Beş yıldızlı hoş bir otelin içinde,pencere önünde ki kahverengi masaj koltuğunun üstünde yola bakıyor. Elinde ki kola dolu bardak tan küçük küçük yudumlar alıdı ve o esnada da gözleri hafiften kapandı. Elleri gevşedi,başı yavaşça omzunun üzerine düştü. Parmaklarının arasından kayan bardak aniden yere düştü ve irkilerek kendine geldi.
" Ah! Bu nasıl bardak böyle?"
Kendi kendine söylenmeye devam ederken otelin önünde siyah bir araba belirdi. İçinden inen genç Ömer di. Hızlı adımlarla otelden içeri girdi. Asansöre doğru yöneldi ama dolu olduğunu görünce beklemeden merdivenden çıkmaya başladı. Az sonra Ayaz ın odsının olduğu kata ulaştı. Merdivenden çıkmak onu yordu,nefes nefese kalaraktan odanın kapısını çaldı. Biraz bekledikten sonra kapı açıldı. Ayaz -ahh geldi yine- dercesine bir bakışla karşıladı. Ömer;
"Evet tabiki de gelicem."
Ayaz şaşkın bir ifade yakınarak;
"Ne? Ben böyle bir şey demedim. Nerenden çıkarıyorsun bunları?"
"Bu bakışı biliyorum da ondan."
Ayaz gülümsedi ve arkasını dönüp içeri doğru yürümeye başladı. Beraberinde gelen Ömer de koltuğun üzerine oturdu;
"Öncelikle yine bana haber vermeden gelmişsin. Amacın ne? "
"Sen o şirket işleriyle ilgileneceksin çünkü."
"Ahh! Şirket falan istemiyorum. Ben de senin gibi olmak istiyorum. Ama sürekli o işleri benim üstüme yığıp gidiyorsun."
"Aaaa sinirlenince çok tatlı oluyorsun. Yanakların pembeleşiyor. "
"Ne? Ben tatlı falan değilim. Benim çok ciddi bir yüzüm var."
"Evet evet. Söyle bakalım ponçik burada ne işin var?"
Ömer , Ayaz ın söylediklerine çok sinirlendi. Küçüklüğünden beri şirin yüzünden kurtulmadı ve hep Ayaz gibi olmak istedi. Onu idolü olarak gördüğünden,söylediği laflar Ömer i çok etkiliyor. Yine de bu seferlik boş verip soruyu yanıtlamayı seçti;
"İki gün sonra babamızın doğum günü. Onun için bir şeyler almalıyız. "
Umursamaz bir tavırla;
"Öylemi,ne mesela?"
"Burcu akrep miş. Araştırdım ve uğurlu taşı opal. Ona opal taşlı bir yüzük falan alabiliriz. "
"Ahh! Saçmalama ! Adamın bir gözü toprağa bakıyor. Uğurlu taşı olsa olsa musalla taşıdır."
"Abii! Bize bu yaşımıza kadar baktı. En azından biraz daha düşünceli olsan."
Konuşma sırasında etrafa bakınırken gözü Ayaz ın ayakkabılarına çarptı. Dikkatlice baktı ,gördüğü şeyin ne olduğunu anlamayınca sordu;
"Ayakkabının üstüne ne oldu? Kırmızı bir şey var."
Duyunca hemen başını eğdi ve baktı. Ayakkabının üzerinde,oldukça dikkat çeken kırmızı bir leke var dı. Nasıl oldu da bunu gözden kaçırdı? Ama hiç istifini bozmadan,sakin bir tavırla;
"Mürekkep damlamış galiba. Söylediğin iyi oldu,gidip değiştireyim."
Tam ayakkabı dolabına doğru yürümeye yeltendiği anda Ömer seslendi;
"Bir dakika! Bunu nasıl unuturum? Bu gün Arif aradı. Nefes nefese kalmıştı. Zor konuştu benimle. "
Durdu ve yavaşça arkasını döndü;
"Öyle mi? Ne dedi peki?"
"Tam anlamadım ama -onu buldum- gibi birşey dedi. Sonra birden bire kapandı telefon."
"Takma kafana. Onun kafası arda gidip gelir öyle. Saçama saçma konuşuyor."
Sanki bir şeyden endişe duyarcasına kaşlarını çattı ve arkasını döndü. Ayakkabı dolabının yanına gitti ve bir ayakkabı aldı. Mürekkep bulaştığını söylediği diğer ayakkabıları ise banyoda ki teneke kovanın içine koyup yaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CELLAT "AYAZ"
General FictionGüç nedir? Güçlü olabilmek için ne kadar ileri gidilebilir? Roman tadında,sürükleyici bir kitap.