Bölüm 2

192 65 12
                                    

            Kış mevsiminde ,sisli bir havanın hakim olduğu tren istasyonunda sıradan bir sabah. Yıllar içinde oldukça değişim göstermiş,yeni görünümü ile insanları mest eden trenler,bu yalnız başına,kendi halinde olan şehre ,her seferinde bambaşka hikayeleri olan yeni insanlar getiriyor. Duvar köşesinde elleirini ovuşturarak,amansızca ısınmaya çalışan,eski yırtık kıyafetler içinde ,zavallı bir vaziyette olan küçük çocuğu kimse aldırmıyor ve günlük telaşlarına bencilce devam ediyor. O sırada istasyona yaklaşan başka bir tren görülüyor. İnsanlar yaklaşan bu demir yığınına heyecanla bakıyorlar. Belki de içinde kimisinin sevdiği,kimisinin akrabası veya değerli bir arkadaşı vardı. Tren nihayet istasyona yanaştı. Bir çok kişi indi içinden ama en garipsenen,onu bekleyen kimsenin olmadığı,çenesine ve yüzüne dağılmış hafif,siyah sakallı gençti. Kıyafetlerine bakılacak olursa oldukça zengin biri. Ama böyle varlıklı birinin tren ile seyahat etmesi akıl kârı değil. Muhtemelen onda jetler,yatlar,arabalar ve dahası vardı. Siyah keten pantolon,siyah boğazlı kazak ve diz kapaklarına kadar uzanan bordo paltosu ile uyumlu,baş parmağına kırmızı taşlı gümüş yüzük takan bu tuhaf yabacı genç neyin nesi böyle?  

Genç,elinde ki koyu renkli büyük valizi yere bıraktı. Başını,kara bulutların hakim olduğu gökyüzüne doğru kaldırdı ve derin bir nefes ile kendini buldu. Sakarya'nın temiz ve güzel havasını taa iliklerine kadar hissetti. Baştan aşağı huzur ile doldu,soğuktan donan bedeni. Beyaz topuğu çamura bulanmış spor ayakkabıları ile bir kaç adım attı. Ardından bir gözlemci edası ile etrafı,koyu kahverengi olan,uzun ama seyrek kirpikli küçük gözleri ile süzmeye başladı. Az sonra duvar kenarında ki küçük çocuk dikkatini çekti. Orada tek başına ne yapıyor olduğunu düşündü. Üstüne dikkatlice baktı, evsiz  ve muhtemelen aç olduğunu düşünerek ona yanaştı. Çocukla ilgilenmesi vicdanının işimi bilinmez. Çünkü yüzünde oldukça soğukkanlı,umursamaz ve küstah bir bakış var. Ona iyice yaklaştı, ayakkabısının ucu çocuğun ayakkabısına değecek kadar. Ardından başını bile eğmeye tenezzül etmeden,yalnızca göz bebekleri ile ağağı bakarak seslendi." Ne yapıyorsun burada? Bu tipin ile insanları rahatsız ediyorsun". Yüzü kirden,pislikten kararmış olan çocuk,kalbi paramparça olmuş bir vaziyette ayağa kalkarak "Afedersiniz. Siz rahatsız etmek istemedim. Hemen gidiyorum". Tam arkasını dönmüş adım atacakken,yabancı genç kolundan tuttu ve geri çevirdi. Çocuk,korkudan titremek'te ve ağlamak'taydı." Abi lütfen bırak beni,söz veriyorum bir daha gelmeyeceğim buraya"dedi. Genç bu defa içten,hafif bir gülümseme ile konuştu." Korkma! Bunu seni ağlatmak için yaptım. Ağlayınca yüzün biraz olsun temizlendi. Daha iyi görünüyorsun". Çocuğun içi rahatladı. Hakaretleri umursamıyor,çünkü buna alışkın; pis çocuk,iğrenç şey,zavallı...bunlar onun en çok işittiği sözler di. Genç,daha samimi bir tavır takındı." Peki söyle bakalım, aç mısın? Hah benim ki de soru. Yok olma ihtimalin varmış gibi. Çikolata yer'misin?". Çocuk bozuk plak gibiydi. Bir şeyler söylemeye çalıştı ama şaşkınlıktan donup kaldı. İlk defa biri kendisine böyle bir soru yöneltti çünkü. Bu berbat hayatında kendisine gösterilen en büyük ilgiydi bu. Soğuktan çatlamış küçük dudaklarının arasından şu sözler düküldü aniden"Neden bana bunu soruyorsunuz? Bu zamana kadar annem bile sormadı bu soruyu". Genç,çocuğun söylediğini umursamadı bile. Parmakları ile ,ön tarafını yukarı doğru kaldırdığı saçlarını tarayarak" Ee yani? Çikolatayı istiyor musun,istemiyor musun?" Çocuk bu,umursamaz gence laf anlatmaktan vaz geçip ,aç olduğunu ve çikolatayı istediğini belirtti. Tren istasyonunun hemen ilerisinde oturacak bir kaç yer vardı. Yabancı zengin genç, çocukla biraz konuşmak ve dertlerini dinlemek için oraya yöneldi. Neredeyse üç kişinin sığacağı genişlikte olan oturağa vardıklarında,orada tek başına oturmak istedi ve kötü kokan çocuk kendinden uzak olsun diye yere oturmasını,bunun her ikisi için de daha iyi olacağını söyledi. Çocuk sebebini anladı,ama ses çıkarmadı. Sessiz geçen bir kaç dakika sonra genç,çocuğun yüzüne bakmaksızın"Söyle bakalım küçük,adın ne?dedi. Çocuk biraz düşünerek cevap verdi"Bilmiyorum. Herkes farklı bir şey söylüyor. Mesela babam p*ç diyor. Ne demek bilmiyorum ama bana böyle dediğinde annem çok kızıyor"dedi. "Annen haksız sayılmaz... Şimdi senin gerçekten ismin yok mu? Bu çok saçma,herkesin bir ismi vardır"dedi genç. Çocuk bir müddet durdu." Aslında ben eve pek gitmiyorum zaten. Günümün çoğu buralarda geçiyor. Eve gittiğimde sevinç ile karşılandığı mı söyleyemem. Annem ve babam sürekli tartışıyorlar. Ben doğduğumda çok fakirler miş. O yüzden beni başka bir aileye satmışlar. O ailede ki annem de bir süre sonra hamile olunca beni geri vermişler. Onlar bana Bora ismini koymuş ama öz annem Mahmut,Mert,Osman...falan diyor. Her seferinde farklı bir şey söylüyor. Zaten onu her gördüğüm de sarhoş ve muhtemelen gerçek adımı unutmuş. İşte abi böyle, bilmiyorum gerçek ismimi"diyerek hüzünlendi." Peki senin adın ne?" Genç ismini söylemekten gurur duyarcasına soruyu yanıtladı."Ayaz".

CELLAT "AYAZ"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin