Bölüm 18: Çomak

50 3 0
                                    

Bölüm 18:
Çomak

İrkilerek gözlerimi hızlıca açtım. Aynı anda yattığım koltukta dikleştim. Atalay sehpanın üzerine kalçasını koymuş, kaşları çatık bana bakıyordu. Etrafa göz gezdirdim. Atalay’ın adamları etrafı temizliyordu.
 
Birden olanları hatırlayıp öfkeyle “O nerede?” diye söylendim.
 
“Sakin ol.” Dedi uyarır gibi. “Alıp götürmüşler.”
 
Öfkeyle dişlerini sıkıp koltuğa vurdum. Hızlıca ayağa kalktığımda Cihan’ın yan koltukta baygın yattığını fark ettim. “Nasıl? Nasıl böyle bir şey mümkün olabilir?”
 
“İlk defa böyle bir şey yaşıyorum. Ayrıca bunun hesabını ayrı soracağım.” Sesi sona doğru sinirle kısıldı. Atalay da öfkeliydi.
 
Cihan söylenerek hızlıca kalktı. O da benim gibi şok yaşamış gibi duruyordu. “Ne sikim oldu öyle?”
 
Atalay öfkeyle nefes alıp verdi. Gururu incinmiş olmalıydı. İlk defa mekanını basmışlardı. Bunu yanlarına bırakacak gibi durmuyordu. Fakat, benim öfkem daha ağır basıyordu.
 
Atalay yanımdan sıyrılıp geçti. Stresle ayağımı yere vuruyordum. İçimde büyüyen bir öfke, ve olmazsa olmaz bir hayal kırıklığı daha vardı. Bu kez oldu derken, her şey yolundayken, onu kendi ellerimle teslim etmiştim. Bu beni daha fazla sinirlendiriyordu.
 
Cihan da ayaklanıp, önümde duraksadı. “Sana ne oldu?”
 
“Ne var?”
 
“Yaralamışsın.” Dedi kaşlarıyla alnımı işaret ederken. Refleksle saç dibime dokundum. Parmaklarıma değen pürüzlü deriyi hissettim. Düz bir çizgi gibiydi.
 
“Biraz direndim.”
 
“Asya’dan beklenen davranışlar.” Göz kırpıp o da yanımdan geçti. Boynumu sıvazlayıp etrafa sıkıntıyla baktım. Her yer savaş alanıydı. Kırık camlar, kurşunlanmış mobilyalar, duvarlar, tablolar, kan lekeleri, hatta cesetler... şimdi onu bulmak imkansız hale gelmişti.
 
Odaya çıktığımda, aşağıdan farkı yoktu. Düşünmeye başladım. Bir türlü bir açıkları olmalıydı. Yaptığımız her hareketler nasıl haberleri olabilirdi? Düşündükçe çıldıracak gibi oluyordum.
 
Düşündüm. Kendilerince bir denklem kurmuşlardı. O denklemi bozmalıydım. Sırasıyla hepsini.
 
♠️
 
Ne yapsam öfkemi dindiremiyordum. Hava aldım. Uyumayı denedim. Hatta müzik bile dinledim. Elimde tuttuğum viski şişesiyle televizyonun önünde duran müzik çaları kapadım. Öfkemin kendime olduğunu anladım. Elimdeki adamı kaçırdığım için kendime kızıyordum.
 
Kapı tıklanarak açıldı. “Asya H... Asya. Odanı toparlamak için geldik.”
 
“Keyfinize bakın. Bende çıkıyordum.” Onlar içeri girerken ben odadan ayrılmıştım. Bir anda duraksayıp onlara döndüm. “Atalay nerede?”
 
“Yukarıda. Odasını toplayacaktık ama yalnız kalmak istediğini söyledi.” Nazikçe uyarmaya devam etti. “Belki gitmeseniz iyi olur.”
 
“İkimizde sinirli olduğumuza göre belki birimiz diğerini öldürebilir.” Bunu ciddiyetle söylediğimde içerideki üç adam dikkatle bana baktı.
 
Atalay’ın odasına doğru seri adımlarla ilerledim. Kapısını çalmadan hızlıca açtım. Sinirli olduğunu görür görmez anlamıştım. Siyah gömleğinin düğmelerini iliklerken sert bakışlarını bana çevirdi.
 
“Ne arıyorsun burada? Aşağıda dinlenmen gerekiyordu.”
 
“Denedim.” Derken yanına ulaşmıştım. Ellerimi arka cebime sokarken tekrar ona baktım. “O kadar öfkeliyim ki gözüme uyku girmiyor.”
 
“Buraya adım atan her bir adamın bacaklarını sökeceğim.” Sinirle dudaklarını birbirine bastırdı. Belki de onu ilk defa böyle öfkeli görüyordum.
 
“Aklımda bir şey var. İşlerine çomak sokmak istiyorum.”
 
“Nasıl?”
 
“Ticareti bozacağım. Bu işte olan her bir piyonu tek tek eleyeceğim.”
 
“Hayır. O zaman onları yakalayamayız.” Elini bir an çenesine dayayıp geri çekti. Düşünüyordu. “İçlerine birini koyabiliriz.”
 
“Hayır! Cemal ile iş birliği yapmıştık zaten. Benim istediğim o Jonathan’dan intikam almak, ona karşı büyük bir vurgun yapmak!” Öfkeyle sesim sert çıkmıştı.
 
“Bu söylediğin intihar.” Bir elini pantolonun cebine yerleştirdi. “Farkında değil misin? Seni öldürmediler. Ama bunu yaparsan.. Bir piyonu alırsan, seni öldürürler.”
 
Yavaşça önüne bir adım attım. “Beni bulabilirse öldürür.” Alıp verdiği nefesi dudaklarımda hissederken hızlıca geriye bir adım attım.
 
“Bu tehlikeli bir iş.” Çenesinin kasıldığını fark ettim. “Ölümle oynuyorsun.”
 
“Senin işin istihbarat. Benim işim, ölüm.”
 
Derin bir nefes alıp verdi. “Güzel bir plan yapmamız gerekiyor. İzini bulamamalılar.” Hâlâ sinirliydi, ama bu öfke bu kez banaydı.
 
“Merak etme, kimden başlayacağımı düşündüm bile.” Pencereye bakıp, bakışlarını tekrar Atalay’a çevirdim. “Ve sen bana, bütün isimleri bulacaksın.”
 
Birkaç saniye gözlerime baktı. “Tamam. Onlara biraz fırsat tanıyalım. Her şeyin yolunda gittiğine emin olsunlar. Daha sonra sen sahaya çıkarsın.”
 
“Sanırım sabırlı olmayı öğrenmem gerek.”
 
Kafamın içinde planlar dönüp duruyordu. Atalay üzerime doğru adım attığında odağımı ona verdim. Parmağıyla alnımı işaret etti. “Aşağıda, doktora baktırmalıydın.”
 
Yüzümü ona doğru kaldırdım. Atalay’ın dudakları, neredeyse dudaklarıma değecekti. Farkında olmadan biraz daha yaklaşmıştı. Gözlerini dudaklarıma indirdi. Beni öpmekten çekiniyordu.
 
“Beni öpmekten korkuyor musun?”
 
Gözleri sadece bir anlığına gözlerime çıktı ve tekrar dudaklarıma indi. Korkmadığını ispatlamak üzere dudaklarını dudaklarıma yasladı.
 
Ona karşılık verdim. İçimdeki bu öfkeyi bir türlü atmam gerekiyordu. Ellerini enseme yerleştirdi. Dudaklarımı hırsla öpmeye başladı. Üzerime doğru bir adım daha atıp sırtımı duvara çevirdi. Ve sırtımı sert bir şekilde duvara çarptı.
 
Hafifçe inlediğimde kollarımı kavradı ve başımın üstüne, duvara yasladı. Sanki bu anı bekliyormuş gibiydi. Öpüşleri sert ve vahşiydi. Kibar davranmıyordu.
 
Dudaklarıma sert bir ısırık bırakırken, dudakları boynuma indi. Kollarımı serbest bırakırken, üzerimdeki yeleğin fermuarını aceleyle söktü.
 
Anlamadığım bir anda beni kucakladı. Fakat dudakları bir an olsun boş durmuyordu. Duvarla onun arasında ezilmiş gibiydim. Saçlarını kavradım. Köprücük kemiğimi öpüyor, emiyor, ayrılırken ısırıklar bırakıyordu. Sanki korkmadığını sert bir tavırla açıklamaya çalışıyordu.
 
Başımı olabildiğince duvara yasladım. Nefesim sıklaşmıştı. Üzerimdeki çamaşırın askısı omuzumdan aşağı düştü. Atalay göğsümün üst kısmını öfkesini çıkarmak istiyor gibi sertçe emip bıraktı. Dudaklarımdan sessiz bir inleme döküldü.
 
Sırtım hızla duvardan ayrılıp, aynı hızla yatakla buluştu. Dudaklarıma eğildi. Gömleğinin düğmelerini söktüm. Gömleğini çıkarmadan, dudaklarımdan ayrılırken alt dudağımı dişlerinin arasına sıkıştırıp çekeledi. Parmakları çenemi kavradı. Hızlı nefeslerini dudaklarımın üzerine bıraktı.
 
“Tüm hırsımı senden alacağım.”
 
Tekrar dudaklarını dudaklarıma yasladı. Nabzım yüksek, soluklarım hızlıydı. Gömleğini kenara attı. Parmaklarımı sırtına indirdim.
 
Boynuma, ardından göğsümün üst kısımlarında dolanan dudaklarıyla altında kıvranıyordum. Parmaklarıyla ise pantolonumun düğmesini söktü. Göğsümün ortasından aşağı inen dudakları kasıklarımın üzerinde dolandı. Kasıklarıma giren tatlı kramplarla, dudaklarım sessizce inlerken aralandı.
 
Atalay sadece pantolonumu bacaklarımdan sökerken benden uzaklaşmıştı. Alt çamaşırımın kenarında dolandı dudakları. Parmağı yavaşça çamaşırımı kenara çekerken nefesini bacaklarımın arasında hissettim. Hızla aldığım soluğumu tuttum. Atalay dudaklarını hafifçe değdirdi ve dilini devreye soktu. Tuttuğum nefesimi inleyerek dışarı bıraktım.
 
Dişleriyle ısırıklar bırakıp, ardından dudaklarıyla emiyordu. Dudaklarımdan güçlü bir inleme dökülürken, çamaşırımın bacaklarımdan ayrıldığını hissettim. Alt dudağımı dişlerimin arasında ezerken Atalay doğruldu. Hırsla ensemden saçımı kavrayıp, üzerime eğildi.
 
Bacaklarımın arasına girerken, dudaklarım şehvetle aralandı. Atalay’ın dudakları dudaklarıma değiyor ama öpmüyordu. Nefeslerimiz birbirine karışıyor, tırnaklarımı hırsla sırtına geçiriyordum. Atalay her sert hareketinde, saçıma daha çok asılıyordu. Daha sonra elleri vücudumu keşfe çıkmıştı.
 
♠️
 
Beyaz çamaşırımı altıma geçirirken Atalay, “Kalabilirsin,” dedi. Ardından yatakta dikleşti. Oturduğum yataktan kalkıp ona baktım.
 
“Yataklar uyumak için değildir.”
 
Dudakları yana doğru kıvrıldı. “Unutmuşum. Uyumadığını.” Evet, yıllardır yatakta uyumuyordum. Tekrar ciddileşti ve vücuduma baktı. “Nasıl oldu?”
 
“Belki başka zaman anlatırım.” Altıma pantolonu geçirip üzerime çıkardığım yeleği giydim. Atalay kalkmak üzereyken yanından ayrıldım.
 
♠️
 
Saçlarımı enseden toplayıp odadan çıktım. Aşağı indiğimde her yer toplanmıştı. Atalay masanın başına oturmuş etrafındaki adamları dinliyordu. Masaya vuran güneş bir an gözlerime yansıdı.
 
Yüzümü buruşturarak yanlarına gittim. “Yeni bir şeyler mi var?” masada bulunan birkaç kahvaltılık vardı. Ağzıma bir zeytin attım.
 
Atalay kafasını önündeki kağıttan kaldırmadan beni cevapladı. “Evet. İlk önce şu ressamı istiyorum.” Masanın ortasına kağıdı koydu. Herkesten önce elime alıp inceledim.
 
“Harika. Aylak durmak istemiyorum.” Ayaktakilere göz gezdirdim. “Kim benimle geliyor?” Hepsi Atalay’a baktığında kapıya doğru iki büyük adım attım. “Pekala yalnız gidiyorum.”
 
“Yalnız gidemezsin.” Bu emir kipi Atalay'dan başka kimseden çıkmazdı. Gözlerimi devirerek ona döndüm.
 
“Cihan’ı alırım.”
 
“İstediğini alabilirsin. Ama bende geliyorum.” Sandalyeden kalkıp ceketini düzeltti.
 
Arabayı ben kullanmak üzere direksiyona geçtim. Yanıma Atalay, arkaya Cihan oturmuştu. Aynadan arka koltuğa baktım. Memnuniyetsiz bir şekilde yüzümü astım.
 
“Gerçekten bu gerekli mi? Ben yalnız çalışırım.” Direksiyonu sıkıp bıraktım.
 
Atalay rahatça arkasına yaslandı. “Ben sadece izleyeceğim.”
 
Gözlerim tekrar dikiz aynasına kaydı. Cihan bir elini havalandırıp dizine bıraktı. “Seni izlemek keyifli. Bir de heyecanı seviyorum.”
 
Ressam, kadınları öldüren bir seri katildi. Bir sadist. Öldürdüğü her kadının kanını resimlerine işliyordu. Kim bilir, kaç kişinin evinde kan kokan bir tablo vardı.
 
Arabayı rezidansın önüne çektim. Umarım evde olurdu. Güvenlik kameralarına baktım. Kasketli şapkamı takıp, altında saçlarımı topladım. Arabadan indim.
 
Kafamı eğerek güvenliğe yaklaştım. “Bakar mısınız? Akın Gezgir ile randevum vardı, kendisine ulaşamıyorum.”
 
“Ressam olan Akın Bey mi? O her sabah ofisine gider. Belki orada bulabilirsiniz.”
 
Adresi ondan aldım ve hızlı adımlarla arabaya geri döndüm.
 
“Ofisinin adresi neden bizde yok?”
 
Atalay kaşlarını daha fazla çattı. “Ofis mi? Adına kayıtlı böyle bir yer yok.”
 
Arabayı hızlıca çalıştırdım. Kısa sürede büyük bir binanın önünde durdum. Arabada kimse konuşmamıştı. İnip hızlıca kapıyı kapadığımda Atalay ve Cihan da indi. Gerçekten birinin peşimde dolaşmasından hoşlanmıyordum.
 
Döner kapıyı ittirerek asansöre yöneldim. Dördüncü kata çıkıp kapılarda ressamın adını aramaya başladım. İşte üçüncü kapı onundu.
 
Kapıyı açtığımda ferah bir odayla karşılaştım. Beyaz duvarlar, beyaz fayans, beyaz mobilyalar. Her şey beyazdı. Sadece içeride bir sürü tablo vardı.
 
Cihan, ıslık çalarak adım attı. Tabloların birkaç tanesine göz gezdirdiğimde neredeyse çoğu çıplak kadın tablosuydu.
 
Cihan, “Bu adamın kesinlikle psikolojik sorunları var.” diye hamurdandı.
 
“Adam tam bir sadist. Onu öldürmek için sabırsızlanıyorum.” Diye mırıldanırken diğer kapıya yöneldim. Gördüğüm manzara beni şaşkına uğratmıştı. Bıkkın bir nefes verdim. “Burada ilginizi çekecek başka bir şey var.”
 
Hemen arkamda Atalay’ın varlığını hissettim. “Birileri bizden önce gelmiş.” Sesinden anladığım kadarıyla bu hoşuma gitmemişti.
 
Masanın ardında yatan adamın cesedinden gözlerimi kaldırıp odada gözlerimi kabaca gezdirdim. Burası diğer odaya göre biraz daha renkliydi. Yerde bir kilim vardı. Bakışlarım tekrar masanın arkasında duran adama kaydı. Ona doğru birkaç adım attım.
 
Dudaklarımı memnuniyetsiz bir tavırla birbirine bastırdım. “Bu adamı öldürmeyi gerçekten istiyordum.”
 
Cihan, “Sizce bir grup siyah giyinen adam mı, yoksa tek kişi mi?” diye sordu.
 
Kafamı hızlıca salladım. “Hayır. Çete işi değil. Tek kişi gelmiş...” işaret parmağımla kapıyı işaret edip, adama doğru bir çizgi çektim. “Fazla uzatmadan işini bitirmiş.” Belindeki silahını yerindeydi. “Silahına dokunamamış bile.”
 
Bu kez Atalay düşüncesini belitti. “Belki de biri onu buraya gönderdi. İşini bitirip ayrıldı.”
 
“Olası bir ihtimal.” Diye onu onayladım. Cesedin yanına gittim. Kravatını yana atıp gömleğinin düğmelerini açtım. Sol göğsünden vurulmuştu. Parmağımı kurşunun giriş yarasına soktum. “Evet. Tek bir kurşun işini bitirmiş gibi görünüyor. Kurşun içeride sağa doğru yol çizmiş. Ayrıca kim vurduysa solak biriymiş.” Bunu öylesine söylemiştim. Fakat Atalay ciddiyetle yüzüme bakıyordu.
 
“O zaman bu adamı bulabiliriz.” Dediğinde parmağımı adamın gömleğine sildim.
 
Yüzümü buruşturarak ayağa kalktım. “Saçmalama. Adam zaten ölmüş.”
 
“Bana canlı lâzımdı.” Elini cebine koyup ciddiyetini bozmadan adama baktı. “Bu işte bir terslik var.”
 
“Onu zaten öldürecektim. Niye bu kadar takıldığını anlamıyorum.” Kaşlarım çatılmıştı.
 
“Hiç bir zaman sabırlı olamayacaksın. Bu yüzden her zaman kaybeden sen olacaksın.” Sesi fısıltı gibiydi ama sert bir dille uyarmıştı beni. Bu beni daha fazla sinirlendirmişti.
 
“Tabi ki onu öldürecektim!”
 
Bu kez Cihan, “Sizin neyiniz var? İlişkiniz bir tek bana mı garip geliyor?” diye sordu. İkimiz birden Cihan’a döndüğümüzde kollarını bağlamış bizi izliyordu. “Birlikte olduğunuzu anlamak zor değil.” Diyerek Atalay’ı, ardından boynunu işaret etti.
 
Atalay’a baktığımda kulağının alt kısmının çürük olduğunu gördüm. Çürükten ziyade kızarıktı. Bunu kahile bile almamıştım. Kafamı sallayarak bunu belli etmiştim. Saçma bir tartışma yaptığımızı düşünerek kapıya yöneldim.
 
“Burada benlik bir iş olmadığına göre gidebiliriz.”
 
Arabayı çalıştırdım ve beklemeye başladım. Çok geçmeden Atalay tekrar yanıma Cihan arkaya oturmuştu.
 
“Sıradaki nedir?”
 
“Onu yarına bıraksak iyi olur.”
 
“Bak kafamı meşgul etmem gerek.”
 
“Hazırlıklı değiliz Asya.” Sertçe yüzüme baktı. “Eve sür.”
 
Anlamıyordum, benimle iddialaşmaya mı çalışıyordu? Ona cevap vermeden gaza bastım. Bir süre sonra “Nereye gidiyorsun?” diye sordu. Direksiyon bendeydi.
 
Bir süre sonra yatıp kalktığım barın önüne çektim arabayı. Kapıyı iteleyerek içeri girdim. Eren masaları silerken, kafasını kaldırıp bana baktı. Yüzünde bir gülümseme belirdi.
 
“Asya, seni görmek güzel.”
 
“Kaliteli bir içki içmeyi özledim.”
 
“Haydi gel, sana bir içki ısmarlayayım.” Elindeki bezleri masaya bırakıp birlikte tezgaha geçtik. O arka tarafa ben de sandalyelerden birine oturdum.
 
Eren içki doldururken arkamdaki kapıya baktı. “Yalnız değilsin.” Sanırım daha yeni içeri giriyorlardı.
 
“Evet. Şu kaba herife en iyi içkilerinden ver. Viskiden başka bir şey içmiyor.”
 
Eren gülümserken Atalay’ın yanıma oturduğunu hissettim. Bu bana aylar önce buraya gelişini hatırlatmıştı. Dejavu yaşıyor gibiydim.
 
“Diğerleri yok mu?”
 
“Arka taraftalar. Yeni elemanlar var.” Atalay’ın içkisini ona doğru uzattı.
 
“Öyle mi? Tolga bundan bahsetmemişti.”
 
“O, öldükten sonra buraya bir adam geldi. Bayağı fiyakalıydı.” Arkadaki kapıya bakıp sessiz şekilde devam etti. “Duyduğuma göre, onu buraya Fred getirmiş. Adam ile biraz fazla samimi gibiydi.”
 
Kaşlarım çatıldı. “Ne bok yiyor bunlar? Onlara beklemelerini söyledim.”
 
“Yeni bir bütün olmaya çalışıyorlar.”
 
“Başka bir adama nasıl güveniyorlar?” Tezgahtan kalktım ve arka tarafa gitmek üzere birkaç adım attım.
 
Cihan, “İçimden bir ses buralar karışacak diyor.” diye mırıldandı.
 
Seri adımlarla ilerleyip, iki kapaklı kapıyı hızlıca ittim. Büyükçe iki adım attığımda içerideki tüm gözler bana döndü.
 
Baran sırtını duvara yaslamıştı. Cenk bir sandalyede ters oturuyordu. Doruk ise masaya kalçasını yaslamıştı. Hiç biri halinden memnun gözükmüyor, hatta sinirlenmiş gibi gözüküyorlardı.
 
Ortadaki masada ise, saçları beyazlamış zayıf bir adam vardı. Giyimi Eren’in dediği gibiydi. Altın bir saati, fiyakalı siyah bir takımı, sol elinde büyük altın çerçeveli bir yüzük vardı. Etrafında bir kadın, üç adam ve karşısında Fred oturuyordu.
 
“Burada ne olduğunu biri anlatacak mı?” Kaşlarımı tehditle kaldırdım.
 
Baran heyecanla dikilip bana baktı. Beni beklemedikleri açıktı. Kadının ise bakışlarını hiç beğenmemiştim. Yavaş adımlarla ilerlerken Cihan da arkamdan ilerlemeye devam ediyordu.
 
Fred birden “Asya,” dedi. “Seni beklemiyorduk.”
 
Beyaz saçlı adam memnuniyetle ayağa kalktı. “Demek Orkun’u ortadan kaldıran meşhur Asya sensin.”
 
“Ne oluyor burada?” diye bu kez sertçe sordum.
 
“Bilal Meşe.” Diye lafa girdi Cenk. “Güya senin tarafındaymış. Fred onu başımıza sardı. Orkun'un boşluğunu doldurmaya çalışıyor aklı sıra.”
 
Aniden Fred'in yakasına yapıştım. “Sana kim böyle bir şey yapmanı söyledi?”
 
Bir anda silahlar üzerime doğrultuldu. Cenk, Doruk ve Baran da silahını çıkarmış onlara doğrultuyordu. Emindim ki Cihan da arkamdan onlara karşı aynı şeyi yapmıştı. Bilal sakin ses tonuyla devam etti. “Böyle kötü bir giriş yapmak istemezdim Asya. Ancak bana mecbursun.”
 
“Ne saçmalıyorsun sen?” Fred'i savurarak elimden attım. Öfkeyle Bilal'e bir adım attım ki arkamdan bir ses beni durdurdu.
 
“Asya! Sen dahil herkes sakin olsun.” Bu kez öfkeli bakışlarımı Atalay’a çevirdim. Burnumdan soluyordum. Tekrar Bilal’e döndüm. Ona tekrar yönelecekken dikkatimi bu kez Bilal'in bakışları çekti. Atalay’a hayran bir şekilde bakıyordu.
 
Ellerini birleştirdi. “Atalay Taşkıran.” Adını söylemesi üzerine şaşırdım. Atalay ne ara yanıma gelmişti bilmiyorum. Bilal de adımlarını seri şekilde atarak karşımızda durdu.
 
“Sizinle tanışmak, büyük şeref.” Ardından elini uzattı.
 
“Şeref öyle mi?” üzerine doğru yürüyüp, boşta kalan eline vurdum. “Her kim, ya da ne istiyorsan umurumda değil. Kendi çöplüğüne Bilal Meşe.”
 
Atalay omuzlarımdan tuttu. Ardından elini yukarıdan aşağı indirdi. “Herkes silahını indirsin. Olayın seninle ne ilgisi olduğunu anlayalım.”
 
Bilal memnuniyetle başını salladı. “Tabi.” Ardından adamlarına silahlarını indirmelerini söyledi.
 
Masaya isteksiz bir şekilde oturdum. Bacağımı sinirle sallayıp duruyordum. Ellerimi masanın üzerinde birleştirmiş, çatık bakışlarımı bir an olsun Bilal'in üzerinden çekmiyordum. Atalay sertçe bacağımı tuttu. Bir şey yapacağımdan korkuyordu. Sağım solum belli olmazdı.
 
Sessizliği Atalay bozdu. “Evet, Asya ile neden ilgileniyorsun?” Benim gibi ellerini masada birleştirdi.
 
Bilal kendinden emin bir tavırla sırtını dikleştirdi. “Direk konuya gireyim o halde. Asya’yla ortak düşmanımız olduğu için ona bu kadar ilgiliyim.”
 
Cihan arkamdan, “Serkan derse hiç şaşırmam.” diye mırıldandı.
 
“Serkan Güney. Ölmesini istiyorum.” Bir anda rahat tavrı bozuldu.
 
“Derdin ne?” diye sordum.
 
“İhanet asla unutulmaz Asya. Serkan bana öyle bir kazık attı ki, her şeyimi kaybettim.” Gözlerini kapatıp derin bir nefes alıp verdi. “Aramızda bir anlaşmazlık oldu. Oğlum, büyük bir sevkiyatı tamamlamıştı. Her şey yolundaydı. Sonra birden ‘bum'!” Gözleri uzaklara dalmıştı. “Bir servet kaybettiğime asla üzülmedim. Ama keşke o gemide oğlum olmasaydı diyorum.”
 
Masaya doğru eğilip gözlerinin içine baktım. “Onun tanıyordun.”
 
Masada bir ölüm sessizliği oldu. Bilal gözlerini kaçırdı. Tekrar gözlerime odaklandı. “Yıllar geçti.”
 
“Kaç yıl?”
 
“On.”
 
Derin bir nefes alıp verirken parmaklarımı alnıma yasladım. “Bu uzun bir süre.”
 
“Yardıma ihtiyacın var. Onu tanıdığıma rağmen izini bulamadım.”
 
Bu kez ellerimle yüzümü avuçladım. Ellerimin rahat durmaması kendimi sakinleştirmeye çalıştığımın bir göstergesiydi.
 
“Boşuna buraya gelmişsin.” Arkama yasladım öfkeli bakışlarımı yüzüne diktim.
 
“Onu tanıyan ve gören benim. Bana ihtiyacın var.” Kararlı bakıyordu. “Ölmesini istiyorum.” Dedi nefret dolu bir tınıyla.
 
“Bana ne yararın dokunabilir?” Dalga geçerek dudaklarımı kıvırdım. “Onu bende gördüm. On yedi yıl önce.” Kaşlarımı kaldırırken başımı salladım. Bilal onu ciddiye almadığım için sinirlenmiş olmalıydı. Tekrar masaya eğildim. “Bana onun hakkında bir şey söyle.”
 
“Yanağında bir... yara izi var.”
 
“Yanağından çenesine doğru. Yedi veya sekiz santim kadar.” Dedim.
 
“Zayıf.”
 
“Değil. Şuan hafif göbeği var. Kırk altı beden giyiyor ve 1.70 boylarında. Sağlıklı bir duruşu var. Bir hastalığı yok.”
 
Yine sessizlik. Bilal bana birkaç saniye baktı. “Bunları bilmiyordum.”
 
“Yani bana vereceğin hiç bir bilgi yok.” Yavaşça ayağa kalktım. “Bu bardan da uzak durmanı tavsiye ederim. Ve bu, açık bir tehdittir.”
 
Kapıdan çıktığımda arkamdan gelen Cihan idi. “Ne diyorsun? Takip etmeli miyiz?” diye sordu.
 
Başımı iki yana hafifçe salladım. “Gerek yok. Adam bir şey bilmiyor, ama ona kin beslediği açık bir şekilde belli oluyor.”
 
Ardından kapıdan Doruk çıktı. Kapıdan biraz uzaklaşıp onu kenara çektim. Doruk “İçerideki patronun mu?” diye sordu.
 
“O benim için bir şey yapıyor, bende onun için bir şeyler yapıyorum.”
 
“Taşaklı birine benziyor.”
 
“Öyle.” Dudaklarımı ıslattım. Boğazım kurumuştu. “Senden bir şey isteyeceğim. Barın sahibini ara. Burayı satmasını sağla. Ne kadar istiyorsa ver. Vermezse, verene kadar fiyatını arttır.”
 
“Tamam da neden?”
 
“Sen dediğimi yap. Beni haberdar et.” Cihan'a çevirdim gözlerimi. Etrafı kontrol ediyordu. “Cihan sizi bir yere götürsün olur mu? Güvende olacağınız bir yer.”
 
“Tamam. Hallolmuş bil.”
 
Cihan, barda kalırken Atalay ile arabaya döndük. Sakin kullanıyordum. Bir süre sessiz geçen dakikalardan sonra Atalay’ın dışarı izlediğini gördüm.
 
“Sorun ne?” Diye sorduğumda bakışlarını bana çevirdi. “Bir şey söyleyeceksin ama kararsızsın.”
 
“Nasıl anladın?”
 
“Vücut dilinden. Bacağını ve dudaklarını sıvazlayıp duruyorsun. Arada da bana bakıp duruyorsun.”
 
Dudaklarını kıvırdı. “İyi bir gözlemci olduğunu bildiğim iyi oldu.”
 
“Sadece tahmin.”
 
Yola baktı. “Cihan bizi öğrendiğinde rahatsız olmuş gibiydin. Saklamayı mı tercih edersin?”
 
Gülümsedim. Onu cevaplamadım. Tekrar yolu izledi. Sorusunu üstelemedi. İlerideki sapaktan döndüğümde, “Nereye gidiyorsun?” diye mırıldandı.
 
“Gidince görürsün.”
 
Sadece on dakika sonra sahildeydim. Arabayı park ettim ve indim. Atalay, arabanın kapısını kapatırken etrafa sert bakışlarıyla anlamsızca baktı.
 
“Ne işimiz var burada?”
 
Adımlarımı takip etti. “Sana yemek borcum vardı.” Ardından denize yakın duran minibüse doğru ilerledim. “Ben öyle şık mekan bilmem. Sokak lezzetlerini severim. Sana da benim tarzımda yemek söylemek istedim.”
 
Yüzüme bakıp gülüp gülmemek arasında gidip geldi. Sonra dudakları kıvrıldı. “Şikayetim yok.”
 
Yaklaştıkça insanların mırıltıları ve o kokorecin mis kokusunu duyuyorduk. Kenardaki tahta ufak sandalyeye oturdum. Atalay ceketini geriye atıp karşımdaki ufak tabureye oturdu. Elini bacağına koyarken etrafa bakındı.
 
“Daha önce balık ekmek yedin mi?”
 
Yüzüme baktı. Kaşları çatıktı. “Yok.” Dedi. Şaşırmamıştım.
 
Elimi kaldırdım. “Usta bize iki yarım atsana.”
 
“Fazla açıktayız.” Etrafına bakmaya devam etti.
 
Etrafımızda oturan insanlara baktım. “Merak etme senin burada olduğunu kimse tahmin edemez.” Tekrar etrafına bakındı. “Rahat ol biraz. Düşmanı gözünden tanırım.”
 
“Sen nasıl bu kadar rahatsın?”
 
“Alıştım. Bir keresinde yolda yürürken motorlu bir suikastçıya denk geldim.” Yüzüme bakmaya devam etti. “Birini öldüreceksen, ondan hızlı olmalısın.”
 
Siparişleri genç çocuk önümüze koyarken, “Sağ olasın, iki de kola ver.” diye mırıldandım.
 
“Hemen abla.”
 
Yemeği yerken öylece iki kelime ettik. Atalay balık ekmeği beğenmişti. Ne diyebilirim? Bunu tatmadan geçen yıllarına yazık etmiş.
 
Çocuğa iyi bahşiş bırakırken masadan kalktık. Arabayı tekrar ben kullandım.
 
♠️
 
Salona girer girmez ellerimi birbirine vurdum. “Evet! Herkes buraya baksın!” Hepsi koskoca salonda ayrı yerlerdeydi. Birkaç adım atıp duraksadım. “Hepinize vereceğim bir görev var! Ama zamanı geldiğinde.”
 
Doruk araya girdi. “Barın sahibiyle konuştum. Fiyatta anlaştık.”
 
“Güzel. Yarın git sen o işi hallet, Eren’in üzerine olacak. Çocuğu bizim yüzümüzden rahatsız etmesinler.” Doruk kafasını onaylamak üzere salladı.
 
“Ben buraya senden emir almak için gelmedim.” Diye şikayet etti Cenk.
 
Ona doğru adım attığımda o da üzerime yürüdü. Her zaman beni sinirlendirmeyi başarıyordu. “Neden geldin o zaman?”
 
“Bilal denen heriften hoşlanmadım.”
 
“O zaman benden hoşlanıyorsun.” Diyerek kaşlarımı havalandırdım. Doruk ve Baran'ın güldüklerini duyabiliyordum.
 
Cenk sınırı zorlayarak bir adım daha attı. “Midemi bulandırıyorsun.”
 
“Mideni sökmemi ister misin?” Cenk’in burnu neredeyse burnuma değecekti. O da benim kadar sinirliydi.
 
Baran ellerini ortamıza sokup bizi hızlıca ayırdı. “Buraya neden geldiğimizi elbette Asya söyleyecek.”
 
“Zamanı geldiğinde anlatacağım. Şimdilik Atalay’ın benim yüzümden aksayan işleri var. İlk önce onları halledeceğim.”
 
“Saçma sapan işlerle uğraşamam, ben gidiyorum.” Cenk durmadan şikayet ediyordu.
 
Baran, “Cenk!” diye bağırdı. “Kendini topla! Verdiğin sözü hatırla.” Diye uyardı onu. Cenk dişlerini sıkarak arkasını döndü.
 
Atalay’ın arkamda fısıldadığını duydum. “Her zaman böyleler mi?”
 
Doruk cevabını hızlıca verdi. “Kesinlikle. İkisi de birbirinden nefret eder.”
 
Bu kez sakin bir sesle konuştum. “Uyusanız iyi olur. Yarın hepimizin işi olacak.”
 
 

Kana Bulanan Bedenler ♠️ (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin