[Yorum ve oy rica edip sizi rahat bırakacağım canlarım <3]
“Steve!” Nişanlısının panik ve acıya bürünmüş sesini duyduğunda, Steve onun babası ile arabalara dair derin bir sohbet içindeydi.
Ancak kadının feryadı olduğu yerden bir kurşun misali fırlamasına neden oldu. Steve, adamın da ayaklandığını hissetti ancak ne müstakbel babasına ne de karşı koltukta oturan müstakbel annesine tek kelime etti. Doğruca merdivenlere koştu ve ikişer ikişer merdivenleri tırmandı.
Sesin geldiği yeri tahmin edebiliyordu; nişanlısının yatak odası olsa gerekti. Bu yüzden çabucak koridorun sağındaki ikinci odaya daldı.
“Amanda, ne oldu? İyi misin? Bir yerin mi incindi?” Tek bir nefes almadan sorarak nişanlısına yaklaştı.
Kadın yaslanıyor olduğu çekmecenin iki yanına koyduğu ellerini oradan çekti ve yüzünü Steve'e döndü.
Steve kadının gözlerinden süzülen yaşları o anda gördü ve sanki kalbinin üzerine tonlarca taş parçası düşmüş gibi hissetti.
“Steve... Paramız... Bana aldığın hediyeler... Hepsi gitmiş...” Kadının tüm bedeni titriyordu, rüzgara direnemeyen ufacık bir yaprak gibi titriyordu hem de.
Steve'in soluk borusu sökülmüştü sanki, nefes alamıyordu. Yutkunmaya çalıştı, boğazındaki ağırlığı iterse nefes alabileceğini umuyordu ancak hiçbir şey değişmedi. Hala kendini boğuluyormuş gibi hissediyordu ve bu his yüzünden tek kelime edemiyordu.
Böyle ezilmiş, nefessiz ve çaresiz hissetmesinin nedeni ise ne olduğunu bilmesiydi. Nasıl bilmezdi ki? Yine aynı şey olmuştu, Steve yine aynı tuzağa düşmüştü.
Steve ile Amanda, bugün, bu öğleden sonra, bu evde nişanlanmışlardı. Ancak bildiği neden bundan birkaç gün evvele gidiyordu.
Steve üç hafta önce sahil kenarında romantik bir yemek ile Amanda'ya evlilik teklifi ettikten bir gün sonra, bunu Bucky'e ve kasabadaki diğer dostlarına söylemişti. Çünkü heyecanlıydı. Her zaman kendi ailesini kurmak isteyen bir adam olarak, nihayet doğru kişiyi bulmuş ve onunla evliliğe giden yolda ilk adımı atmıştı. İçi içine sığmıyordu ve bu mutlu haberi dostlarına söylerken su götürmez bir şekilde dünyadaki en mutlu adamdı.
Teklifinden bir hafta sonra, annesinin ölümünden beri ilk kez babası ortaya çıkmıştı. Doğrusu, adam perişan haldeydi. Leş gibi kokuyordu, zil zurna sarhoştu ve üstü başı kir içindeydi, belli ki dayak da yemişti. Steve'in dizlerine kapanmış, haberi aldığını söylemiş ve oğlu adına çok mutlu olduğunu ekleyerek Steve'e onu affetmesi için yalvarmıştı. Bu mutlu zamanda, oğlunun yanında olmak istediğini de ifade etmiş ve değişeceğine dair, belki de bin defa yemin etmişti.
Steve en başta çekingen davranmıştı çünkü içinde babasına karşı bitmek bilmeyen bir öfke vardı ve onu her ne olursa olsun affetmek içinden hiç mi hiç gelmiyordu. Ancak adamın haline acıyan Amanda, Steve'i babasını en azından şimdilik affetmesi için ikna etmeyi başarmıştı. Zira adam perişan sözcüğünün vücut bulmuş haliydi ve o kadar çok yalvarmıştı ki, Steve tamam demek zorunda kalmıştı.
Gelgelelim, Steve içten içe biliyordu ki babası asla değişmezdi ve değişmeyecekti. Geçmiş yıllar bunu Steve'e sayısız kez kanıtlamıştı. Annesine kanser teşhisi konduğunda değişmemiş, hatta Steve'in iki işte çalışarak biriktirdiği, annesinin kemoterapi parasını bile çalmıştı. Bu yüzden babasını kabul etmiş gibi yapsa da her daim temkinliydi.
Bir kez daha yanılmamış olduğunu anladı o an. Babası değişmemişti. Bunu ummak ve bu yalana inanmak ne büyük bir aptallıktı. Yine içindeki umut balonu kısa bir süreliğine şişmiş, ancak yine aynı iğne tarafından patlatılmıştı.
![](https://img.wattpad.com/cover/193264665-288-k611407.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Boy With A Lollipop|Stony
Short StorySteve küçük bir kasabada bir kitapçı işletiyor, Tony ise yaz tatili için o kasabaya, büyükannesinin yanına taşınıyor. 27!Steve 22!Tony #au'da 1. #marvel'da 4. #ironman'de 2. #stony'de 2. [21.05.2020]