⚜ KANLI ZAMBAKLAR | 1/1

6K 247 95
                                    

-1- / 1

Sağır edici çığlıklar yankılanıyordu kulaklarımda. Nereden geldiğini kestiremiyordum. Ellerim kollarım bağlı, bir bataklıktaydım sanki. Her yanım yapış yapıştı. Etrafımı saransa çamur veya balçıklar değil, kandı. Ellerimi düştüğüm bataklık çukurundan kurtulmak için uzatmaya çalışıyorum, ama başaramıyorum. Masmavi gökyüzü grileşerek kararıyor yavaş yavaş. Mide bulandırıcı bir koku acılaşıyor burnumda. Elim ayağım tutmaz oluyor, çığlıklarım bile duyulmuyor. Bağıramıyorum. Onu görüyorum. Aşağı atlıyor. Korkudan ayaklanmaya çalışıyorum, sarılmış olduğum sarmaşıklardan kurtulmaya çalışıyorum. Onu engellemek için büyük bir gayret sarf ediyorum ancak yetişemiyorum. Atıyor kendini aşağı. O tiz çığlıklar doluyor tekrar kulağıma. Dehşet çığlıklar.

Belli belirsiz çığlıkların kulaklarımı tırmalayışıyla uyandım. İlk birkaç dakika gördüklerimin ve duyduklarımın etkisinden kurtulmaya çalıştıktan sonra rahat yatağımdan kalktım. Artık alışmıştım. Hemen hemen her sabah bu tür kâbuslarla uyanıyordum. Ama her şeyin bir sonu olduğu gibi bunun da bir sonu vardı. Olacaktı. Saatin amansız tik tak sesleri düşüncelerimi doğruluyordu. Zaman akıp giderken unutulmayacak şey yoktu. Zaman her şeyin ilacıdır derler ya, panzehir o aslında. İçinizdeki zehri söküp atmanıza yardımcı oluyor. İlaç benzetmesini oradan almış bence.

Saatime baktım, henüz erkendi. Ağır adımlarla banyoya gidip yüzümü yıkadım. Kendime gelmiştim. Kâbusun etkisi neredeyse kaybolmuştu artık. Daha iyiydim, daha sakindim. İlk uyandığımda vücudumu sarmış olan karıncalanmalardan da kurtulmuştum. Normale dönmüştüm. Artık bu önemli güne hazırlanmam için hiçbir engel yoktu önümde. Olsaydı da ezer geçerdim zaten. Ne kadar zamandır bu anı beklediğimi bir bilseniz...

İnanın, kimsenin bu kadar sabrı yoktur. Benim yaşadıklarımı yaşayan hiç kimse, bu kadar sakin kalıp mantıklı düşünemezdi. Delirirdi herhâlde. Delirmek. Bu kelimeyi düşününce ister istemez güldüm. Bende tuhaf bir anısı var çünkü. Neyse, sonra anlatırım bunu.

Mutfağa gidip kendime filtre kahve hazırladım. Lüks, geniş dairemin manzarasını seyrederek yudumladım kahvemi. Bugün hayatımın dönüm noktası dersem büyütmüş ya da abartmış olmam sanırım. Hatta yaşanacakların yanında az bile kalır belki. Çünkü bugün, her şeyin başlangıcı olacak. Bunu kimse bilmese de, fark etmese de ben bileceğim. Bugün benim miladım olacak.

Geçmişte bugünün geleceğini düşünürken hep heyecanlanmışımdır hatta heyecandan elim ayağım tutmaz olmuştur zaman zaman. Bu an geldiğinde ne yapacağımı düşünüp durmuşumdur. Ancak bugün, yani beklenen gün gelmişti ve ben beklediğimden çok daha sakindim. Gereğinden fazla sakin. Mezarda yatan bir ölünün sakinliğiyle, huşu içinde kahvemi yudumluyordum. Güldüm kendime. Ben bile şaşırmıştım doğrusu. Bu kadar soğukkanlı olmayı beklemiyordum. Çünkü daha önce çok denemiştim içimdeki harlanmış intikam ateşinin, nefretin, kinin verdiği o kontrolsüzlüğü hissizleştirmeyi. Çok uğraşmıştım. Asla başaramazmışım gibi gelmişti o zamanlar. Ama şimdi geldiğim noktaya bakıyorum da, hiç fena değilim. Her şeyinden vazgeçmiş biri böyle oluyor herhâlde, diye düşündüm o an. Sessiz, sakin, soğukkanlı. Kahvemi sehpaya bıraktım ve ellerimi yumruk şekline getirip sıktım. Buz gibiydiler. Belki de bu, fırtına öncesi sessizlik dedikleri şeydi. Telaşının ve heyecanının yok olup gitmesini, gayet kontrollü olmasını böyle açıklıyordum kendimce.

Bu durumun bir açıklaması daha olabilir aslında. Ben büyüyorum. Hatta büyüdüm. Yaşadığım acılar beni olgunlaştırdı, hissizleştirdi. Başlarda asla katlanamayacakmışım gibi gelmişti. Bu kadarı çok, çok fazla, demiştim kendi kendime. Dayanamam sanmıştım. Katlanamam. Ölürüm belki.

Bir rivayete göre, Allah'ın ölümü önce dağlara verdiği söylenir. Dağlar bu acıyı taşıyamaz, yıkılır. Ardından nehirlere verir. Nehirler ağlamaktan tükenir, kurur. Daha sonra rüzgârlara verir. Rüzgâr eser, eser, tükenir. En sonunda hepsi bir olup, "Biz bu acıya dayanamıyoruz," der, bu acıyı onlardan alsın diye Allah'a yakarır. Ve daha sonra ölüm Allah tarafından insana verilir. İnsan acının ilk hâliyle yanar, kavrulur. Ağlar, ağlar gözyaşları tükenir. Yel eser, vurgun yer, yıkılır, düşer ama soluklanıp tekrar ayağa kalkar. Acıya gülmeyi öğrenir zamanla.

İşte ölümden beter acılar da böyledir. İnsanı yakıp yıkar, mahveder hatta yeri gelir ölmekten beter eder. Ama asla öldürmez. Zamanla dayanmayı öğretir. Ayağa kalkmayı ve tekrar ayakta durmayı. Kısacası, öldürmeyen darbe güçlendirir zamanla. İşte bu yüzden zaman her şeyin ilacı sanılır. Ama zaman sadece acıların ilacıdır, her şeyin ilacı olsaydı zamanla alışmak yerine unuturduk. Unutamıyoruz, o kadar da hissiz değiliz. Kalbimizi dağlayan o hançerlerin izi hep kalıyor bir yerlerde. Belki ders alalım diye, daha dikkatli olalım diye. Belki de insanî bir şey olduğu için, bilmiyorum. Ama kalıyor işte o izler. Hep bir yerde, zaman zaman kanayarak varlığını sürdürüyor.

Kahvem bittiğinde odama geri döndüm. Kıyafet dolabımı açtığımda geceden hazırladığım vücuduma tam oturan dar kesim, diz üstü bordo elbisemi giydim. Biraz göğüs dekoltesi vardı, sadeydi ama şıktı. Tam da böyle bir davete uygun, diye düşünerek seçmiştim. Dekolteyi düzeltirken aynada kendime baktım. Kaçamak bakışlarım kendine güvenen bir hava aldı zamanla. Oldukça kendine güvenen bir kadın duruyordu karşımda. Ne istediğini bilen. Kararsızlığa asla yer vermeyen. Ne yapacağının farkında olan ve bundan tereddüt duymayan, pişmanlık duymayacağını garanti bile veren biri vardı karşısında. Her şeyden öyle emindi ki. Güçlü ve savaşa hazır.

Gecikmemek için el çabukluğuyla kıyafetime uygun bir makyaj yaptım. Koyu kırmızı rujumu sürerken kendime güvenen o bakışlar aynada içimdeki benliği süzüyor gibiydi. Boş kalan boynuma geniş, sarmaşık gibi birbirine sarmalanmış yapraklı bir kolye taktım. Takımın diğer parçası olan pırlanta küpeler de yerini bulduğunda her şey tamam gibi görünüyordu. Güzellik salonundaki randevuma gecikmemek için hızlı hareket etmeliyim. Gold, parlak ve ince topuklu klasik bir ayakkabıyla göz kamaştırıcı kıyafetimi taçlandırıp evden çıktım.

Bütün gece gözümü kırpmamış olmama rağmen gereğinden fazla enerjiktim. Elbette bu dış dünyaya da yansımıştı. Biri bana düşünmekten gecelerimi haram eden bugünü böylesine rahatlık ve sakinlikle karşılayacağımı söylese hayatta inanmazdım ancak şimdi sebebini anlayamadığım tuhaf bir dinginlik hâkimdi içimde. Sanki tüm sular durulmuş, su akmış yolunu bulmuş, tüm hesaplar görülmüş gibi. Hâlbuki her şey henüz yeni başlıyordu. Hesap defteri yeni açılmıştı onlar için. Onların bu dünyada adisyonu çok kabarıktı, hesabını ödeyemeyecekleri çok fazla şey yapmışlardı. Ve hepsini ödemenin zamanı nihayet gelmişti. Belki de bu yüzdendi içimdeki bu ölüm sessizliği.

Ya da...

Fırtına öncesi sessizlik...

Güzellik salonundan çıkıp aracıma bindiğimde aklımı sonu gelmez uğultular kaplamıştı. Sanki beynim geçmişte yaşananları tekrar, tekrar yaşıyor gibiydi. Bittikçe tekrarlayan bir film gibi. Çok sevildiği için yüzlerce kez üst üste dinlenen şarkılar gibi. Tekrar, tekrar ve tekrar...

Telefonumun çaldığını çok sonraları fark ettim. Arayan Esved'di. Yanıtlamadım. Bile bile. Ne diyeceğini tahmin etmekten öte biliyordum. Şuan hiç sırası değildi. Hem de hiç.

Yolda aklım yeterince meşguldü bu detaylardan ötürü. O nedenle yolun nasıl geçip gittiğini anlamadım bile. Site girişine yaklaştığımda birbiri ardına sıralanmış lüks binalara şöyle bir baktım içeri girerken. Her şeye o kadar hazırlıklıydım, tüm detayları öyle ince ince işleyip planlamıştım ki, davetin düzenlendiği evi elimle koymuş gibi buldum. Havuzlu ve bahçeli, ihtişamlı, büyükçe bir ev. Bir krallık desem mübalağa olmaz herhâlde. Aracı uygun bir yere park ettikten sonra dikiz aynasından kendime bakıp araçtan indim. Bahçeye açılan dış kapıdan içeri girmeden önce istemsiz bir mırıltı misali "Evet, oyun başlasın bakalım..." cümlesi döküldü dudaklarımdan.

Her şeyin başladığı yerdeydim ve artık geri dönüşü olmayan bir yola girmiştim. Evet, geri dönüşü yoktu. Ama dönmek isteyen de yoktu.

...

Kanlı ZambaklarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin