyorum. Malın iyi olduğunu da biliyorum.”
 
Biraz şaşırmıştı. Kendini geri çekip dirseğini tezgaha dayadı. “Öyle mi? Tadına baktın öyleyse.” Az önceki kendini beğenmiş tavrını bırakmış ciddiyete dönmüştü.
 
“Jonathan. Girdiği iğne deliğini bile bilmek istiyorum. Ha bir de yanında biri var, Serkan Güney.”
 
Hızla başını salladı. “Evet biliyorum. Ama Serkan Güney’i hiç görmedim. Sadece ismini biliyorum. Jonathan’la birlikte bir ortaklığı var. Malları bir marka oldu. Müşterisi çok.”
 
“Nasıl çalışıyorlar?”
 
“Hiç bir fikrim yok. Malları çeşitli yollarla getirdiklerini biliyorum sadece.”
 
“Nasıl?” diyerek kaşlarımı çattım.
 
“Bildiğin nakil gibi. Gemilerle ve arabalarla. İzini sürmek zor.” Kaşlarını havaya kaldırdı. “Aslında Jonathan böyle iş yapmıyordu. Bu ortaklık kurulduğundan beri böyle.” İzlerinin sürülmesini istemiyorlardı. Karmaşık hale getiriliyordu. Kafaları karıştırmak, rahat hareket etmek istiyorlardı.
 
“Başka bir şey?”
 
“Maalesef! Tüm bildiğim bu.”
 
“Eyvallah Taner.”
 
Gülümseyerek ayağa kalktı. Yine elimde iyi bir bilgi yoktu. Yanımdan uzaklaşırken önümdeki tekila bardağını kafama diktim. İlk önce bu Jonathan'ın yaptığını ödetecektim.
 
Yanıma bir kız oturduğunda başımı tezgaha daha çok eğdim. Ağlıyordu. Umursamadan içkimi içmeye devam ettim. Bu kez bir adam omuzuma çarptığında göğsüm kısa bir an sızladı.
 
Yanıma oturan kızı sarsmaya başladı. “İşini yapacaksın demedim lan ben sana? Zırlamayı keseceksin!”
 
Yan gözle baktığımda kız ağlayarak kolunu adamın elinden kurtarmaya çalışıyordu. “Sinan abi yalvarırım bırak! Böyle iş mi olur?”
 
“Kes dedim sana ağlamayı, kes!” Bir kez daha salladı kızı. “Yapacaksın!”
 
“Sinan abi ne olur! Ben yapamam!” Kız çaresizce yalvarıp ağlıyordu. Onları boş verip kalkmak için yeltendim. Ancak kızın yüzünü ilk defa gördüm. Daha küçücüktü. 18 en fazla 19 olmalıydı. Hıçkıra hıçkıra ağlamayı bırakmamıştı. “Ölürüm de yapamam ben bunu!”
 
Karşısındaki adam hiddetle başını salladı. “Demek ölmek istiyorsun ha? Orospu olmak yerine ölmeyi mi tercih ediyorsun!?” Diğer eliyle diğer kolunu kavradı. Hızla bir tokat yapıştırdı kıza. O küçücük kız bir tüy gibi savruldu. Tekrar elini kaldırmıştı.
 
Sertçe omuzuna iki kez vurdum. Bana doğru döndüğü gibi yumruğumu suratının ortasına geçirdim. Adam geri doğru sendeleyip kendini toparladı. Etrafımızda bulanan birkaç kişi geri çekildi. Elini bana doğru kaldırmıştı ki, elini kavrayıp sırtına kıvırdım. Saçlarını tutup suratını tezgaha vurdum. Ama bırakmadım.
 
Kulağına doğru eğildim. “Lan sizi ben öldürmekten bıkmayacak mıyım?” Bir kez da suratını tezgaha vurdum. Tezgahın üzerinde duran yarısı dolu bardağı tezgahın üzerinde parçalayıp, adamın suratını bu kez kırık camın üzerine vurdum. Sertçe ve defalarca.
 
Bu kez onu kaldırıp ensesindeki yakadan tuttum. Arka taraftaki çıkışa doğru itekledim. Göğsümdeki sızı artmıştı. Dişlerimi sıkarak derin bir nefes alıp verdim.
 
Onu arka kapıdan dışarı ittim. “Ne istiyorsun benden manyak kadın?” Sesi ağlamaklıydı. Geri geri çıkarken arkasındaki duvara yaslandı. Ara sokakta sadece birkaç keş vardı.
 
Üzerine doğru yürüyüp gözlerinin içine baktım. Yüzü kan içindeydi. Bazı kısımlarına cam parçaları vardı. “Kaç yaşında?” Sertçe sorduğum soruya karşı vücudunu dikleştirmeye çalıştı.
 
“On yedi.” Dedi kısık bir sesle. Daha fazla öfkelenmiştim. Kıza yaptıkları makyaj onu büyük gösteriyordu.
 
Sakinleşmek için burnumdan sert bir soluk alıp verdim. Yoksa bu adamı hemen öldürecektim. “Senin gibi kaç şerefsiz var?”
 
“Sana ne lan.”
 
Sinirle onu duvara yapıştırdım. Kan kokuyordu. Ama bu beni rahatsız etmedi. Hiç bir zaman etmedi. Bu koku, beni hatırlatıyordu. Kana bulanan bedenimi..
 
“Seni öldürene kadar acı çekmen için her şeyi yaparım.”
 
Sertçe yutkundu. Kurtulmak istedi ama yapamadı. “Neden kendi işine bakmıyorsun sen?”
 
Yakasından tutup bir kez daha duvara çarptım. “Patronun kim?” Dişlerimi tehditkar bir şekilde sıktım. Bu adam sadece kızlara sahip çıkıyordu. Üzerindeki takım pahalı bir markaydı. Acemi işi değildi.
 
“Bırak beni orospu.”
 
Suratına saplanan camı daha fazla bastırdım. Acıyla bağırdığında elimi çektim. Kendime engel olmaya çalışıyordum!
 
“Beni dinle.” Dudaklarımı ıslattım. Sabır benim işim değildi. Bu adamı hemen şurada öldürmek için can atıyordum. “Benim işim işkence yapmak. Anladın mı? Elimde kaç kişi ağlayarak can verdi, tahmin edemezsin. Onlar seni sadece öldürür, ama ben öldürmem.” Suratı aşağı doğru düşerken, saçını tutup kaldırdım. Gözlerine ‘anladın mı’ edasıyla baktım.
 
“Genelde bir gece kulübünde. Orada daha çok iş yapıyor. Yaşar bey.” Mekanı tarif ederken arkadaki kapı hızla açıldı. Arkamı döndüğümde iki tane iri korumayı andıran adam belirdi.
 
“Sinan abi!” Bu adamın adamları olmalıydı.
 
“Lan şerefsizler! Daha önce gelemediniz mi?” Bıçağımı hızlıca çıkarıp Sinan denen adamın boynuna sapladım. Ardından bıçağı çıkarıp arkamdaki adamın birine attım.
 
Karnına saplanan bıçağı eliyle söküp çıkardı. Öteki adamın yüzünün ortasına yumruğumu vurdum, ama adam yerinden kıpırdamadı. Tekrar vuracakken bu kez elimi havada yakaladı. Yüzümdeki acıyla geri savruldum.
 
Arka arkaya vurduğum darbelerle adamı biraz geriletmiştim. Diğeri beni belimden tutup havalandırdı. Hızla dönüp bacaklarımı boynuna doladım. İki kişi oldukları için hızlı davranmam gerekiyordu. İki elimle belimdeki bıçakları çıkardım. Adamın bacaklarının iç kısmına defalarca bıçağımı sapladım. Ardından kendimi doğrultup boynunu kestim.
 
Adamla birlikte yere düştüğümde dizimin üzerine doğruldum. Üzerimdeki siyah tişörtün göğüs kısmı ıslanmıştı.
 
Diğeri hızla üzerime yürüdü. Gelen darbeleri engelleyip biraz birbirimizi yaralamıştık. Sonunda bıçağımı göğsüne saplayıp işini bitirmiştim. Bu adamın bahsettiği gece kulübüne mutlaka uğrayacaktım.
 
Dizlerimin üzerinde doğruldum. Göğsüm ve yüzüm sızlıyordu. Bu adamların eli ağırdı. Kendimi zorlamıştım. Yaralı olmasaydım, daha iyi olurdum.
 
Atalay’ın evinin bahçe duvarına tutunarak ilerledim. Göğsümdeki ağrı artmıştı. Kemiklerim kırılmış gibi sızlıyordu. Kapıya geldiğimde Atalay’ın adamları bana doğru koştu.
 
“Asya Hanım! İyi misiniz?”
 
“Beni içeri götür.” İnleyerek göğsümü tuttum. Genç adam beni kucağına alarak hızlı adımlarda içeri soktu. Yürümeye gücüm kalmamıştı. Başımdaki şapka kapıdan girer girmez düşmüştü. “Yukarı. Odaya.” Dediğimde genç adam itiraz etmeden beni, bana ayrılan odaya soktu.
 
Koltuğa beni bırakırken istediğim bir şey olup olmadığını sordu. “Doktoru çağırmamı ister misiniz?”
 
Başımı koltuğa yaslarken nefesimi toparlamaya çalıştım. “Cihan nerede?” Pansuman için ona ihtiyacım olacaktı.
 
“Baran ve Cihan çıktı. Atalay Bey ikisini bir iş için dışarı gönderdi.” Biraz bekledi. “Atalay Beye haber vereyim.”
 
“Hayır hayır. Onu şimdi dinleyecek durumda değilim. Bana ilk yardım çantasını getir.” Genç adam hızlıca hareket etti. Çantayı hemen yanıma bıraktı. Tişörtümün eteklerinden tutup kaldırdım. “Şunu çıkarmama yardım et.”
 
“Asya Hanım, Atalay Beye haber vermem daha iyi.”
 
Kızgınlıkla sesimi yükselttim. “Alt tarafı pansuman yapacaksın.”
 
Yavaşça yanıma yaklaştı. Tişörtümü yavaşça üzerimden çıkardı. Göğsümde duran koskoca beyaz sargı bezi, kıpkırmızı olmuştu. Genç adam kaşlarını hayretle çattı.
 
O anda kapı açıldı. İçeri kapıdaki diğer genç adam ve Atalay girdi. Atalay her zamanki gibiydi. Öfkeli. Yanımdaki genç adam sessizce ayağa kalktı. Atalay’ın bakışlarından anlamış olacaklar ki ikisi de dışarı çıktı.
 
Sessizce ofladım. “Öyle bakmaya devam edecek misin? Ya pansumanımı yap, ya da adamlardan birini gönder.”
 
Yavaşça hareket etti. Yavaşça kalçasını yanıma koydu. Hâlâ öfkeliydi. Bunu görüyordum. Dudaklarını ıslatıp gözlerini üzerimde gezdirdi. Beyaz gömleği üzerine tam oturmuş, vatkalarını dirseklerine kadar katlamıştı. Ellerini önünde birleştirdi. Kollarındaki damarlar derisinin altından bileklerine doğru yol çiziyordu.
 
“Bu hâlde kavga ettiğine inanamıyorum.” Sertçe bir soluk alıp verdi. Ardından doğruldu. Öbür yanımda bulunan ilk yardım çantasını aldı. Pamuğa su döküp göğsümde bulunan bandın kenarlarını ıslatmaya başladı. Bunu yaparken kaşları hep çatıktı.
 
Bandı sökmeye çalıştığında inledim. Canımın acıdığını düşünüp yüzüme baktı. Ardından güldüm. “Şaka yapıyorum. Bana nazik davranma. Canım yanmaz.”
 
Dirseğini sertçe dizine koydu. “Komik olduğunu mu düşünüyorsun?”
 
Onun gibi doğrulup yüzüne baktım. O da gözlerimin içine baktı. “Hayır. Sadece bu duruma alışık olduğumu söylüyorum. Bunlar geçer. Ben her türlü acıyı gördüm Atalay. Bazıları zamanla geçer. Ama geçmeyen bir şey var. Öfke!”

Kana Bulanan Bedenler ♠️ (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin