⚜ KANLI ZAMBAKLAR | 5/1

2.1K 149 9
                                    

-5- / 1

Güçlü bir çift el boğazımı sıkıyordu. Önce çenemi sertçe tutup havaya kaldırarak beni tehdit ediyor, bakışlarıyla feri sönük gözlerimi ezercesine yakıp geçiyordu. Boyun eğmeyince kırbaç gibi bir tokat şaklıyordu yanağımda. Duvara yaslanmış vücudum korkudan tir tir titriyordu. Nefes alış verişlerim düzensizleşmişti. Aynı eller saçımı kavradığı gibi acımasızca yüzümü duvara sürttü ve kulağıma keskin fısıltılar savurdu. "Öldürürüm seni! Susmazsan mahvederim! Gebertirim! O çeneni kapalı tutacaksın! Sen bizimle aşık atamazsın! Susacaksın, yoksa..."

Yoksa'sı belliydi. Adam beni bir tokatla daha yere savurduktan sonra kapıyı çarpıp çıkmıştı. Bense elim ayağım tutmaz hâlde yerde öylece düşüp kalmıştım. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Güçsüzdüm. Vücudum korkudan titremeye devam ediyordu. Dilim tutulmuştu sanki konuşacağım varsa bile konuşamıyordum.

Günlerdir aynı kâbus. Hep o kâbusu görüyorum. Esasında bu kâbus dediğim şeyi ben bizzat yaşadım, hayal ürünü değildi yani. Saniyesi saniyesine yaşadığım bu lânet olası şeyi günlerdir uykumda tekrar, tekrar ve tekrar yaşıyordum. Ruhuma böyle eziyet ediyordu yani geçip gitmiş bu anı. Oysa geçmişin sararmış sayfalarında kalmış olması gerekirdi. Ruhumu öyle yaralamışlardı ki, kendime güvenimi öyle bir yıkmışlardı ki bir an olsun yaşadıklarımı unutamıyor, tekrar tekrar yaşıyordum. Benim için asla geçmişte kalmıyordu. Bu basit gibi görünen kâbus beni öylesine etkiliyordu ki, yatakta dakikalarca felçli gibi donup kalıyor, kendime gelmeye çalışıyordum. Hep o Ertan puştunun şeytan yüzü, kendinden emin o ezici bakışları geliyordu gözümün önüne. Onların benden çaldığı yalnızca bir hayat değildi. Üç hayat birden çalmışlardı hayatımdan. Ölmekten beter etmişlerdi, her şeyimi elimden almışlardı. Tüm bunları düşündükçe içimde büyük bir kin dalgası kabarıyor, okyanus gibi köpük köpük oluyordu. Ben de onların her şeyini alacaktım. Ancak o zaman içim soğurdu. Ancak o zaman.

Günler tüm hızıyla geçip giderken benim son günlerde başımı kaşıyacak vaktim bile yoktu. Şirket olarak yeni anlaşmalara imza atmak üzereydik. E burada bana çok iş düşüyordu. Belki de böylesi çok daha iyiydi, en azından yaşadığım kâbusları düşünecek vaktim olmuyordu ve bu sayede rüyalarıma da pek sık girmez olmuştu o lânet dakikalar. Bana yaşattıklarına rağmen özellikle o Ertan'ın ikiyüzlü duruşu, kibar ve çentilmen erkek pozları beni öyle irrite ediyordu ki, onu görünce midem bulanıyordu. Genzime kadar gelen safra tadının sebebiydi o. Öyle nefret edip iğreniyordum ondan. Ha bu sözümle diğer iki piçten daha az nefret ettiğim anlaşılmasın, çünkü onların da bu olayların yaşanmasında payları büyük. Durdurabilme şansları varken bunu yapmamışlardı. En az Ertan kadar suçluydular. Hele bir de adil ve iyi bir insan gibi görünen Tarık. Peki ya masum, saf çocuğu oynayan Arda? Hepsi öyle iyi oyuncuydu ki, Oscar'a aday gösterilebilirlerdi. Hiçbiri ardında bıraktığı yıkık hayatlar ve parçalanmış aileleri düşünmüyordu. Umurlarında bile değildi. Çoktan ezip geçmişlerdi yok ettikleri yaşamları. Hiçbir şey olmamış gibi hayatlarını yaşıyorlar, gülüp eğleniyorlardı. Nefretimi ve kinimi körükleyen, intikam duygumu besleyen de buydu zaten. Acaba nasıl teselli edip susturmuşlardı vicdanlarını. Sahi, doğru soru, onlarda tüm bu olanlara itiraz edecek bir yudum vicdan var mıydı?

Bugün onları düşünmeye ara vermiş bir biçimde odamda çalışırken kapı çaldı ve içeri çiçekçi girdi. Bir süreliğine onları aklımdan çıkarmıştım, yoğun bir iş günüydü ve onlar hakkında planlamam gereken her şeyi tamamladığım için bir süreliğine düşünmemeyi tercih etmiştim.

"Rüya Yıldırım?"

"Buyurun, benim."

Çiçekçi elindeki gül buketini bana uzattı ve "Bu çiçekler sizin." dedi. Bunu beklemiyordum. Sabahın erken saatlerinde kim çiçek göndermiş olabilirdi ki? Saçmaydı doğrusu.

Kanlı ZambaklarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin