Bölüm 12:
Saldırı20 Yıl Önce
Ankara, Temmuz 1999
Saat gece on biri gösteriyor olmalıydı. Bense sekiz yaşındaydım. İkinci sınıfa gidiyordum. Ders çalışmak yerine oyun oynamak daha eğlenceliydi. Bir hışım dışarı fırladım. Yaramaz bir çocuktum.
Büyük bahçemizde iki köpeğimiz vardı. Onlarla oynamayı severdim. Biri beni görür görmez üzerime atladı. Yere düştüm. Sonra babam “Asya!” diye adımı haykırdı.
Köpeklerle oynamayı bırakmak istemiyordum. Ama babamla oynamak daha eğlenceliydi. Koşa koşa içeri girdim.
Karşımda babam duruverdi. Elleri ıslaktı. Yeni yıkamıştı. Gömleğinin vatkalarını yukarı doğru kıvırmıştı. Ama yüzünü yıkamayı unutmuştu. Damla damla kan lekeleri vardı. Sekiz yaşında olmama rağmen ne yaptığını anlayabiliyordum.
Boynuna sarıldım. Saçlarımı kokladı. Biraz yorgun görünüyordu. Beni yavaşça kucağına aldı.
Annem içeri girdiğinde, birden yüzü endişeli bir hal aldı. “Hasan, lütfen tekrar banyoya gider misin?” Annemin sesi öfkeliydi.
Küçük avucumu babamın iri yanağına koydum. “Sen kötü adamlara ceza veriyorsun baba, biliyorum.” Babam yutkundu. Annem donmuş gibiydi. Daha sonra ona bodrumda kilitlediği yaralı adamdan bahsettim. “O adam bana kötü bir adam olduğunu söyledi.”
“Asya,” dedi korkuyla, “Senin ne işin vardı orada?”
“O adamın bağırdığını duydum. Merak ettiğim için baktım. Adam ağlıyordu. Çok kötü bir şey yaptığı için senin ona ceza verdiğini söyledi.”
“Özür dilerim bir tanem.” Saçımı ve yanağımı okşadı.
Babam o günden sonra bana sıkı bir eğitim vermeye başlamıştı. Silah kullanmayı ve dövüş sporlarını öğretiyordu. Bunları yaparken, sanki oyun oynuyormuş gibi eğleniyordum. Babam iyi bir öğretmendi.
Kasım 2001
Yaşım artık on olmuştu. Başımı yastığa koydum. Babam boğazıma kadar yorganı çekti. Eline bir masal kitabı aldı. Elimi alnıma koydum ve güldüm. “Baba! Artık küçük bir çocuk değilim. Bana artık masal okuma.”
“Ne kadar büyürsen büyü, sen benim küçük prensesim olarak kalacaksın. Bunu biliyorsun değil mi?” Kitabı açtı ve boğazını temizledi.
“Hayır. Bana artık küçük bir kız çocuğu gibi davranma lütfen. Ayrıca bir prenses olmak istediğimi sanmıyorum.”
Babam yatağımın kenarına oturdu. Kollarını açtı ve “Buraya gel,” dedi. Yerimde doğruldum. Babamın kaslı kolları arasında kayboldum. Tıpkı bir dev gibiydi. Benim kahraman devim.
“Seni seviyorum baba.”
Başımın üzerinden öptü. “Baba seni daha çok seviyor.” Beni yatağıma yatırdı. “Unutmadan, komşu çocuklarını dövmüyoruz.” Kıkırdadım. “İyi geceler.” Dedikten sonra dil çıkardı ve kapıyı kapattı. Bir çocuk gibiydi. Çok şanslıydım. Harika bir babam vardı. Gözlerimi uyumak için kapattım, sonra hızlıca geri açtım. Bugün babama okulda yaptığım resmi göstermeyi unutmuştum.
Hemen yataktan çıktım. Büyük çadırımın yanındaki okul çantamın içinden resmimi kaptığım gibi odamdan çıktım. Merdivenlerden sekerek iniyordum. Sonra annemin korku dolu sesini duydum. Basamağa oturdum ve tahta tırabzan arasından annem ve babama baktım.
“Ne zaman normal bir hayatımız olacak?” diye sordu annem.
“Serpil, emekli oldum artık. Dinle, buradan taşınır ve yeni bir hayata başlarız.”
“Ama aşağıda hala silahların duruyor. Hâlâ o adamın yanında çalışıyorsun.”
“Söz veriyorum, yeni evimizde tek bir silah bile olmayacak.”
“Lütfen gidelim buradan Hasan. Korkuyorum. Asya büyüyor ve onu bunlardan uzak tutmak istiyorum.”
Babam anneme sarıldı. Tıpkı o da benim gibi kollarının arasında kaybolmuştu. Annem, diğer kadınlara göre fazla naifti. Tıpkı bir çiçeğe benziyordu. Kırılgan ve kibar. Annem benim gibi cesur değildi. O, korkuyordu. Cesaretim, babamdan geliyor olmalıydı.
Resmimi masamın üzerine bıraktım. Günler sonra hızlı bir taşınma yaşamıştık. Annem çok mutluydu. Babam ve bende öyle. Babam söz verdiği gibi yeni evimize silah sokmamıştı. Sadece bir tane hariç, onu da kasasında saklıyordu. Babam artık her gününü bize ayırıyordu. Yeni bahçemiz yemyeşildi. Onunla en çok çimenlerin üzerinde yuvarlanmayı seviyordum.
Annem bize portakal suyu sıkmış getiriyordu. Babam “Mavi bardak benim!” diye bağırdı ve anneme koştu.
“Baba!” diye hayıflandım. “O benim.” Arkasından koşmaya başladım. Mavi rengi çok severdim.
Annem etrafında dönerek tepsiyi saklamaya çalıştı. “Yavaş olun! Dökülecek şimdi!”
Annem babama pembe bardağı vermişti. Annemle kıkırdayıp durduk. Babam boş bardağı çimenlerin üzerinde duran tepsinin üzerine koydu ve annemi kendine çekerek yanağından öptü. Portakal suyumu içerken onları izledim. Onlar çok güzeldi. Babam, annemi çok seviyor. Annem de babamı çok seviyordu. Ama ben onları daha çok seviyorum.
Başımı yasladığım camdan yavaşça çektim. Yıllar önce her çocuğun sahip olmak istediği gibi bir hayata sahiptim. Ama o mutlu anıların sonu, kimsenin tahmin edemeyeceği kadar karanlık doluydu.
Kaşlarımı çatarken telefonumu çıkardım. Arayan ve soran yoktu. Eminim ki Serkan deli gibi beni arıyordu.
Atalay’ın benimle olduğunu biliyordu, eğer onu salsaydım üzerine çullanıp yerimi öğrenmeye çalışacağından emindim. Bu yüzden her zaman tek çalışır, tek takılırdım. Yalnız biriydim.
Merdivenlere yöneldiğimde, aşağıdan gelen Atalay’ın öfkeli sesi evi inletiyordu. Hızlı adımlarla basamakları indim. Adamlarının hepsi sıraya dizilmiş, Atalay’ın karşısında boyunlarını eğmişti.
“Sizin yapacağınız işi sikeyim! Senin de aklını sikeyim!” Diye gürledi.
“Ne oluyor?” diye aralarına girdim.
Atalay öfkeli görünüyordu. Tekrar onlara döndü. Birine yumruk salladı. “Aptal herif!”
“Özür dilerim efendim."
“Dileme lan! Bir de özür diliyor!” diğerlerine döndü. “Halledin.” Diğerleri Atalay’ın bu emrini hemen kabul etmiş adamın koluna yapışmışlardı. Onu öldürecekleri belliydi.
“Hey! Hey! Ne yapıyorsunuz?” Diyerek ortalarına daldım.
Atalay’dan emir bekliyorlardı. Bakışlar ona döndü. Atalay, “Götürün, ne bakıyorsunuz?” diye tekrar öfkeyle bağırdı.
Birinin koluna yapıştım. “Evimi kana bulayamazsınız.”
“Temiz çalışın.” Dedi bu kez.
“Hayır.”
Atalay daha öfkeli bir sesle “İşime karışma! Dediğimi yapmazlarsa onlar ne olacağını biliyor,” dedi.
“Kendi evinde ne bok yersen yiyebilirsin, ama burası benim evim.”
Atalay burnundan soluyordu. Onu ciddi anlamda kızdırmıştım. Üzerime ağır ağır yürüdü. Gözlerini gözlerime kilitledi. “Sana karşı bazı şeyleri yutarım, ama işime karışmanı tavsiye etmem Asya.” Sesi bu kez sakin ve fısıltılıydı. Açık bir şekilde beni tehdit etmişti.
“Ne yaparsın?” İşaret parmağımla dudağındaki yarayı okşadım. “Başka bir şekilde mi çözeriz?”
Sertçe elimi yakaladı. “Onun gibi. Sana daha fazlasını bile yaparım. Şimdi işime karışma.” Gözleriyle tehdit saçıyordu.
“Efendim. Ne yapalım?” diye sordu içlerinden biri.
Kolumu hızlıca kurtarıp “Hiç bir şey,” dedim. Kollarından tuttukları adama baktım. “Adın neydi?”
“Tuncay.” Dedi çekinerek. Gözleri kısa bir an Atalay’a kaydı.
“Beni takip et, Tuncay.” Dediğimde Tuncay ne yapması gerektiğini bilmiyor gibiydi.
Atalay kolumu sertçe yakaladı. “Bunu sana ödeteceğim!” öfkeyle soludu. Kolumu iter gibi savurdu.
Tuncay'ı odama soktum. Arkasından girip kapıyı yavaşça kapadım. Tuncay’ın korkusunu hissedebiliyordum. Çekingen tavırlarından hayli rahatsız oldum. Sabır dilercesine soludum.
“Bana ne yapacaksınız?”
“Seni öldürmemden mi korkuyorsun?” Sustu, cevap vermedi. Sert tavırlarımdan bir şey söylemeye bile çekindi. Israrla cevap bekledim. “Sabırlı değilimdir Tuncay.”
Gözlerime baktı, sonra mahcup bir şekilde kafasını eğdi. “Arkadaşınızı öldürdünüz. Beni affetmenizi beklemiyorum.” Ağlamaklı sesi sinirimi bozuyordu.
“Ne yaptın?”
“Kızımı aradım. Kötü bir niyetim yoktu.”
Dilimi ağzımın içinde dolaştırdım. “Madem kızın var, neden bu işlerin içindesin?” cevap vermedi. “Şimdi seni burada öldürsem, kızın yetim kalmaz mı?” yine cevap vermedi. Bu kez öfkeyle, “Kızını düşünüyorsan, burada işin ne Tuncay?” diye bağırdım. “Konuş.”
“Kızım hasta...” Tuncay gözleri dolu dolu yüzüme baktı. “Altı yaşında, kalp hastası.”
Derin bir nefes alıp verdim. “Tedavisi yok mu?”
“Ameliyat,” dedi içini çekerek. “Yokluk, para bulabilmek arkadaşımın tavsiyesiyle bu işlere bulaştım. Altı aydır Atalay beyin yanındayım, ama Atalay beye tamamen sadık biriyim. Ona karşı boynum kıldan ince.”
Bir süre Tuncay’ı izledim. Cebinden telefonunu çıkardım. Bu telefon, benim verdiğim telefon değildi. Kendi telefonuydu. Onlara telefonlardan kurtulmalarını söylemiştim.
Telefonu avucumun arasında sıktım. Ona geri uzattım. Doğru söyleyip, söylemediğini bilmiyordum. Ben kimseye güvenmezdim.
“Kızını görüntülü ara.”
Şaşkınlıkla yüzüme baktı. Telefonu yavaşça elimden aldı. Arkasından telefona göz ucuyla baktım. Selma yazıyordu.
“Kızının adı mı?” Diye sordum.
“Annemin adı. Kızımın adı Buket.”
Arama yapmasını bekledim. Dediğimi yaptı. Telefon neredeyse hemen açıldı. Kamerada gözükmeyecek şekilde ekrana bakmaya devam ettim. Telefona, siyah saçları erkek gibi kesilmiş orta yaşta bir kadın çıktı.
“Tuncay? Ne oldu yavrum?”
“Anne Buket'i telefona verir misin?”
“Daha sabah konuştunuz ya oğlum.”
“Yüzünü görmek istedim.”
Bir süre sonra ekranda sarı saçlı tatlı bir kız çocuğu belirdi. “Baba!” dedi cıvıl cıvıl sesiyle. Çocukları sevmezdim.
“Kızım! Ne yapıyorsun?”
“Bebeğimin saçını tarıyorum. Sen ne yapıyorsun?” Sesi çok canlı geliyordu. Gülümsediğinde ön dişlerinden biri eksikti.
Kızı için çırpınan bir baba görüyordum karşımda. Çaresiz, kızı için ölümü bile göze alan bir baba. Dünya acımasızdı.
Onları dinlemedim. Cam kenarında duran çekmecemin yanında durdum. Konuşmaları bitene kadar dışarıyı izledim.
Çekmeceyi karıştırdım. Bir kalem ve ufak defter çıkardım. Yatağın üzerine atıp, kalem ve defteri gösterdim.
“Hesap numaranı ve ameliyat için gereken miktarı yaz.”
“Ama Atalay Bey...”
“Yaz dedim.” Tuncay yavaşça kalem ve defteri aldı. Birkaç saniye sonra defteri bana uzattı. Defterdeki yaprağı yırttım. “Karın yok mu?”
“Kaybettik kendisini. Kanserdi.”
Kafamı hafifçe sallayıp kağıda baktım. “Bu miktarın fazlasını yatıracağım. Kızını ameliyat ettirdikten sonra, kendinize bir ev alırsınız. Kalan parayla kendine temiz bir iş kuracaksın.”
“Senden Allah razı olsun...” elime sarılmaya çalıştığında elimi hızlıca çektim.
“Bunu kızın için yapıyorum. Eğer seni, başka bir pislik içinde görürsem Tuncay.. Şimdi evine git ve kızının yanında ol.”
Mutluluktan karşımda ağlayacaktı. Gözlerimi başka tarafa çevirdim. “Atalay Bey sizi öldürecek.” Dedi.
Kâğıt parçasını cebime koyarken pencereye baktım. “Meselem bitmeden ölmeye niyetim yok.”
♠️
Aslı akşam yemeğini hazırlıyordu. Tolga’yı arayıp Tuncay’ın işini halletmesini söyledim. Atalay ise Tuncay’ı gönderdiğim için burnundan soluyordu. Öfkesini diğerlerinden çıkarıyor, bana yaklaşmalarına bile izin vermiyordu. Hatta kendisi bile benden uzak duruyordu.
Gazetemi okurken, yüzümde istemsiz oluşan gülümsemeye mani olamadım. Onu sinirlendirmek benim keyfimi yerine getiriyordu. Birine daha bağırdığını duydum.
Gazeteyi katlayıp yanıma -koltuğa-, bıraktım. Masa hazır görünüyordu. Yavaşça masaya geçtim ve yemeğime başladım. Çok geçmeden Atalay da masaya oturdu. Sandalyesini hırsla geri çekmiş, öfkeyle oturmuştu. Pek iştahı var gibi görünmüyordu.
“Bir an önce buradan çıkmalıyız.” Dedim sakince. “Tuncay yüzünden yerimizi çoktan öğrenmişlerdir.” Şarabımı yudumlarken Atalay’a baktım. Gözleri ateş saçmaktan farksızdı.
“Bu yüzden o şerefsizi öldürmediğin için pişman olacaksın.” Çenesi kasıldı.
Şuan bu kadar rahat oturuyorsak herkesin tetikte olduğunu bildiğimiz içindi. Lâkin gece yarısı yola çıkmayı planlıyordum.
Atalay elini sertçe masaya vurdu. Gözlerimle sadece onu takip ediyordum. Salonda duran iki adamı bir an masaya dönüp baksalar bile bakışlarını geri çevirdiler.
Daha sonra Faruk, Atalay’a telefon uzattı. “Efendim, önemli bir telefon.” Atalay telefonu kulağına götürdü. Hâlâ öfkesi tazeydi.
“Evet?” Bir süre karşı tarafı dinledi. “Para yoksa anlaşma yok. Benim istediğim fiyatı değerlendirmeleri gerekiyordu... hayır, başka bir şey söyleme sadece selamlarımı ilet.” Telefonu kapatıp ayağa kalktı. Telefonu elinde birkaç kez çevirip hızla salonun ortasına savurdu.
“Birinden öfkeni çıkaracaksan benden çıkarmalısın.” Dediğimde bakışları hızla üzerime döndü.
“Emin ol, bunu istemezsin!”
Elimdeki çatalı yavaşça masaya bıraktım. Kadehimdeki şarabı bitirdim. Peçeteye dudaklarımı sildikten sonra yerimden kalktım. Atalay gözlerini üzerimden ayırmadı. Merdivenlerden çıktım ve odama girdikten sonra kapıyı kapadım.
Pencere önüne çekildim ve omuzumu duvara yasladım. Doğruca kapıya bakıyordum. Geleceğini biliyordum. İstediği şey, beni yalnız yakalamaktı.
Tahminimde yanılmadım. Kapı hızla açıldı ve aynı hızda gürültüyle kapandı. Hırsla aldığı nefesler yüzünden, göğsü hızla kalkıp iniyordu. Ama bu öfkeden değildi. Gözlerimin içine bakıyordu. Tereddütteydi.
Kaşlarını çatarken, adımlarını yavaşça üzerime doğru atmaya başladı. Hemen önümde durdu. Elini arkamdaki duvara sertçe yerleştirdi. Nefesini şimdi yüzümde hissediyordum.
“Neden?” diye soludu. “Neden, sana kızamıyorum!? Bu yaptığından dolayı seni gözümü kırpmadan öldürmem gerekiyor. Neden ben bunu yapmak istemiyorum?” Dudaklarını bastırırken çenesinin kasıldığını fark ettim.
“Bana vurmak mı istiyorsun?” Gözlerimi tehditkar bir şekilde kıstım. Yavaşça yutkundu.
“Şuan sana ne yapmak istediğimi tahmin edemezsin Asya.”
Yerimde doğrulup onu omuzundan sertçe ittim. Yerinden kıpırdamadı ama kolunu yanımdan çekmişti. “Beni, o pis düşüncelerinden uzak tut.”
O sırada, yanımdaki pencereden içeri kırılma sesiyle birlikte bir şey fırladı. Atalay ile aynı anda gözlerimiz yerde yuvarlanan bombaya kaydı. Atalay benden hızlı davranmış, hızlıca üzerime atlamıştı. Bizi yatağın kenarına sıkıştırıp, kendini bana siper etmişti. “Kulaklarını kapa!” diye bağırdı. Dediğini hızlıca yaptım. Üzerimde onun ağırlığını hissederken, bomba gürültüyle patladı.
Kulağımdaki çınlamayla yüzümü buruşturdum. Gözlerimi araladığımda etrafı toz dumanı kaplamıştı. Atalay’ın da yüzü benden farksızdı. Kendini yanıma bıraktı. Kulağımdaki uğuldama, sanki beynime basınç yapıyordu.
Uğuldamalar arasında “İyi misin?” diye sorduğunu anlayabilmiştim. Yavaşça başımı salladım.
Gözlerimi tekrar kapatıp açtım. Yavaş yavaş kendime geliyordum. “İyi kurtarıştı.” Dediğimde tebessüm ettiğini gördüm. “Burada bu kadar kalmamalıydık.”
“Demek senin de hata yaptığını görmek varmış.” Dedi belindeki silahını çıkarırken.
“Hatasız kul olmaz.”
Çekmeceli dolaba, eğilerek koşar adımlarla vardım. Çekmeceyi açıp, babamın silahını aldım. Pencere kenarındaki duvara sırtımı yasladım. Atalay çoktan diğer tarafa sırtını yaslamıştı. Göz ucuyla dışarı bakmak istedim, fakat duvar dibine isabet eden kurşunla tekrar eski pozisyonuma geri döndüm.
O anda aşağıdan gelen çatışma seslerini duydum. Bir yandan Atalay ile bulunduğumuz yere ateş ediyorlardı. Aklıma ilk gelen Aslı ve Mesut amcaydı. Hızlı adımlarla odadan ayrıldım.
Onları merdiven basamaklarına otururken buldum. Sırtlarını duvara yaslamışlardı. Birbirine sarılmış, korkuyla dua ettiklerini gördüm. Buraya hiç gelmemeliydim. Normalde böyle bir hata asla yapmazdım. Ama aklım yerinde değil gibiydi.
Basamakları hızlıca inip yanlarına çöktüm. “İyi misiniz?”
Aslı kafasını sallayarak, “İyiyiz, bizi merak etme.” dedi. Derin bir iç çektiğimde Mesut amca silahını tuttuğum elimi tuttu. Bana güvendiğini gözleriyle anlatmaya çalışıyordu. Silâh sesleri susmuyordu.
Diğer elimi, onun elinin üzerine koydum. “Söz. Sizi buradan burnunuz bile kanamadan çıkaracağım.”
Ayağa kalktığımda, Atalay’ın birkaç basamak yukarıda durduğunu fark ettim. “Umarım, güzel bir planın vardır.” Dedi.
“Benimle gel.”
Basamakları hızla çıkmaya başladım. Geniş koridorun sonundaki odanın kapısını açarak içeri girdim. Pencereden bahçeyi kontrol ettim ve pencereyi yavaşça araladım. Bir ayağımı uzattım ve diğer bacağımı da atarak kendimi mermere oturttum. Yavaşça kendimi ayaklarımın altındaki kiremitlere bıraktım. Burası garajın çatısıydı.
Çömeldim ve etrafı kontrol etmeye başladım. Sessiz olmaya çalışıyordum. O sırada Atalay, pencereden atlamıştı. Buradan arabalarını görebiliyordum. Evin duvarı, bizi saklayabiliyordu.
“Arabanın etrafından dolaşabilir miyiz?” diye sordu.
“Aklımı okudun.”
Kiremit üzerinde ilerlerken Atalay’ın sessiz olması için işaret parmağımı dudaklarıma götürdüm. Ardından parmağımla garajın arkasını işaret ettim.
Kiremit kenarından merdiven dayadıklarını gördüm. Olduğum yere çöktüm ve silahımı doğrultup bekledim. Adam kafasını çıkarır çıkarmaz, alnının ortasına mermi yemişti. Hızlıca ayaklandım ve aşağıda duran iki adamı da çatının üzerinden indirdim.
Merdiveni kullanmadık. İlk önce Atalay kendini aşağı attı. Ardından ben, zemine ayak bastım. Duvar dibinden seri adımlarla ilerlemeye devam ettik. Duvar kenarında Atalay durdu. Yapmamız gereken arkalarından dolaşmaktı.
“Önce sen git.” Diyerek Atalay’ı gönderdim. Sırtını arabanın kapısına yasladı ve hazır olduğunu işaret ederek, ona doğru gitmemi istedi. Aramızda en fazla dört metre vardı. Tam ilerleyecektim ki durmam için işaret yaptı. Parmağıyla olduğum yeri gösterdi. Muhtemelen biri bana doğru geliyordu.
Duvar dibine sinmiş beklerken adam önümde belirdi. Silâhımın kabzasıyla suratının ortasına vurdum ve kolundan çevirerek onu duvara yapıştırdım. Ense köküne vurdum ve yere yığıldı. Mermimi harcamak istemiyordum. Adamın silahını alırken, Atalay’ın ateş ettiğini gördüm. Arkamdan gelen adamı vurmuştu.
Ona baktım. Derin derin nefesler alıp veriyordu. Yanına gitmem için başını salladı. Oyalanmadan karşıya, geçtim. Atalay’ın yanına çöktüm.
Atalay, “Neredeyse on beş kişi var.” dedi.
Arabanın arkasına ilerledim. Atalay hemen arkamdaydı. İki elimde de silah olmasına rağmen, mermi sıkıntısı yaşardım. “Üç dediğimde..” Bakışlarımı Atalay’a çevirdim. “Üç.”
Atalay ile aynı anda çıkıp silahlarımızı ateşlemeye başladık. Arka arkaya sıktığımız hiç bir kurşun boşa gitmedi. Adamlar saniyeler içinde temizlenmişti.
Elimdeki emanet silahı yana doğru fırlattım. Etrafa kabaca göz gezdirdim. Mezarlık gibiydi. Karanlık havayı bıkkınca soludum.
“O adamı istiyorum Atalay. Artık bu iş bitsin.”
Atalay silahını beline yerleştirdi. “Elimden geleni yapacağım.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kana Bulanan Bedenler ♠️ (+18)
Teen FictionKendini alacağı intikama adayan, kiralık bir kadın katil. İntikam duygusu onu öyle bir ele geçirmiştir ki, canının bir kıymeti yoktur. Bir yandan da intikamını almadan ölmemeye yemin etmiştir. Yıllardır peşinde koştuğu intikamı alabilmesi için, hiç...