Yorgunluk... Fiziksel olarak değil de ruhsal olarak. Geçmiyordu bu his, balçıktan havuza girmişim ve çabaladıkça batıyorum. Boğazımda düğümlenen bir şey var yutsam içimi, yutmasam canımı yakacak.
Dün gece banyodan çıkıp saçımdaki havluyla yatağa girmiştim. Elimi kolumu oynatacak halim kalmadığı için direk uyumuştum, zor bir geceydi ve ben en zor gecelerde sürekli uyurdum. Elime baktım, sürgün olduğum kafesin anahtarına baktım. Artık bununla yaşamaya alışmak zorundaydım.
Telefonumdan gelen mesaj sesiyle birden irkildim, ama kendimi hemen toparlayıp mesajı açtım. Tabi ki başımın belası Aram'dı yazan.
" artık bütün Mardin'in gözü önünde sözlümsün, bunu kutlamamız gerekiyor çiçeğim. Sana gönderdiğim elbiseyi giy de güzel bir yemek yiyelim akşam... :)"
Şimdi gönderdiği elbiseyi ona yedirsem mi? Yoksa kuzu kuzu ayağına mı gitsem çelişkideyim! Dün mahvolan hayatıma imza attık resmen hem de onun yüzünden! Bide bunu kutlayacak mıydım?
Ah! Sanki seçme hakkım vardı da boş boş konuşuyorum! Kuzu kuzu gidecektim ayağına ama şimdilik, bu devran böyle dönmezdi illaki bana da gelecek sıra! İşte o zaman ödetecektim yaşadığım her kötü saliseyi!
Hızla kalkıp banyoya girdim elimi yüzümü yıkadım, sabahki rutin işlerim bittikten sonra dolabımın karşısına geçip giyinmek için bir şeyler aradım. Sarı bir gömlek ve siyah eteğimi elime aldım, üzerimi giyinip saçlarımı taradım. Dün havlu sarıp uyuduğum için biraz karışmışlardı.
Hafif bi makyajla güne hazırdım. Odamdan çıkıp annemin odasına gittim ama Her zaman ki gibi yine yoktu yerinde saat daha 7.23dü, nereye gitti ki?
Yavaşça indim merdivenleri herkes ayaklanmıştı ve kahvaltı hazırlanıyordu. Malum dedemin 'kahvaltı kuralı'... Annemde yardım ediyordu Fatma ve Birgül ablaya, artık iyileşmişti. Rahat bir şekilde yürüyor, yiyor, içiyor, uyuyordu... Ama ben hala o Berzan'ı affetmemiştim, uzun bir süre de affetmeyi düşünmüyordum.
Bazı hataların telafisi yoktu işte, belki unutulurdu o an ama hissettirdikleri unutulmuyordu. O an ki çaresizliğim, çırpınışım, o pisliğin gözünün içine bakıp umut dinleyişim, boyun eğişim!
Kimse değil sadece Berzan bana sahip çıksaydı en azından beraber direnirdik. Ama o beni mahkum etti bu yaşadıklarıma, yetmedi annemi ister kazayla ister başka türlü sonuç olarak canını yaktı. Şuan kendini affettirmek için canına kıysa yine onu affetmek gelmezdi içimden.
Herkes masaya toplanınca hafifçe başımı sallayıp kurtuldum kafamdaki düşüncelerden. En azından şimdilik bunları bir kenara koymam gerekirdi, her şeyin bir zamanı vardır düşünmenin bile...
Sessizce oturdum masaya annem saçlarımdan öpüp oturdu yanıma, dedemler günaydın diyerek kahvaltı yapmaya başladık. Akşamım çok iğrenç olacaktı ama en azından günümü güzel geçirebilirdim. Kafamı dağıtmak için bahçedeki çiçek saksılarıyla uğraşabilirdim mesela...
Koyu bir kahvaltı muhabbetinden sonra teker teker kalktık masadan. Dedem, amcalarım ve Berzan evden beraber çıktılar. Fatma abla, Birgül abla, annem ve ben masayı toplamaya koyulduk. Yengelerim yardım etmezdi hiç... Evin işine bile asla bakmazlardı. Odalarını bile zavallı Birgül abla temizlerdi.
Annemse hep yardım ederdi onlara, hep kardeşleri gibi görürdü, özellikle Birgül ablayı... Küçüklüğümden beri ikimizde yardım ederdik ev işlerine bu güzel bir şeydi.
Mutfakta işim bitince bahçeye çıktım, en sevdiğim saksıya koştum. Bu çiçeği babamla ekmiştik, kocaman olmuştu ve çiçekler açmıştı sarı sarı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAFES
General FictionBu Kitabın gerçek kişi veya kurumlarla bir ilgisi yoktur. Tamamen hayal ürünüdür. Ben Dilvan... Dilvan TİMURAĞAOĞLU. Mardin Kızıl Tepede, Kikan aşireti adı altında yaşamaya çalışıyorum, Babamsız... Annem Meral TİMURAĞAOĞLU. Ankara'da doğup büyümüş...