Başkomiser Zafer her gün yaptığı gibi sabah 7'de erkenden kalktı, duşunu aldı, traşını oldu, kahvaltısını yaptı. Üzerine buz mavisi takım elbisesini giyerek aynada kendisine baktı, hazır olduğundan emin olduktan sonra karısı Melek'in yanağına 'Güle güle.' öpücüğü kondurdu. Anahtarlarını yanına alarak apartmandan çıktı ve arabasına binip Emniyetin yolunu tuttu. Senelerdir aynı yoldan işe gidiyordu, bu yol aklında standartlaşmıştı artık. Ancak son iki buçuk senedir bu yolu kullanmak kendisine zulüm gibi gelmeye başlamıştı. Tıpkı her yol gibi uzaklara doğru insanın gözünde küçülen bu yolda uzun zamandır kendisini rahatsız hissediyordu. İki buçuk senedir her işe gidiş ve dönüşünde başına gelenler bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyor, acı üzerine acı çekiyordu resmen. Gün içerisinde yalnız kaldığın nadir anlardan birisi olan bu anda kaybettikleri hafızasına her geçen gün biraz daha kazınıyordu. İçindeki heyecan azaldıkça azalıyor, katili yakalama umudu tükeniyordu. Fakat katili yakalamalıydı, yakalamak zorundaydı. Yoksa kızı ve torununun başına gelenler için kendisini asla affedemeyecekti. Bütün bu düşünceler her gün ona işkence çektirirken yolun sonunun gelmesi için dua ederdi. Sonunda duası kabul olurdu elbet, ancak düşünceler kendisini bir türlü bırakmaz, dönüş yolunda ya da ertesi gün kaldığı yerden işkencelerine devam ederlerdi. Bugün de diğer günlerden farklı değildi elbette: Güneş arabanın camından sızıp gözünü kamaştırırken bir yandan yolu takip ediyor bir yandan da kızını ve torununu düşünüyordu. Düşünürken kaşlarını aşağı doğru eğmesi kırışık suratının iyiden iyiye buruşmasına yol acıyordu. Sevdiklerinden birisi için zaten umutlar tükenmiş, mezara konmuştu bile. Fakat diğerini az da olsa kurtarma ihtimali vardı. Söz konusu ihtimali öylece heba edemezdi. Umudunu yitirmesi davadan çekilmesi ile eşdeğer olurdu. Bunu yapmak yerine intihar etmeyi yeğlerdi. Böyle düşüncelerle yine yarım saat geçti ve Başkomiser Zafer Emniyet'e vardı. Arabasını otoparktaki her zamanki yerine park ettikten sonra içeri girdi. Asansörle 3. kata çıktı ve uzun koridorda yürümeye başladı. Koridorda yürürken sabah sabah işe gelmiş, asık suratlı insanlara selam vermeyi de ihmal etmedi. Esnediğini fark edip kahve makinesinin önünde durdu, parasını atıp espressosunu aldı. Kahveyi yudumlayarak koridorun sonuna doğru ilerlerken cebindeki büronun anahtarını çıkardı, yüzük gibi parmağına geçirdi. Tam köşeyi dönmüştü ki kapının önünde yatan Komiser Yavuz'u gördü, şok oldu. Yavuz kapıya dayanmış, ellerini önünde kavuşturmuş, ayaklarını da rastgele sağa sola uzatmış horul horul uyuyordu. Başkomiser Zafer 'Acaba buraya sabah erkenden mi geldi, yoksa bütün geceyi mi burada geçirdi ?' diye düşünmeden edemedi. Kahvesinden bir yudum aldı ve eğilerek eliyle astını dürttü. Yavuz aniden irkilerek uyandı, saf saf etrafına bakındı. Karşısında dikilen Başkomiseri fark edince hemen ayağa kalktı, saygıdan üzerindeki gömleğin açık olan düğmelerini ilikledi.
- Günaydın abi.
Zafer zaten az olan elindeki kahveden son yudumunu aldı, boş bardağı çöpe fırlattı ve eline aldığı anahtarı sallayarak konuştu:
- Günaydın Yavuz, kapıyı açmama izin vericek misin?
Yavuz 'Ta...tabi abi.' diyerek sola doğru bir adım attı ki Başkomiser kapıyı açsın. Zafer anahtarı deliğe soktu ve dilini çevirdi. Beraber içeri girerlerken Zafer aklını kurcalayan soruyu sordu:
- Kaçtan beri burdasın ?
- Yaklaşık sabahın 3'ünden beri abi.
Başkomiser Zafer elindeki çantasını masasına koydu. Başını astına çevirdi, şaşırmış gözüküyordu.
- Neden gecenin bi yarısında buraya geldin ki ? Ne güzel evine gitmiştin.
- Uyku tutmadı abi...Daha doğrusu eve gittiğimde kabuslar, halüsünasyonlar görmeye başladım. Ama o kadar gerçek gibiydiler ki...Sonunda pes ettim abi, dayanamadım ve buraya geldim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aramızdaki Katil
ПриключенияUstaca kimlik değiştirme marifeti, soğukkanlılığı ve detaylı planları sayesinde seri katil Savaş Durmaz 2 yıl boyunca ardında yakalanmasına yol açacak herhangi bir iz bırakmadan polislerden kaçmayı başarmıştır. Şimdi ise 5 kişilik bir arkadaş grubu...