Bölüm 11: İlk Kan

73 3 0
                                    

11. Bölüm
İlk Kan

Evin bahçesinde koşarak stres atmaya çalışıyordum. Kapının önünde durup, eve baktım. Burası babamındı. Buraya uzun süredir hatta neredeyse hiç uğramamıştım.
 
Derin soluklarımın arasında iç çekerek kapıya ilerledim. Aslı kapıyı açtı.
 
“Asya Hanım, kahvaltı hazır.”
 
Odamdaki banyodan çıkıp üzerime bir atlet, bir pantolon geçirdim. Aşağı indiğimde masanın başında Atalay oturuyordu. Gözleri üzerimdeydi.
 
Aslı çayları doldurduğunda bir sandalyeye geçip oturdum. Diğerleri mutfakta olmalıydı.
 
Bir süre önümdeki kahvaltıya baktım. Ben kahvaltı etmezdim. Uzanıp bir poğaça aldım. Ve sadece çayla birlikte onu yedim. Atalay ise birkaç yudum şey yemişti. Önündeki tabağına ayırdığı kahvaltılıkların yarısı duruyordu.
 
Bir süre sonra Atalay, “Ne yapacaksın?” diye sordu.
 
“Senin verdiğin işi halledeceğim. Adı neydi? Murat!” Çayımdan büyük bir yudum aldım. “Yanında hacker olan. İstanbul'da yaşıyor diye hatırlıyorum. Hazır buradayken işini bitireceğim.”
 
Öfke dolu bakışlarla bana baktı. “Delinin tekisin sen.”
 
“Öyle olduğumu söylerler.” Başımı salladım. Son yudumumu ağzıma attım.
 
Çenesinin kasıldığını gördüm. “Serkan’ın her şehirde adamı varken, elini kolunu sallayarak gezemezsin! Kaçıyor musun? Yoksa gözüne batmaya mı çalışıyorsun?” Sinirden rengi kırmızıya dönmeye başlamıştı. “Ben saklanmak istemiyorum Asya. Bu duruma bir an önce son versen iyi olur.”
 
Rahatça arkama yaslandım. “Sana gelmen için ısrar etmedim.”
 
“Birbirimizin işine yarıyoruz.”
 
Masadan kalkarken suratına bakmayı sürdürdüm. “O halde şikayet etme.” Sandalyemi ittim. “Ayrıca saklanmayacağız.” Masadan ayrılırken arkamdan hala sesini duyuyordum.
 
“Ne demeye çalışıyorsun? Asya? Asya!”
 
Mutfağa girdim. Birkaç kişi masada kahvaltı ediyordu. Gözlerimi onların üzerinde gezdirdim. “Hanginiz bana Murat hakkında bilgi toplayabilir?”
 
Ömer çayını masaya bıraktı. Cevap vermekte biraz tereddüt etti. “Ben yaparım.”
 
Başımı salladım. “Tamam. Bana Murat’ın plan çizelgesi lazım. Gün içinde ne yapar, nereye gider, saat kaçta evine döner?” Arkamdaki kapı açıldı ama umursamadım. Ömer’in karşısında oturan adamı işaret ettim. “Sende civarında bulunan binaların fotoğraflarını çek.”
 
Arkama baktığını fark ettim tabi. Başımı onaylar vaziyette salladı. “Tamam.”
 
Arkamı döndüğümde Atalay’ın kendisiyle karşılaştım. Bir şey söylemesini bekledim ama söylemedi. Beni şaşırttı. Karşı çıkmasını ve adamlarına emir verdiğim için huysuzlanmasını bekliyordum. Beni yanılttı.
 
Mutfaktan çıktım ve merdivenlere yöneldim. Tırabzana tutunduğum an sesini duymam uzum sürmedi.
 
“Artık, hayatındaki tüm bilgiye sahibim.” Dedi. Vücudumu yavaşça ona döndürdüğümde devam etti. “İlk elini kana buladığında on beş yaşında olduğunu biliyorum. Ondan öncesini, doğumunu bile.” Sesi katıydı.
 
Suratına öylece baktım. Bu adam sinirimi bozuyordu. “İşine yarayacak bir şey buldun mu bari?”
 
Bekledi. Bir şey söylemeye çalışıyor gibiydi. “On beş yaşında katil olmak,” gözlerini kısarak tutunduğum tırabzana, ardından tekrar yüzüme baktı. “Hem de altmış iki yaşında bir adamı öldürmek? Sebebini merak ediyorum. Serkan ile ilgili bir bağlantısı var olabilir mi?”
 
Tırabzanı sıkıp bıraktım. “Yok.” Kollarımı göğsümde birleştirdim. “Arkadaşıma tecavüz etti. O pislik, bir çocuk tacizcisiydi. Bodrumunda üç çocuk buldum. Hatta biri altı yaşındaydı.” Sesim sert çıkmıştı. “Döktüğüm ilk kan olmasına rağmen, onu öldürürken elim bile titremedi.”
 
“Senin, bir arkadaşının olduğuna inanmak zor.”
 
“Onu sadece bir aydır tanıyordum. Yanında kaldığım barmenin kızıydı.” Basamaklara döndüm. Yukarı çıkmak için hareket ettiğimde Atalay da hemen arkamdaydı.
 
“Bir aydır tanıdığın biri için katil olmadın. Sen bunun için doğmuşsun Asya.” Adımlarım durdu ve ona döndüm.
 
“Ben bunun için doğmadım. Beni bu hale getirdiler.” Sesim düz ve sakindi. Tekrar yukarı çıktım. Odamın kapısından içeri adım attığımda Atalay da odaya girdi.
 
“Başarısız bir işin oldu mu?”
 
Gardırobumu açtım. Arkasındaki kapağı çıkardım. “Birkaç pürüzden başka bir şey olmadı.” Kapağı gardırobun diğer kapağına yaslayıp, gizli bölmedeki uzun namlulu silahımı çıkardım. Yatağımın üzerine bırakıp dolaptan çantasını çıkardım. Dürbününü kontrol ettim.
 
“Babanın, Serkan ile çalıştığını biliyor muydun?” Diye sordu.
 
Gözlerim kısa bir an ona döndü. Silâhı çantaya yerleştirirken “Sağ koluydu.” diye cevapladım. Fermuarını çektim ve onu yatağın altına ittim.
 
“Sadece bu kadarını mı biliyorsun?”
 
Ayağa kalkıp ona döndüm. Elimi belime yerleştirdim ve kaşlarımı çattım. “Ne öğrendiysen söyleyecek misin artık?” Önümden geçti ve yatağa oturdu. Bir şey öğrendiğini anlamıştım. Derin bir nefes alıp verirken yatağın diğer ucuna oturdum. “Bırakmak istiyordu. Bilirsin, kirli bir işin içindeysen öylece kurtulamazsın.” Yüzüm ifadesizdi. “Bir bedel ödemek zorundasın.”
 
Başını salladı. “Annen, babanın hayatına girene kadar Serkan ile hiç bir bağlantısı olmuyor. Annen ve baban görüşüyorlar. Ama Serkan, ikisinin görüşmesine izin vermiyor. Anneni tehdit ediyor, ailesini tehdit ediyor.” Atalay’ın dudaklarından kelimeler döküldükçe Serkan’a olan öfkem gittikçe katlanıyordu. “Annenin ailesi, bu konuda katıymış. İkisi bir süre görüşmüyor.”
 
“Orospu çocuğu.”
 
Anlatmaya devam etti. Yüzü sertti. “Belki sonrasını biliyorsundur. Annen, babana kaçıyor. Daha sonra, şüpheli bir şekilde annenin ailesi, evde çıkan yangında ölüyor. Kundaklama olduğu belli, ama polis hiç bir şey bulamamış.”
 
“Sevmenin böylesi, azaptan başka bir şey değil. Annemin tek suçu, babamı sevmesiydi.” Dişlerimi sıktım. “Bataklıktaki birini seversen, onunla birlikte batarsın.”
 
“Annenin tek suçu, babanı sevmesiydi..” Diye tekrarladı beni. “Annenle, Serkan’ın arasında geçen hiç bir konuşmayı bilemem Asya. Orkun, Serkan’ın seni istediğini söyledi. Babanın ona ihanet ettiğini söyledi ama bu sevginin ihaneti değildi. Annen ve baban evlendiğinde, baban hala Serkan ile birlikte çalışıyordu. Öldürülene kadar buna devam etti. Başka bir şey var.. henüz bilmiyorum ama bulacağım Asya.”
 
Birkaç saniye yüzüne baktım. “Sağ ol.” Atalay ne kadar sinirime dokunsa da işinde iyiydi.
 
Ne demişler; Yiğidi öldür ama hakkını yeme.
 
♠️
 
Saat gece yarısını gösteriyordu. Masanın üzerinde Ömer’in hazırladığı listeler ve Faruk'un çektiği resimler duruyordu.
 
Fotoğrafları tek tek inceledim. Ömer önündeki listeyi ortaya doğru itti. “Yarın saat onda kongrede bir toplantı var. En önemli konuk ise Murat Tepe.” Neyse ki bu durumdan Faruk’un da haberi olmuş, kongre etrafındaki binaları çekmeyi akıl etmişlerdi.
 
En yüksek binanın fotoğrafını gösterdim. “Korumalar olacaktır. Hem de fazlasıyla. Şu binanın üzerinde bir keskin nişancı olacağına eminim.” Diğer karşılıklı binaları gösterdim. “Şunda, şunda ve bunda.”
 
Karşımda duran adam gözlerini bana kaldırdı. “Emin misiniz? Yani bu kadar keskin nişancı, biraz fazla.”
 
Ömer başını salladı. “Değil. Belediye başkanı da orada olacak.”
 
“Bu iş sandığımızdan daha zor olacak.” Dedi biri.
 
Elimdeki kalemle Ömer'i işaret ettim. “Murat’ın eviyle, kongre arası kaç dakikalık mesafe?”
 
Ömer yerinde doğrulup sırtını dikleştirdi. “Kırk beş dakika kadar. Trafiğe göre değişir.”
 
“Madem birlikte çalışacağız,” dediğimde hepsinin gözü bendeydi. Atalay hariç. O cam kenarında viskisini yudumluyordu. “Keskin nişancılarda kulaklık muhakkak vardır. Kongre yakınında bekleyeceğim. Faruk sen Murat'ın evinin önünde bekle. Çıktığı an haber vereceksin.” Yanındaki iri adama baktım. “Sende kongrenin orada bekleyeceksin.” Ömer’e baktım. “Adamları her yerde olacaktır. Beni fark ettikleri an peşime düşecekler. Sen arabada, benden haber bekleyeceksin.”
 
Atalay, “Peki ya sen?” diye sordu. Bu kez bakışlar onun üzerindeydi.
 
“Sadece izle.” Kaşlarımı havalandırdım. Oysa gülümsedi.
 
♠️
 
İstanbul
Kongre alanı
09:00
 
Bir soksak kenarında arabanın içinde Ömer ile birlikte oturuyordum. Kulağımdaki kulaklığı kontrol ettim.
 
“Faruk, bir hareketlilik var mı?”
 
“Hayır...” dedi ağzının içinde kelimeyi yuvarlayarak. “Diyordum, ama hedef arabasıyla birlikte yola çıkıyor.”
 
Saatime baktım. Yaklaşık yirmi dakika geçmişti. Arabadan ayrıldım. Çantamı sırtıma asıp, binaya giriş yaptım. Asansör kapısında kulağında kulaklık olan takım elbiseli bir adam dikiliyordu.
 
“Hanımefendi buraya girmek yasak.”
 
“Öyle mi?” Üzerine doğru bir adım attım. Pantolonumun arkasına uzandım. “Ben şu adresi arıyordum...” belimden susturucu takılı silahımı çıkarıp hızlıca adamı indirdim.
 
Merdivenleri kullandım. Çatıya çıkan merdivenlerin başında yine takım elbiseli bir adam vardı. Sessizce onu da indirdim.
 
Çatıya acılan kapının önünde derin bir nefes aldım. “Durum bildir.”
 
Hamza olgun sesiyle, “Henüz gelmedi.” dedi.
 
Birkaç dakika sonra çatıya çıktım. Kapıyı yavaşça kapadım. Elim tetikte adımlarım sessizdi. Havalandırma bacasının yanına geçtim. Kafamı uzatıp baktığımda, siyah takımıyla, tüfeğinden bir an olsun gözünü ayırmayan adamı gördüm.
 
“Yaklaşıyor.” Dedi Hamza.
 
Silahımı keskin nişancıya doğrulttum. Kafasına sıktığım kurşunla, bedeni yana doğru yattı. Eğilerek koşmaya başladım. Hızlıca onun yerini alıp, kendi tüfeğimi çıkardım.
 
Gözümü dürbüne yasladım ve derin bir nefes alıp verdim. Çok geçmeden kongrenin önünde Murat’ın arabası durdu. Korumaları hemen bir çember oluşturdu. Arabanın kapısını açtı biri. Gazeteciler fotoğrafını çekip, mikrofon uzatmaya çalışıyordu. Korumalar birbirine kenetlenmiş hedefim yolunu acıyordu. Murat ise gülümseyerek el selamı verdi.
 
Parmağım tetiğe dokundu. Sakince bir nefes alıp verdim. Ardından tetiğe bastım. Murat'ın şakağına isabet eden kurşunla, çığlıklar arasında merdivenlere yığıldı. Korumalar silahlarına sarılırken, kongre önünde birden büyük bir kargaşa çıktı.
 
Duvar dibine sığınıp silahımı çantama koydum. Fermuarını çekip kapadım. Yerimi bildiklerini biliyordum. Bu yüzden duvar dibinden çıkmadım. Çantamı sırtıma geçirip eğilerek koşmaya başladım. O anda havalandırma bacasına bir kurşun isabet etti. Kendimi hızlıca çatı kapısından içeri attım.
 
Merdivenleri hızlıca inerken kapüşonumu kafama geçirdim. Bir kadının çığlığını duydum. Korkuluklardan aşağı baktığımda, ellerinde tüfeklerle adamların yukarı çıktığını gördüm.
 
Korkuluklardan aşağı ateş etmeye başladım. İkisini vurdum. Kaç kişi olduklarını bilmiyordum. Şarjörümü yeniledim. Tekrar korkuluklardan aşağı temkinli bir şekilde baktığımda ikisinin yavaşça yukarı çıktığını fark ettim. Beni görür görmez üzerime ateş açmaya başladılar. Aşağı ast gele ateş etmeye başladım. Vurabildiğimi sanmıyordum.
 
Büyük koridorun biraz ilerisinde duran bir kapıyı çaldım. Birkaç saniye sonra kapı açıldı. Yirmi yaşlarında bir çocuk yüzüme bakıyordu. İçeri girmek için hareket etmek üzereydim, ama merdivenden çıkan biri üzerime ateş açınca, ona karşılık verdim. Ardından çocuğu içeri iterek, içeri girdim. Kapıyı kapatıp çocuğu duvar dibine ittim. Ayakkabı dolabını yanına düştü.
 
Sırtımı kapı yanındaki duvara verdim. Şarjörümü değiştirirken, gözlerim çocuğun üzerindeydi. “Evde başka biri var mı?”
 
Baştan kafasını salladı. Daha sonra, “Hayır. Hayır yok.” dedi.
 
Şarjörümü taktım. Etraf sessizdi. Birkaç saniye sonra patlama sesiyle, etrafı toz dumanı kapladı. Kapıyı patlatmalarını beklemiyordum.
 
Gözlerimi araladığımda toz dumanının içinde bir silahın namlusunu fark ettim. Adam yavaşça içeri giriyordu. Ensesinden tutup, omuzuna sıktım. Silâhını düşürdü. Kolumu boynuna sararken, bedenini kendime siper ettim. Kapıya doğru ateş ederken hafifçe geri çekildim.
 
Ateş sesi kesildi. Etraf hala dumanlıydı. Kolumun arasında duran adamı bıraktım. Yere yığılan bedenine iki kez kurşun sıktım. O anda içeri giren adamı fark ettim. Silâhımı ona doğrulttum ve ateşledim. Fakat mermim bitmişti.
 
Sadece bir el ateş edebilmişti. Eline tekme savurup silahının düşmesini sağladım. Yüzüne indirdiğim yumruğun ise onu afallattığına emindim.
 
Eğilip hızlıca üzerime koştu ve omuzunu karın boşluğuma geçirdi. Beni geri doğru iterken koltuğa çarptım ve birlikte, koltuğun üzerinden takla atarak yere serildik. O suratıma dirseğini geçirirken, ben kafamı onun suratına geçirdim. Omuzlarından itip, ayağımın altıyla suratına vurdum. Geri doğru yıkıldı. Sırt üstü yatmış, elini yüzüne kapamıştı.
 
Hızlıca yerimde doğrulup, ayağa kalktım. Yerdeki adamı da kolundan tutup kalkmasına yardım ettim. Bana karşılık veremeyecek kadar sersemlemişti. Onu camın önüne diktim. Dördüncü kat falan olmalıydı.
 
Biraza geri çekilip adamın üzerine hızla geldim ve birlikte camdan dışarıya fırladık. Bir arabanın üzerine düştük. Altımdaki adam, benim düşüşümü yavaşlatsa da öküzüm incinmişti.
 
Sessizle inleyip, “Siktir!” diye mırıldandım. Arabanın üzerinden kalkıp, yere atladım.
 
“Her şey yolunda mı?” Bu ses Ömer’e aitti.
 
“Çıktım.” Omuzumu tutup, seri adımlar atmaya başladım. İnsanların bakışlarından kaçıyordum.
 
Çok geçmeden arka sokağa geçtim. Ömer arabayı çoktan çalıştırmıştı. Bindiğim gibi gaza bastı. Bana iyi olup olmadığımı sordu. Sadece, umursamaz bir tavırla başımı salladım.
 
♠️
 
Duştan çıkmış, banyo aynasına bakıyordum. Sadece üzerim yarı çıplaktı. Eğilip gözümün altındaki çiziğe baktım. O sırada banyo kapısının önünde Atalay belirdi. Geri çekilip mermer üzerine bıraktığım siyah tişörtümü kavradım.
 
Tişörtü yavaşça üzerime geçirirken Atalay’a doğru döndüm. Tişörtümü düzeltip, nemli saçlarımı yakalarımdan kurtardım. Atalay hafifçe tebessüm etti.
 
“İyi misin?” Diye sordu.
 
Kaşlarım havalandı. “İyi olduğumu umursayacak kadar birbirimize yakın mıyız?” Bir elimi lavaboya yaslarken, bir ayağımı dizime dayadım.
 
“Sen söyle.”
 
“Bir ara, birbirimizi öldürmek için uğraştığımızı hatırlıyorum.”
 
“Olaylar değişiyor.” Gözlerini kıstı.
 
“Ama hisler değişmiyor.” Yerimde doğruldum. “Hâlâ sinirimi bozuyorsun.”
 
“Beni öldürecek kadar mı?”
 
Omuzumu silktim. “Seninle işim bittiğinde, belki bunu yaparım.”
 
Üzerime doğru bir adım attı. Bir elini lavaboya yaslarken, diğer elini banyo dolabına yasladı. Beni kollarının arasında bırakırken sert bakışlarını yüzüme dikti. Kalçam lavaboya yaslandı.
 
“Beni öldürmek o kadar kolay değil.”
 
“Ellerimin arasında son nefesini verirken, sana bu sözlerini hatırlatırım.” Yüzü yüzüme yakındı. Ona daha fazla yaklaşmadım, ya da uzaklaşmadım.
 
“Dene ve gör. Kaybeden sen olacaksın.”
 
Sadece yüzüne baktım. O da geri çekildi. Ben yerimden kıpırdamazken, o banyodan çıktı. Arkasından içeri geçtiğimde odada olmadığını fark ettim.
 
♠️
 
Merdivenlerden inip mutfağa geçtim. “Aslı...” dediğimde duraksadım. Atalay da buradaydı. Şarap standının önünde şaraplara bakıyordu. Tekrar gözlerimi Aslı'ya çevirdim. “Yakında buradan gideceğiz. Bir şeye ihtiyacın ya da bir sıkıntın olursa beni arayabilirsin.”
 
“Yok Asya Hanım, sağ olun.”
 
Atalay keyifli bir şekilde arkasını döndü. “Bana bu şaraplardan hangisini tavsiye edersin Aslı?”
 
Aslı cevap vermekte tereddüt etti. “Bilmem ki... Aslında Asya Hanım bu konuda uzman...” Yanlış bir şey söylemiş gibi dudaklarını birbirine bastırdı.
 
Atalay’ın yanına geçip bir şarap şişesi seçtim. O elinde başka bir şarap şişesi tutmuş inceliyordu. “Royal DeMaria..”
 
Elimdeki şarap şişesini fark ettiğinde onu geri koydu. Aslı’dan iki kadeh istedim. Şarabı açıp kadehlere doldurdum. Aslı izin isteyip mutfaktan ayrıldı.
 
Şişeyi tezgaha bırakıp, kalçamı da tezgaha koydum. Şarabımdan bir yudum aldım. Atalay ilk önce şişeye baktı. “1775 Massandra.” Şişeyi bırakıp yüzüme baktı. Kadehini kavrarken bir elini cebine yerleştirdi. “Şarap uzmanı demek?” Yudumladığı şarabı beğendiğini belli ederek başını salladı.
 
“Uzman falan değilim. Şarabı severim.” Şarabımdan büyük bir yudum aldım.
 
“Tuhafsın Asya. Daha önce senin gibi birine rastlamadım.”
 
“Tuhaf? Sadece ben, benim.” Tekrar büyük bir yudum aldım.
 
“Hiç bir şeyden korkmuyorsun. Ölümden bile..”
 
Onu cevaplamadım. Sadece şarabımı yudumladım. Yenisini doldurdum. Adımları önümde durdu. Şarap şişesini tezgaha bırakırken öfkeli bakışlarımı ona diktim. İyice yaklaştı ve elini hemen kalçamın yanına yasladı.
 
“Benden uzak durmanı tavsiye ederim.”
 
Şarabını diğer yanımdan tezgaha bırakırken, yüzüme daha çok yaklaştı ve nefesini boynumda hissettim. “Ya ben bunu dikkate almazsam?” Sert sesiyle sanki beni tehdit ediyordu. Bundan hoşlanmadım. Benden uzaklaşmadı.
 
Dudaklarımı kulağına yaklaştırdım. “Dikkate alman için bir şeyler yapabilirim." Onu asıl ben tehdit ediyordum.
 
Yüzümü kaldırdığımda, yüzünü bana çevirdi. Öfkeliydi. Nefesi bu kez yüzüme çarpıyordu. Aramızda tuhaf bir sessizlik vardı. Ve o sessizliği benim telefonum bozdu.
 
Atalay üzerimden aniden uzaklaştı. Ama hala karşımda dikiliyordu. Telefonumu açarken tezgahın üzerinden indim. Arayan Tolga'ydı.
 
“Asya, senin aramanı bekleyemedim. Seni merak ettim.”
 
“Merak edecek bir şey yok.” Mutfaktan doğruca bahçeye çıktım. Hava kararmıştı. “Gelen giden var mı?”
 
“Evet. Kalabalıklardı. Orkun’un cesedini alıp götürdüler.”
 
“Kim oldukları hakkında bir bilgi verdiler mi?”
 
“Serkan’ın adamlarıydı. Onları takip etmeyelim diye tehdit ettiler. Yine de takip ettik. Ama, bize ateş açtılar. İzlerini kaybettik.”
 
“Takip etseniz bile bir şey bulamazdınız. Büyük ihtimal bir uçakla onu götürdüler. O aptal biri değil Tolga.”
 
Telefonun ucunda sıkıntılı bir şekilde nefes alıp verdiğini duydum. “Bu olanlar.. hala şaşkınız.”
 
“Beni aptal yerine koydular. Ama o Serkan köpeğini, en yakın zamanda kardeşinin yanına göndereceğim.”
 
“Çok iyi, çok iyi oynadılar Asya. Bir kez olsun aklımızı kurcalayacak bir şey yapmadı.”
 
“Siz ne yapacaksınız?” Diye sordum.
 
“Bilmiyorum. Baran'ın eskiden çalıştığı birileri varmış. Onunla birlikte giderim. Doruk ise bırakmayı planlıyor. Diğerlerini bilmiyorum.”
 
Arkamı döndüğümde, Atalay’ın kapının yanında beni izlediğini gördüm. “İşim bittiğinde, sizi birine yönlendireceğim. Şimdi kapatmam gerek.”
 
Telefonu kapattığımda içeri gitmek üzere adımlarımı hızlandırdım. Atalay kapının yanında dikilmeye devam ediyordu. Bakışlarım sertti. Kapıdan geçeceğim sırada, elini aniden kapı pervazına yasladı ve geçmemi engelledi.
 
“Benim için çalıştığını unutma.” Karşıya bakan bakışlarını bana çevirdi. Kaşları çatıktı. “Ona göre davran.”
 
“Sinirimi bozuyorsun.” Dedim düz bir sesle.
 
“Öyle mi?” Dedi. Hâlâ kaşları çatıktı. “Sende benim sinirimi bozuyorsun.”
 
“Çekil önümden.” Dediğimde beni daha fazla sıkıştırdı. Dayanamayıp yüzüne yumruk attım.

Bunu beklemiyordu. Hatta şoka girmiş gibiydi. Birkaç saniye yüzüme baktı. Yanından geçtim. Bu kez beni durduracak herhangi bir hareket yapmadı. Yukarı çıkıp kanepeme uzandım. Gözlerim tavanda ve boştu. Bıkkın bir nefes verirken gözlerimi kapadım.
 
Umarım, en kısa zamanda Atalay bana istediğimi verir ve ondan kurtulurdum. Onunla iyi anlaşamayacağımız belliydi.

Kana Bulanan Bedenler ♠️ (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin