Bölüm 26: Soğuk İntikam

47 2 0
                                    

Bölüm 26:
Soğuk İntikam

Defalarca kez ismi beynimde yankılandı.
 
Serkan Güney.
 
Bulunması imkansız bir adamı bulmuştu. Ayaklarımı koltuktan yavaşça çekerken gözlerimi Atalay’ın yüzünden çekmedim. Doğru söylediğine emin olmak istiyordum. Senelerdir duymak istediğim cümleyi bana söylüyordu.
 
Dudaklarımı ıslatarak yutkundum. Elimdeki birayı yere bırakırken, “Nasıl, bulmuşlar?” diye sordum. Sesim sakin çıkmıştı. Kalbim intikam duygusuyla deli gibi çarpıyordu. Ama sakindim.
 
“Bulunmuş.” Dedi tekrar. “Kaldığı yeri, kullandığı araca kadar her şeyi.”
 
Bir şey söylemeden oturduğum yerden kalktım. “Muğla?” Cd üzerinde yazıyordu.
 
“Evet. Odamda bıraktığın şu cd. Biraz izini sürdüm.” Kolundaki saate baktı. “Hemen gitmek istiyor musun? Yoksa gece mi çıkmak istersin?”
 
“Yıllardır bunu bekliyordum.”
 
Telefonunu cebinden çıkarırken başını yavaşça salladı. “Ben uçağı ayarlamalarını söyleyeyim.” Arkasını dönüp cama ilerledi. Büyükçe bir adım atarak varanda da bekledi.
 
Vakit kaybetmeden yukarı çıktım. Altıma bir şort geçirip, dolaptan bir çanta çıkardım. İçine gardıroptaki silahları doldurdum. Hızlı adımlarla aşağı indim.
 
“Ben hazırım.”
 
Atalay bir şey söylemedi. Kapıyı açıp çıkmamı bekledi. Ardımdan kapıyı kapattı. Siyah bir cip kapının önünde duruyordu. Yan koltuğa geçip çantayı arka koltuğa bıraktım. Atalay arabayı çalıştırdı. Zeynel yoktu. Gitmesini mi söylemişti?
 
“Benimle yalnız olmaktan çekinmiyorsun.” Alaylı bir gülümseme belirdi dudaklarımda. “Seni adamlarınla birlikte görmeye alışıktım.”
 
“Seninle yalnız olmak istiyorum.”
 
Ona baktım. “Yerinde olsam bana güvenmezdim.” O da bana baktı. “Çünkü seni öldürmemek için bir sebebim olmayacak.”
 
Dakikalar geçti. Şuan ne hissettiğimi bilmiyordum. Hissizdim. Aklımdan sadece onu öldürmek geçiyordu.
 
“Nereye gidersen git, seni öldürmek isteyenler olacak.” Atalay’a baktığımda sadece yola bakıyordu. Çatılan kaşları bozulmamıştı.
 
“Şimdiye kadar kimse başaramadı. Bunu biliyorsun.” Dudaklarım yana kıvrılırken koltuğa rahat bir şekilde yayıldım.
 
“Benimle kal.” Bana baktığını hissedebiliyordum.
 
“Emekli olacağımı söylemiştim.”
 
“Uslu duracağını zannetmiyorum.” Hala çok ciddiydi.
 
“Oyalanacak şeyler bulacağıma eminim.”
 
Yolu izledim. Elim ayağım durmuyordu. Çenemi sıvazladım, saçımı karıştırdım, alnımı ovaladım, ensemi sıktım, dudaklarımı kemirdim, dizlerime tırnaklarımı geçirdim.
 
Araba boş bir uçak pistine girerken Atalay yan gözle bana baktı. “Heyecanlı mısın?”
 
“Hayır.”
 
“Kolay olmayacağını biliyorsun.” Dedi ve arabayı durdurdu. Söylediğini umursamadan arka koltuğa bıraktığım çantaya uzandım. Atalay arkaya uzanan kolumu sıkıca kavradı. Ters bir şekilde ona baktığımda hemen burnumun dibinde olduğunu fark ettim. “Asya. Senin ölü bedenini orada görmek istemiyorum!”
 
Kolumu sertçe çekip aldım elinden. Araba kapısına asıldığımda ayaklarımı yere bıraktım. Çantayı omuzuma asıp arabanın önünde durdum. Karşımda duran uçağa baktım. Yanında korumalar doluydu. Gerçekten Atalay’ın bu kadar neyden korktuğunu merak ediyordum. Zeynel de oradaydı.
 
Atalay hemen yanımda belirdi. Adımlarımızı atmaya başladığımızda yanımıza hızlı adımlarla orta yaşta bir adam geldi. Adımlarını bizimle beraber atıyordu.
 
“Her şey istediğiniz gibi Atalay Bey. Tüm bakımları yapıldı.”
 
Atalay bir şey demeden kafasıyla onayladı onu. Uçağın merdivenleri başında iki koruma dikiliyordu. “Hoş geldiniz efendim.”
 
Merdivenleri çıkıp hemen girişte bulunan koltuğa oturdum. Çantamı ayağımın dibine bıraktım. Atalay hemen karşıma oturdu. Yan koltuklara kapıda dikilen korumalardan biri, diğerine Zeynel oturdu. Çatık kasları sürekli benim üzerimdeydi. Sinirimi bozmaya başlamıştı.
 
Muğla – Göcek
Eylül 2019
 
Omuzuma astığım çantanın sapını sıktım. Siyah şapkamın önünü biraz kaldırdım. Yanımızda siyah bir araba durdu. İçinden Baran ve Doruk indi. Yanlarında iki adam daha vardı. Onları tanıyordum. Berkan ve Ömer.
 
“Ciddi misin?” Diye çıkıştım. “Onların burada ne işi var?”
 
Zeynel elindeki büyük valizi sert bir şekilde yere bıraktı. “Sana güvenmiyoruz da ondan.”
 
Atalay bakışlarını Zeynel'den alıp, bana çevirdi. “Sadece önlem.”
 
Doruk kısa bir kahkaha attı. “Arandığını duydum!” Gelip kısaca sarıldı. Ona sarılmadım. Hatta onu ittim.
 
Atalay ellerini kumaş pantolonun cebine soktu. “Durum ne?”
 
Baran arabaya yaslanıp kollarını göğsünde birleştirdi. “Tekne satıcısı konuştu.”
 
Doruk elindeki fotoğrafları bana uzattı. “İyi ki erken konuştu. Ölmeden önce ağzından çıkan son kelimeler o şerefsizin yerini söylemekti.”
 
Fotoğrafları elime alıp baktım. Lüks bir teknede, Serkan şarap içiyordu. Diğer fotoğraflarda elinde telefon keyifli bir şekilde biriyle konuşuyordu.
 
Baran tekrar konuşmaya başladı. “Göcek Adasında kalıyormuş. Aslında senelerdir orada yaşıyormuş. Lüks yatıyla çeşitli Koyları ziyaret ediyor. Bu zamana kadar dikkat çekmemesi şaşırtıcı.”
 
“Bu iş sessiz olmalı.” Atalay her zamanki gibi emir vermeye bayılıyordu.
 
Hemen yüzümü yüzüne diktim. “İçeri tek giriyorum.”
 
“Böyle bir şey olmayacak.” Atalay kesin bir dille beni geri çevirse de onu dinlemeyecektim.
 
“Bu benim meselem.”
 
“Tek başına yapamazsın.”
 
“Her zaman tek çalışırım. Arkamdaki adamı düşünemem.”
 
Dişlerini sıktı. “O teknedeki adamların hepsi profesyonel.”
 
Bıkkın nefesimi dışarı bıraktım. “Bende öyleyim. Baran’ın keskin nişancılığı iyidir. Ters bir durum olursa müdahale eder.”
 
“Senin kadar iyi olmadığımı biliyorsun.” Dedi Baran.
 
“Bana uyarı versen yeter.” Diye mızmızlandım. Bir sorun çıksın istemiyordum.
 
“İçeri nasıl gireceksin?” diye sordu Doruk. Diğer adamlar etrafı gözetliyordu. Atalay huysuzca hareketlendi. Elimdeki fotoğrafa baktım. Teknenin içi ve dışı koruma doluydu. Fotoğrafları ona geri verdim.
 
“Altından dolaşacağım.”
 
♠️
 
Tekneden on metre uzaklıkta bulunan başka bir teknenin yanındaydım. Bıçaklarımı üzerime yerleştirdim. Bacağıma bağladığım siyah bantlar sayesinde yanıma daha çok silah alma şansı bulmuştum.
 
Hava neredeyse kararmak üzereydi. Bu benim için avantajdı. Hazırdım. İskeleye oturup bacaklarımı denize doğru sarkıttım. Atalay yanıma çöktü.
 
“Dikkatli ol.”
 
Başımı Doruk'a çevirdiğimde yavaşça başını salladı. “Dikkatli ol.” Baran başka bir yerdeydi. Keskin nişancı olarak yerini almıştı. Atalay’ın da beni dürbünle izleyeceğinden emindim.
 
Kendimi kaldırıp denize saldım. Arkama bile bakmadım. Nefesimi tutup denizin içine daldım. Aşağısı zincir ve ip doluydu. Biraz daha açılıp zincirlerden uzaklaştım.
 
Yüzdüm, yüzdüm ve yüzdüm. Bir teknenin yanından başımı temiz havaya çıkardım. Tekneye tutunup derin derin nefesler alıp verdim. Kirpiklerimde biriken deniz suyunu parmaklarımla sildim.
 
Hedefimdeki tekneye başımı uzatıp baktım. Önümdeki tekne beni gizliyordu. Sadece birkaç metre kalmıştı. Nefesimi toparlayıp tekrar suya daldım.
 
Suyun altından yüzerken tekneyi buldum. Tutunup tekrar yüzümü suyun üzerine çıkardım. Nefes alıp verirken saklanmayı ihmal etmemiştim. Dikkatli olmalıydım. Bu saatten sonra hiç bir şeyi riske atamazdım. Bu kadar yaklaşmışken olmazdı.
 
Zincire tutunup kendimi yukarı çektim. Kendimi yukarı çekerken ayaklarımı bordaya yaslayıp destek aldım. Vücudum sudan çıkmıştı. Üzerimden sular süzülürken suyun soğukluğu gitti.
 
Sessiz olmaya çalışarak yavaşça kendimi yukarı çekmeye devam ettim. Neredeyse önümde üç metre yükseklik vardı. Yolu yarılamıştım ki ayakkabım tekneden kaydı ve zincirde sallandım. Ayaklarımı tekrar savurdum ve bordaya tekrar yasladım.
 
Sonunda vardavelaya -korkuluklara- asılıp kendimi yukarı çektim. Bedenimi güverteden şezlongun yanına yuvarladım. Birinin beni görmesini istemiyordum. Üç katlı lüks bir yattı bu. Kaç trilyon olduğunu tahmin etmek zordu.
 
Dümen evi yüksekti. Eğilerek koşmaya başladım. Yan tarafta adamlar vardı. Etrafıma bakındım. Yatın yan tarafları kapalıydı.
 
Ayağımı hafifçe yere vurup ses çıkarmaya çalıştım. Adamın bu tarafa geldiğini duyuyordum. Ağır adımlarla temkinli geliyordu. Belimdeki bıçağımı çektim ve hazır bekledim.
 
Çok geçmeden görüş alanıma girdi. Yakasından tutup kendi tarafıma çektim. Bağırmasına ya da silahına sarılmasına izin vermeden bıçağımı boynuna sapladım. Bıçağımı geri çekerken adamın yere yavaşça yığılmasını sağladım.
 
Bu kez öteki taraftan ses geldi. “Hareket etmek için hazır olun!” Bu kez hızlı ama sessiz adımlarla o tarafa geçtim. Ön tarafa geliyordu.
 
Ben oraya varamadan o çoktan bana doğru dönmüştü. Hızlı olduğumdan yanına varmıştım. Bacağına tekme basarken ağzını kapatıp boynunu seri bir hareketle çevirdim. Onu da yere yavaşça saldım.
 
Kaç adam olduğunu bilmiyordum. Derin bir nefes alıp verdim. Biri beni fark edip haber verirse, Serkan başka bir yere kaçabilirdi.
 
Tekne çalıştı. Motorun sesi sakindi. Attıkları demir yavaşça yukarı çıkıyordu. Eğilip kenardan birinin gelip gelmediğini kontrol ettim. Arka tarafı görebiliyordum. İskelede diğer adamlar tekneye binmemişti. Halatı çözdüler. Tekneye tam zamanında bindiğimi içimden geçirdim.
 
Bekledim. Tekne yavaşça hareket etmeye başladı. İskelede bekleyen adamlar, arka arkaya dizilmiş üç siyah cipe doğru yürümeye başladı. Zaman kaybetmeden aradan ilerlemeye başladım.
 
Sırtımı tekneye doğru yaslarken üç adamın arka tarafta olduğunu gördüm. Diğerleri yukarı çıkmış olmalıydı. İçeriden bir adam çıktı. Elleri ıslaktı. Aşağıdan geliyor olmalıydı.
 
“Adaya geçince, patron toparlanmamızı istiyor.”
 
“Anlaşıldı.”
 
Aşağıdan çıkan adamın yukarı çıktığını duyabiliyordum. Kalan adamlar birbirlerine baktı.
 
“Bahse girerim bu kez, beş kişi ölecek.” Diğerleri güldü.
 
“Her zaman beş diyorsun ama daha fazla leş yığılıyor.”
 
“İşlerini düzgün yapsalar, bu bahsi ben kazanırım.”
 
Diğer üçüncü kişi cebinden bir miktar para çıkardı. “Patron sinirli Rush, yapacak bir şey yok! Ben yirmi dört diyorum.”
 
Tekrar güldüler. “Çıtayı her zaman yükseltiyorsun Teo.”
 
Teo alayla güldü. “Patronun gittiği yer yıkılıyor.” Cebinden sigara paketini çıkarıp, bir dal dudaklarına götürdü. “Patron kolay kolay kimsenin ayağına gitmez.” Sigarasını ateşledi.
 
Rush kafasını salladı. “Teo haklı. Bahsi değiştiriyorum. Yirmi dokuz diyorum!” isim kullanmıyorlardı. Belki de kimse birbirini tanımıyordu.
 
“Kırk beş! Sayıya yaklaşan tüm parayı alır!” Onlar kumar oynuyordu. Bu teknede uzun saatler ancak böyle geçerdi. Onlara hak veriyordum. Ancak kimse o parayı alamayacaktı.
 
Bıçağı elimde sallayıp hafifçe havaya atıp çevirdim. Metal kısmı parmaklarımın arasında sıkıştırdım. O anda ön taraftan biri bağırdı.
 
“Burada iki ölü var!”
 
Vakit kaybetmeden tuttuğum bıçağı salladım. Kime geldiğine dikkat etmedim. Ense kısmına denk geldiğini gördüm. Kendimi ortaya atıp birinin bacaklarının arkasına tekme savurdum. Havalanıp yere düşerken, diğeri silahını bana doğrulttu. Ellerine tekme attığımda silah savruldu. Ve yumruklar devrede!
 
Sağ kroşe ve sol kroşe! Arkamdan gelene dirsek, karşındakine son darbe yüzüne! Arkamdakine tekrar döndüm.
 
“İçeride biri var! İçeride biri var!”
 
Adamı yakasından tutup kendime siper ettim. Elindeki silahı tutup bağıran adama doğru ateşledim. Karşımdaki adam yüzükoyun yerde kapaklandı. Tuttuğum adamın elinden silahını alıp leşini üzerimden attım.
 
Diğer yerde yatan adamın üzerinden silahını alıp merdivenlere yöneldim. Ortada aşağı inen merdivenler, yanlarda iki tane yukarı çıkan merdiven vardı. Aşağıdan koşar adımlarla biri geliyordu ki alnına kurşun yemesiyle gerileyip düştü. Yukarı çıkan merdivenin yanında durdum. Öbüründen birinin gelip gelmediğini kontrol ettim.
 
Tekne durdu. Merdivene temkinli bir şekilde ayağımı koyup yukarı baktım. Üzerimden hala sular süzülüyordu. Basamakların başında biri aşağı doğru ateş etmeye başladı. Kendimi hemen sakladım.
 
Öbür basamaktan birinin ayaklarını gördüm. Bacaklarına ateşleyip bağırarak merdivenden yuvarlanmasını izledim. Son olarak göğsüne ateş edip susmasını sağladım.
 
Kolumu merdivenlere doğru uzatıp silahı yukarı doğru ateşledim. Boşa gitmişti. Yukarıdan ateş gelmeye devam etti. Diğer yukarı çıkan merdivene uzandım. Birinin olup olmadığını kontrol etmeden yukarı doğru ateş ettim. Aşağı doğru biri yuvarlandı. Eli tetikte hazır bekliyor olmalıydı.
 
Vakit kaybetmeden ayağımı basamağa koydum. Önüme aniden biri çıktı ama onu vurdum. Reflekslerimin bir kez daha iyi olduğunu anladım. Bir basamak daha ve yine biri çıktı. Ölüme adım attıklarının farkında değil miydiler?
 
Bir basamak daha.. Elim tetikte, temkinli bir şekilde yavaşça çıkmaya devam ettim. Sol taraftan biri elime doğru atıldı. Silahımı düşürmeye çalışmıştı. Ellerimi kurtarıp silahı tekrar ateşledim. Mermisinin bittiğini anladım ve onu attım. Diğer silahı belime yerleştirmiştim. Ama onu almaya fırsatım olmadı. Adam silahını bana doğrultmuştu.
 
Aniden yere çöküp ayaklarına ayağımı savurdum. Yere düşerken suratına tekme attım. Arkamdan birinin geldiğini anlamak zor değildi. Silahı belimden çıkarıp, hızla arkamı döndüm ve onu da vurdum. Merdivenlerin karşısında küçük bir havuz vardı. Havalı bir yat olduğunu kabul etmeliydim. Havuzun karşısında dört şezlong ve önü bomboştu. Bunlar gözüme kısa bir an takıldı.
 
Arkamı döndüm. Kapalıydı. Kenarlarda camlar vardı ama hepsi açıktı. Çepeçevre krem koltuk, asma tavan, ortada zenginliği gösteren büyük bir masa vardı. İleri doğru uzanıyordu. Modern sandalyeler falan filan... Bir evden farksızdı.
 
Yan tarafta boşluklar, küpeşteler vardı. Hemen girişte koltuğun yanından yukarı doğru uzanan dönen bir merdiven gözüme çarptı.
 
Bunları anlık olarak görmüştüm. Saniyeler içinde sadece bunları fark edebilmiştim. İçeride bulunan cam bölmede birinin yansımasını gördüm. Hayır, iki adamın yansıması vardı. Cama doğru silahı arka arkaya ateşledim. Camlar gürültüyle yere indi.
 
Ardından cama doğru yavaşça ilerlemeye başladım. Arkamda kalan merdivenlerden gürültülü bir şekilde inen ayak seslerini duydum. Silahı bu kez gelenlere doğru ateşledim, ama sadece birini vurabilmiştim.
 
Mermim tekrar bittiği için silahı atıp eğilerek koşmaya başladım. Hızlıca kendimi koltuğun arkasına attım. Vücudum bir çuval gibi yere vurdu. Silahlar arka arkaya ateşleniyordu. Sürüklenerek koltuğun arkasından ilerlemeye devam ettim. Daha sonra dizlerimin üzerine çöküp, emeklemeye başladım. Hızlıydım. Çünkü üzerime mermi yağıyordu. Öldürmeden, ölmeye niyetim yoktu.
 
Az önce vurduğum iki adamın olduğu camın önüne gelmiştim. Kendimi ileri atıp, yuvarlandım. İki adamı geçtim ve kendimi duvarın yanına attım. Yerde yatan adama uzanacaktım ki silahlar ateşlenmeye devam etti.
 
Bu kez bacağına uzanıp adamın ölü bedenini kendime doğru çektim. Silahını üzerinden aldım. O anda duvarın kenarına isabet eden kurşunla kendimi geri çektim. Ucuz kurtulmuştum.
 
Geldiğim taraf kalabalıktı ve karşılık veremezdim. Eğilerek arka tarafa koşmaya başladım. Önüme çıkan kapıyı yavaşça ittirip etrafı kontrol ettim. Daha sonra içeri adım attım. Buradan sağ çıkabilecek miydim, şüphe duymaya başlamıştım. Boşa ateş etmiyorlardı. İsabetleri kuvvetliydi.
 
Tekrar karşımda bir oda vardı. Ön tarafı açıktı, ana güverteye bakıyordu. Birden üzerime ateş açıldı. Nereden geldiğini anlamadığımdan kendimi yere attım. Bir dolabın yanına sindim. Başımı geriye yaslayıp derin nefesler alıp verdim. Silahlar durmadan ateşleniyordu. Dolaba isabet eden kurşunlarla birlikte dolaptan tahta parçaları sıçradı.
 
Ateşin geldiği yönü tahmin edersem çaprazdan geliyordu. Yere çöküp, ateşin geldiği yönü görebilmek için başımı çıkardım. Pencerenin yanındaydı. Onu görür görmez silahı ona ateşledim. Odada ilerledim.
 
Karşımda dümen vardı. Dümen iki basamak yukarıda duruyordu. Kafamı uzatıp dümenin arkasında kalan koltuğa baktım. Kaptan yere sinmiş, kollarıyla başını koruyordu. Beni görünce korkuyla ayağa kalktı. Elimde silah vardı. Ona doğru silahımı doğrultup, arkamı kontrol ettim.
 
“Serkan Güney nerde?” İsmi ağzımdan küfür edercesine çıkmıştı. “Konuş!”
 
“Yukarıda! Yukarıda!” dedi aceleyle.
 
Silahın kabzasıyla şakağına vurup bayılmasını sağladım. Dümenin önü komple camla kaplıydı. Oradan ayrıldım.
 
Korkuluklar tarafından gelen adamları tek tek indirdim. Bu kez teknenin kıç kısmına koşmaya başladım. Eğilip onların silahını aldım. Diğerini attım. Saçlarım kuruyordu, ama üzerim hala ıslaktı.
 
Tekrar yukarı çıkan merdivenler vardı. Merdiven korkuluklarına tutunup yukarı baktım. Tam o anda, yan taraftan ateş gelmeye başladı. Hemen eğilip kendimi saklayacak bir yer buldum.
 
Sol kolum hafifçe sızladı. Dirseğimin alt, iç kısmından vurulmuştum. Kurşunun çıkıp çıkmadığına baktım. İçerideydi. Kolumdan aşağı kanlar süzülüyordu. Dişlerimi acıyla sıktım.
 
Bunlar aşağıda üzerime gelen adamlar olmalıydı. Yere çöküp onlarla çatışmaya başladım. Dört adam vardı. Birini vurmuştum. Üç kalmıştı. Silahın mermisi tekrar bitti. Öbürüne geçtim. Ateş etmelerini bekledim. Öylece ateş ediyorlardı. Mermilerinin bitmesini bekledim. Böylece ikisini de vurdum. Biri kalmıştı.
 
Eğilerek ona koşmaya başladım. Pencerenin altında silahıyla uğraşıyordu. Yeni şarjör takıyordu ki, benim elimdeki silahın namlusuyla göz göze geldi.
 
“Kalk.” Dedim. Gözlerinde korku yoktu. Olamazdı, çünkü işi buydu. Belki ölümünden bile korkmuyordu. Yüzü sertti. Hatta yüzüme öfkeyle bakıyordu. Bakışını değiştirmeden ayağa kalktı. Benden uzundu.
 
“Yürü.” Onu merdivenden yukarı çıkaracaktım. Yukarıda biri ateş etmek için hazır bekliyor olabilirdi. Amacım onu kendime siper etmekti.
 
Geri adım atıp onun önümden geçmesini bekledim. Tuhaf bir şey vardı. Çünkü bu adam dediklerimi öylece yapacak birine benzemiyordu.
 
Tahmin ettiğim gibi olmuştu. Silahımı yakalayıp suratıma yumruğunu geçirdi. Afallamıştım ama silahı elimden bırakmadım. Onu elimden alırsa beni öldürecekti. Silahı elimden almaya çalıştı. Şarjör kilidine basıp, şarjörün yere düşmesini sağladım. Ve şarjöre tekme atıp uzaklaşmasını sağladım.
 
Adam sürüklenen şarjöre kısa bir an baktı. O boşlukta elimi kurtardım ve silahla suratına vurdum. Ağzından kan tükürdüğünü gördüm. Belki de dişi kırılmıştı. Nefes almasına fırsat vermeden, darbe aldığı yere tekme bastım. Tutunacak yer arayarak yere düştü. Hemen toparlanmaya başladı.
 
Sol kolumu hareket ettirebiliyordum. Ama kuvvet yoktu. Hava iyice kararmıştı. Bu adamın daha fazla vaktimi almasını istemiyordum. Belki de onu kullanmak yerine hemen öldürmeliydim. Buna pişman olmuştum.
 
Bacaklarımdaki bıçaklara asıldım. Dönerek tekme atmaya çalıştım fakat eğildi. Bıçağımı aşağıdan yukarı doğru savurdum. Kolu boydan boya kesilmişti. Kendini korumaya çalışıyordu. Bıçaklarımla saldırmaya devam ettim. Seri hareketlerle üzerine gittim. Kendini korumaya çalıştı ve direndi. Ama sonunda boğazını kesmemle işi bitmişti.
 
Tekrar merdiven korkuluklarına dokundum. Bıçaklarım hala avucumdaydı. Yavaşça basamağa basıp yukarı çıkmaya başladım. Şimdiye kadar bir problem çıkmamıştı. Başımı kaldırıp odada birinin olup olmadığını kontrol ettim. Kalçamı zemine koyup, ayaklarımı basamaktan yukarı çektim.
 
Burada büyük bir masa vardı. Küçük koltuklar. Üzeri neredeyse açıktı. Yukarıdan, aşağı baktım. Kaptan bana yalan söylemiş olabilirdi. Burada kimseyi görememiştim. O anda bir ses duydum.
 
“Beni mi arıyordun?” Keyifli ama daha önce duymadığım bir ses..
 
Hızlı nefeslerimi dengelemeye çalıştım. Yavaşça arkamı döndüm. Karşımda bir adam silahını bana doğrultmuştu. Onun arkasında, sandalyede oturan nefret ettiğim adam oturuyordu. Bacağını diğer dizinin üzerine atmış, göbeğine uzanan kravatını düzeltmişti. Keyifli görünse de gergin olduğu anlaşılıyordu.
 
O, karşımdaydı...
 
Yıllarca kovaladığım, intikam yeminim, şimdi tam karşımdaydı.
 
Gergin bir şekilde gülümsedi. “Asya. Takdire şayan bir gösteri sergiledin.”
 
“Seni ne kadar çok, öldürmek istediğimi anlamışsındır.” Son kez derin bir nefes alıp verdim. Artık nefeslerim düzenliydi.
 
“Anlıyorum, anlıyorum. Öfken hala geçmemiş... kaç yıl oldu? Annenle babanı öldüreli...”
 
Hiddetle büyük bir adım attım. “Seni geberteceğim!” Önümdeki adam beni durdurdu. Bana ateş etmeden onu haklayabilirdim. Ama aramızda en az iki metre mesafe vardı.
 
“On beş mi? Hayır, hayır. On yedi sene oldu.” Kravatıyla tekrar oynadı. “Sıradan birini öldürdüğümde, onun ne zaman öldüğü umurumda olmamıştır. Ama baban, farklıydı.”
 
“Çeneni kapatıp, neden yanıma gelmiyorsun?” Bıçaklarımı avucumun arasında tekrar sıktım.
 
“On yedi senede çok değişmişsin Asya. Seni en son gördüğümde çocuktun.”
 
“Sende gereğinden fazla yaşlanmışsın.” Altmış yaşında görünüyordu.
 
Sürekli onun gözünün içine bakmam onu artık rahatsız ediyordu. Dudakları gerildi. “Bana olan öfkeni anlıyorum. İntikam için sende benim kardeşimi öldürdün.” Bir şey söylemedim, öylece yüzüne bakmaya devam ettim. “Seni büyütmesine izin verdim ve sen onu öldürdün!”
 
“Tereddüt bile etmedim.”
 
“Bana söylemedi. Sana aşık olduğunu söylemedi! Ama ben anladım!” Sesi öfkeyle yüksek çıkıyordu. “Bana seni öldürmemem için yalvardı!” Pişmanlık öfkeyle birlikte karışmıştı. Kendine olan kızgınlığının sebebi bendim. “Seni öldürmeliydim.” Onu da kardeşi Orkun'un yanına gönderecektim. “Basta ben sana kıyamamıştım. Çünkü sen; güzel Serpil'in tek parçasıydın. Seni, onu istediğim kadar istiyordum. Şimdi annen kadar güzel bir kadın olmuşsun. Eşsiz bir güzellik.”
 
“Annemin adını anma, seni şerefsiz.”
 
Özlem dolu bir nefes aldı. “Kardeşimi bu güzelliğe aşık olduğu için suçlayamadım. Ama sana aşık olacak kadar aptaldı.” Yüzünde bir tiksinme belirdi. “Yeteneklerini de babandan almışsın. Haberlerini hep aldım.”
 
“Konuşarak vakit harcıyorsun.”
 
“Öldür onu Timur.”
 
Ondan önce davranıp hızlı ve büyük bir adım attım. Ellerine vurduğum tekmeyle silahı savruldu, yere düşüp sürüklendi ve aşağıdaki güverteye düştü. O boşlukta diz kapağına tekme basıp bıçağımı ona sapladım. Tekrar saplayacakken kolumu kavrayıp kıvırdı, ve bıçağımın biri düştü.
 
Diğer kolumu da avucuna sıkıştırıp, boşta kalan kolunu boynuma sardı. Nefesimi kesmeye çalışıyordu. Bıçağımı bırakmadım, ama elimi hareket ettirmek imkansızdı. Cüsseli bir adamdı. Vücudunun önünde kaybolmuştum.
 
İyice sıktı. Topuğumla ayağına sertçe bastım. Fakat bu onun umurunda olmamıştı. Arka arkaya topuğumu ayağına vurdum. Canının yandığını anlayabiliyordum ama boynumu bırakmamakta ısrarcıydı. Nefes alamıyordum. Tekrar ayağına vurdum. Bileğimin birini kurtarmıştım. Kafamın arkasıyla sertçe çenesine vurdum.
 
Dirseğimi karnına ardından suratına geçirdim. Bu kez ona doğru dönüp bıçağımı salladım. Son anda kendini geri çekti. Göğsünde çapraz bir kesik oluştu.
 
Serkan’ın arkada tedirgin olduğunu görebilmiştim. Kaçmasını istemiyordum. Bu adam geçememe de izin vermiyordu. Bıçağımı Serkan’a salladım. Korumaya dönerek topuğumu kulağına vurdum. Bıçağın Serkan’ın köprücük kemiğinin altına saplandığını gördüm. O sırada başka bir teknenin sesini duydum.
 
Yumruk atmayı denedim. Kolumu kavrayıp beni sarsaladı. Belim korkuluklara çarptı. Yüzüme tekrar tekrar darbe yedim. Bazılarını engelledim. Tekrar yumruk atacakken eğilip karın boşluğuna darbe indirdim. Sert bir şekilde yumruğumu suratına geçirdim. Sol kolum daha fazla acımaya başlamıştı. Yine de yumruk indirmeye devam ettim. Dizini düzeltmeye başladığında, tekrar eden bir tekmeyle kalkmasını engelledim.
 
Yerdeki bıçağıma uzanacakken karnıma inen tekmeyle savruldum. Sandalyelerin üzerine yığıldım. Kendimi toparlayamadan boğazıma bir el sarıldı. Sırtımı yere vurdu. Ellerimle elini gevşetmeye çalışırken sol kolumu alıp, yere uzattı. Yaramın üzerine ayağıyla bastı. Bağıramıyordum. Bağırmak istedim. Canım yanıyordu. Boğazımdan sadece kısık inlemeler çıkmıştı. Yüzümü acıyla birlikte buruşturdum. Kolumda bitmek bilmeyen bir yanma vardı.
 
Serkan’ın ayaklandığını fark ettim. “Onu öldürmeden gelme!” Omuzunu tutarak başımın hemen yanından geçti. O da acı çekiyordu. Merdivenlere yöneldi. Göğsündeki bıçağı çıkarmamıştı. Bir bez parçasıyla etrafını sarmıştı.
 
Gitmesine izin veremezdim. Bacaklarımı havalandırıp korumanın boynuna doladım. Bacaklarımı kilitleyip boynunu iyice sıktım. Sanki ikimizde ölecek gibiydik. Bacaklarımı iyice sıkıp onu sağa yatırdım. Ellerimle kafasını kavrayıp çevirmeye çalıştım. Kolumun acısı beni engelliyordu. Eli hala boğazımdaydı ama fazla sıkmıyordu. Son kez acıyla bağırıp gücümü topladım. Ve boynunu çevirip, kırdım.
 
Ayağa kalkarken derin nefesler alıp verdim. Sanki hala biri boğazımı sıkıyordu. Kuvvetle öksürdüm. Korkuluklara asılıp aşağı baktım. Serkan omuzunu tutarak koşuyordu. Merdivenler zaman kaybıydı. Ayağımı korkuluktan aşağı atıp, kendimi aşağı sarkıttım. Ayaklarım yarım güverteye basarken kolum tekrar sızladı.
 
Serkan’ın arkasından koştum. Dümenin arkasındaki tahta kapağı açmış bir şeyler karıştırıyordu. Muhtemelen silah arıyordu. Ensesinden tutup geriye doğru savurdum. Kalçasının üzerine düşüp hemen ayağa kalktı. Öfkeyle ona baktım. Bir eli hala göğsündeydi.
 
Yanağımdan süzülen kanı hissedebiliyordum. Elimin tersiyle süzülen kanı sildim. “Sende bana ait olan bir şey var!” Bıçağımı göğsünden söküp aldım. Acıyla bağırdı.
 
Başını sağa sola sallayıp, dirseğiyle beni itti. Gardını almış, kendini bir öne bir arkaya hafifçe sallıyordu. “Ben pes etmem Asya.”
 
Yerinde hızlıca doğrulup tekme atmaya çalıştı. Ayağını havada yakalayıp, dirseğimle diz kapağına vurdum. Tekrar acıyla bağırdı. Bacağını iterek bıraktım. Bıçağımı belime sıkıştırdım. Yakasını tutup yüzüne vurmaya başladım. Kolumdaki acı umurumda değildi.
 
Tekrar yakasını tutup sarsarak yere savurdum. Nefesimi düzenlemek için derin bir nefes aldım. “Yıllar geçti. Sen sadece öfkeme öfke kattın.”
 
Boğazından kısık bir inleme çıktı. Kanlı dudakları gerildi. “Sen daha küçücük bir kız çocuğuyken seni öldürmeliydim.” Bıçağımı çıkarıp üzerine eğildim. Ona öfkeyle bakıyordum. Son gördüğü şey benim yüzüm olacaktı.
 
“Cehennemde görüşürüz!”
 
Boynunu kestim. Hatta kafasını boynundan ayırdım. Yer anında kan gölüne dönerken ben hala onun yüzüne bakıyordum.
 
Bitmişti.
 
İntikamımı almıştım.
 
Peki şimdi ne hissediyordum?
 
Yavaşça ayağa kalkıp ölü bedenine baktım bir kez daha. Nefesim titriyordu. Göğsüme vuran bir ağırlık, basınç vardı. Boğazıma doğru çıkıyordu. Birden soluklarım hızlandı. Boğazım yanmaya başladı. Bu his garipti.
 
Ağlayacak mıydım?
 
Gözlerimi karanlık havada gezdirdim. Birileri bağırıyordu, ama ben soluklarıma odaklanmıştım. Elimdeki bıçağa baktım. Parmak boğumlarım beyazlamıştı. Bıçağı attım. Gözlerim yanmaya, sulanmaya başlamıştı. Ağlamayı reddettim. Gözlerimi sıktım.
 
Nefesim kesiliyor gibi hissettim. Derin derin nefesler alırken gözlerimi açtım. Bu kez yutkunamamaya başladım. Kendime gelmeliydim!
 
Korkuluklardan ayağımı atıp denize çivileme atladım. Soğuk ve karanlık denizde gözlerimi açtım. Suyun üzerinden beyaz bir ışık vuruyordu. Işık, suyun altın da kırılıyordu. Dalgalandıkça, ışık dağılıyordu.
 
Kalabildiğim kadar suyun altında kaldım. Açığa doğru yüzdüm. Soğuk su iyi gelmişti. Artık gözlerim yanmıyordu. Ama boğazımdaki sıkılık devam ediyordu. Nefes almamı zorlaştırıyordu.
 
Başımı suyun yüzeyine çıkarıp derin derin nefesler alıp verdim. Sık nefesler bile işe yaramıyordu. Tekrar başımı suya soktum. Çenem titriyordu. Ama bu soğuktan değildi.
 
Sinirle başımı tekrar suyun yüzüne çıkardım. Ağlıyordum. İçimi çeke çeke ağlıyordum ve bundan nefret etmiştim. Ciğerlerimin havaya ihtiyacı vardı. Soluklarım hala hızlıydı. Öfkemi atmak için suyun üzerine vurmaya başladım. Ellerim haşlandı. Sıçrayan şu damlaları yüzüme sıçrıyordu. Boğazımın parçalanmasını istiyor gibi, bağırdım. Bir patlama yaşıyor gibiydim. Vücudumu serbest bıraktım. Göğsüm hıçkırdıkça sarsılıyordu. Sırtüstü bedenimi suya bıraktım.
 
Üzerime ışık tutulduğunu fark ettim ama gözlerim kapalıydı. “Orada! İşte!”
 
Yanıma doğru biri yüzüyordu. “Asya Hanım? İyi misiniz?” Sadece yavaşça kafamı salladım. Artık ağlamıyordum. Göğsümdeki ağırlık devam ediyordu. “O yaralı! Vurulmuş!”
 
Beni doğrultup kolumu boynuna attı. Ona yardımcı oldum. Çenemden süzülen deniz suyunu elimle sildim. Geldikleri teknenin arka kısmına yüzdük. Yukarıda üç kişi görüyordum. Hepsi bana doğru geldi. Koltukaltlarımdan iki kişi tutup beni yukarı çekti.
 
“Hadi hadi çabuk.” Fısıltılar çoktu. “Polisler geliyor, acele edin.”
 
Kendimi yukarı çekip dizimin üzerinde ilerledim. Nefesimi düzenlemeye çalıştım. Biri koluma dokundu.
 
“Asya...” Başımı kaldırdım. Atalay yüzüme bakıyordu.
 
“Bitti.” Diye dudaklarım aralandı. Titreyen nefesimi içime çektim.

 Titreyen nefesimi içime çektim

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Başını sallayarak, “Bitti.” dedi. “Onu hallettin.”

Kana Bulanan Bedenler ♠️ (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin