Komiser Yavuz apartmandan girdiği andan itibaren kendini tuhaf hissetmeye başladı. Asansörü kullanmak istemediği için merdivenlerden çıktı. Elindeki anahtarla evin kapısını açtı, ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi. Işığı yaktı, gözlerinin ışığa alışması için birkaç kez kapatıp açtı. Tam o esnada sadece bir saniyeliğine koridorun sonunda duran birisini görür gibi oldu. Bu kişinin başı yarılmış bir kadın olduğuna yemin edebilirdi. Şaşırdı, gözlerini kaşıdı ve aynı yere tekrar baktı; karanlık koridorda havada asılı duran lambadan başka bir şey yoktu. 'En iyisi elimi yüzümü yıkayayım.' diye geçirdi içinden. Tuvalete girdi, elini yıkadı, yüzüne de bol bol su çarptı. Aynada kendisine bakmıştı ki karşısına çıkan yüzle irkildi. Bu kendi yüzü değildi sanki. Kaşlarını çatarak aynaya yakınlaştı; bu Tarık'ın yanmış yüzüydü. Yavuz bağırarak kendini geriye attı, sırtını duvara çarptı. Neler oluyordu böyle ? Yoksa deliriyor muydu ? Gözlerini bu sefer daha sert kaşıdı. Kafasına eliyle vurdu, aynaya baktı. Aynadaki yüz ifadesinin yorgun, baygın gözlü bir Komiser'e ait olduğunu görünce rahatladı. İçinden derince bir 'Oh!' çekti. Yatak odasına gitti, pijamalarını almak için gardolabı açtı. Esra'nın kalan elbiselerini görünce içini derin bir hüzün kapladı. Gözlerini kapattı, duygulanarak pijamayı alıp gardolabın kapağını çarptı. Ağlamak istiyordu, şu anda tek yapmak istediği buydu. Ancak bir yandan da her şeye rağmen güçlü kalmalı, katille başa çıkabilecek iradeye sahip olmalıydı. Ağlamamak için kendini kastı, elindeki pijamayı sıktı. Gözünden sadece birkaç damla yaş aktı, hepsi bu. Daha fazla ağlamamak için başka yere odaklanmaya karar verdi. Ayağa kalktı ve gardolabı yumruklamaya başladı. Bu gerçekten de iyi geliyor, odaklanmasını engelliyordu. Yeterince hırsını alıp yorulduktan sonra yatağa geri döndü. Aniden burnuna gelen kokusu onu rahatsız etti. Ayağa kalktı ve hemen üsündekileri çıkarıp tuvaletteki kirli sepetine attı. Günlerdir ne duş almış ne de üzerindekileri değiştirmişti. Aylardır kıyafetlerini Başkomiser'in baskın ricaları üstüne haftada bir kere değiştiriyor, yine aynı gün yine Başkomiser Zafer'in isteği üzerine onun evine gidip yıkanıyordu. Ancak bu günler artık geride kalmıştı. Kendisine gelmesi gerekiyordu ve gelecekti de. Suyu ayarlayıp uykusunun gelmesi için uzun uzun yıkandı. Gerçekten de uykuyu getirmek için güzel, sıcak bir duştan daha iyisi yoktu. Ardından pijamalarını giydi, kendisini psikolojik olarak uykuya hazırladı. Aslında öylesine yorulmuştu ki, şöyle güzel bir uykuya gerçekten de çok ama çok ihtiyacı vardı. Güzel şeyler düşünmeye çalışarak gözlerini kapattı ve rüya alemi onu kendi içine çekti. Lakin rüya alemi normal hayattan daha kötüydü. Zira normal hayattaki saniyelik halüsünasyonlar rüyada adeta ete kemiğe bürünüyorlar, tamamen gerçeğe dönüşüyorlardı. Nitekim de öyle oldu ve Yavuz uykuya dalar dalmaz kendisini karanlık bir koridorda ayakta dururken buldu. Bütün rüyalar gibi bu rüya da başı sonu belirsiz, birden başladı. Ani duyulan çığlıkla Yavuz'un kulakları tırmalandı. Kulaklarını tıkayarak sesin geldiği tarafın tersine doğru koştu. Lakin ses ne kadar kaçarsa o kadar artıyor gibiydi. Karanlığın içinde koşturup dururken takılıp yere düştü. Başını kaldırarak havaya baktığında sesin kaynağının önünde durduğunu gördü. Bu koltuğa bağlı halde yanar vaziyette bulunan Tarık'tan başkası değildi. 6 ay önce olduğu gibi yine yanıyor ve acıdan aralıksız bir şekilde çığlık atıyordu. Yavuz ayağa kalktı, geriye doğru koşmaya çalıştı. Tarık'tan olabildiğince uzaklaşmak, kaçmak istiyordu. Bu çığlıklar onu ve zihnin mahvediyordu ve buna izin veremezdi. Fakat kaçması mümkün olmadı: Arkasını dönüp koşmaya başladığında karşısına çıkan duvar ile yere kapaklanmaktan kendisini zor kurtardı. Tarık ise hala acılar içerisinde çığlık atıyordu. Her geçen saniye sesi daha çok artıyor, kaçınılmaz bir hal alıyordu. En sonunda Yavuz gözlerini kapattı, elleriyle kulaklarını tıkadı ve yerde çömelerek bağırmaya başladı. Kendi sesi ile Tarık'ın acı dolu sesi birbirine karıştı, ardından aniden ortalığı ölüm sessizliği kapladı. Yavuz gözlerini tekrar açtığında kendisini sahilde, karşısında Esra ile buldu. Yavuz biricik karısını görür görmez ona sarılmak istedi, ama bundan vazgeçmesi uzun sürmedi. Zira Esra'nın başının tam üzerinde koskoca bir delik vardı. Bu delikten akan kanlar neredeyse yüzüne kadar geliyor, güzelliğini perdeliyordu. Ayrıca söz konusu deliğin kurşun yarası olduğu da aşikardı, çünkü delik başının arkasına doğru küçülmekteydi. Bulunduğu yerden ufacık giren ve çıktığı yerden de patlayarak çıkan bu kurşunu kimin sıktığını tahmin etmek hiç de zor değildi. Nitekim Esra konuyu açtı ve Yavuz'a hesap sorar tavırla konuştu:
- Neden beni kurtarmaya gelmedin Yavuz ? Niye gelmedin ? Çok uzun bi süre seni bekledim. Bana neler yaptığını biliyo musun ?
Yavuz elini uzatıp karısına dokunmak, onu teselli etmek istedi, fakat olduğu yerde kıpırdamadan durdu. Adeta donakalmıştı. Ne yapması gerektiği hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Zaten böylesi bir durumda ne yapılabilirdi ki ? Karısı kafası patlamış bir halde karşısında duruyor, kendisine hesap soruyordu. Yavuz saniyeler içerisinde kafayı yiyecek duruma gelmişken Esra'nın sesi de yükselmeye başladı:
- Beni öldürdü! Şu başımın haline bak Yavuz. Beni öldürmesine engel olamadın. Onu yakalayamadın da! Yakalayacağına söz vermiştin Yavuz, söz vermiştin. Olanların hepsi senin suçun. (Başını gösterdi.) Bu senin suçun. Bu senin suçun. BU SENİN SUÇUN! BU SENİN SUÇUN!
3 kelimelik son cümle Yavuz'un beyninde belki de yüzlerce defa tekrarlandı. Her seferinde ses giderek artıyor ve kalınlaşıyordu. Ses arttı, kalınlaştı, arttı, kalınlaştı, arttı ve kalınlaştı. Bu durum kaçınılmaz bir hal alıncaya kadar devam etti. Yavuz içinde bulunduğu durumda çareyi ağlamakta buldu. Gözlerinden yaşlar akarken Esra'nın yüzünün kararmaya başladığını fark etti. Sesin kalınlaşarak anlamını yitirdiği sırada kötü kabusundan kan ter içinde uyandı. Rüyadan çıkarak gerçek hayata alışması için birkaç saniye geçmesi gerekti. Kendine gelince yatakta doğruldu ve düşündü. Öncesinde de buna benzer Esra'nın ya da Tarık'ın olduğu birçok kabus görmüştü, ancak böylesiyle ilk defa karşılaşıyordu. Öylesine gerçekçi ve öylesine korku doluydu ki. Resmen dehşete düşmüş, göz kapakları gözlerini dışarı fırlatacak derecede açılmış, nefes nefese kalmıştı. Pikeyi üzerinden atıp ayağa kalktı, bu böyle olmayacaktı. Bu ev onu daha kötü yapıyordu. Halisünasyonlar, kabuslar, hepsi hayal olmaktan çıkmıştı artık. Ete kemiğe bürünmüş bu gerçekçi rüyalardan kaçmalıydı. Hızlıca karar verip üzerini değiştirdi. Arabasının anahtarını alarak evden çıktı. Varış noktasını Emniyet Müdürlüğü olarak belirlerken bütün bu kabusları sona erdirecek tek bir şeyin olduğuna inanıyordu, ya da buna inanmak istiyordu. Ona göre her şey katili öldürüp karısına verdiği sözü tutmasıyla, yani intikamını almasıyla sona erecekti. Fakat yanıldığını anlaması çok uzun sürmeyecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aramızdaki Katil
PertualanganUstaca kimlik değiştirme marifeti, soğukkanlılığı ve detaylı planları sayesinde seri katil Savaş Durmaz 2 yıl boyunca ardında yakalanmasına yol açacak herhangi bir iz bırakmadan polislerden kaçmayı başarmıştır. Şimdi ise 5 kişilik bir arkadaş grubu...