24- steve is messed up & tony tries to be there for him

1.6K 170 362
                                    

[Neon Jungle • Louder]

Steve'i en son göreli bir hafta olmuştu ve Tony onsuz geçen bu yedi günde neredeyse kafayı yemişti.

Aslında sorun onu görememekte değil, onu görmek için yanına gidecek hakkının olmamasıydı. Söylediğinin onu kırdığını çok iyi biliyordu. Bunun yanında, o sözcükleri geri almanın hiçbir yolu da yoktu ve bu onu delirtiyordu.

Neden birden öyle deyivermişti bilmiyordu. Steve'den öylesine kesin bir hayır beklemediği için öfkelenmişti ve üzülmüştü ancak kesinlikle söylememesi gereken ve özünde çok yanlış olan o cümleden uzak durmalıydı. Kendini o denli kırıcı bir söz edecek kadar kaybetmiş olduğuna inanamıyordu.

Günlerdir kendine karşı hissettiği öfke tüm ruhunu ve benliğini kemiriyor ve Tony'i uykusundan ediyordu. Birkaç saat haricinde hiç uyuyamamış ve durmadan Steve'i tamamen kaybedip kaybetmediğini düşünüp durmuştu. Aklına gelen hiçbir ihtimali veya senaryoyu mutlu bir son ile bitirmeyi başaramamıştı ve Tony'nin yüzde birlik uyuma ihtimali de bu sebeple toz olup uçmuştu.

Bu sabah uyandığında Steve olmadan geçirdiği ilk hafta dolmuştu bile ve kendini günlerdir günışığından mahrum kalmış gibi hissediyordu ki her sabah evin içine ışık girsin diye perdeleri sonuna kadar açıyor, güneşin ışıklarının tenini yakışını hissediyor, pencereden dışarı bakarken gözlerini kısıyordu ancak yine de sanki günlerdir güneşten uzak kalmış gibiydi.

Birdenbire Steve'den uzak kalmak, özellikle kendi hatası yüzünden olunca, Steve'in hayatının her yerini işgal ettiğini bir kez daha fark etmesini sağlamıştı. Steve, çok kısa bir sürede kalbinin içine devasa bir saray inşa edivermişti ve tahtından belli ki kolay kolay inesi hiç yoktu. Hoş, Tony onu orada taşımaktan mennundu aslında, yalnızca Steve'i asla ve asla içinden atamayacak olduğunu fark etmek biraz gözünü korkutmuştu çünkü birini bu kadar sevebileceğini hiç düşünmemişti.

Bu yedi gün, ona bir hususu daha göstermişti. Tony fark etmişti ki Steve'e hiç sahip olamamaktansa onu, belli aralıklarla görmeyi yeğlerdi. Onu hiç görmeyeceğini bilerek tek bir nefes dahi alamazdı ancak onu eninde sonunda göreceği umuduyla bir ömür sürerdi. Bu yüzden tüm o taşınma fikrinden vazgeçmişti. Steve'e ait olduğunu, Steve'in de onun olduğunu bildiği müddetçe nerede, ne yapıyor olduğunun bir önemi yoktu. Sadece Steve'in önemi vardı; ne olursa olsun ona kavuşabileceğini bilmenin önemi vardı.

Bu sebeple, yedinci günü bitirip sekizinci güne gözlerini açtığında artık Steve'i görmeden bir saniye daha geçiremeyeceğini fark etti ve tüm bedenini ele geçiren kendine yönelik öfkesini, nefretini ve utancını bir rafa kaldırıp Steve'i görmeye karar vermişti. Kitapçıya gidecekti ve Steve'e kitapçıya önem verdiğini, onu çok sevdiğini ve şehir mevzusundan vazgeçtiğini söyleyip ondan özür dileyecekti.

En azından kitapçının kapısına gelene dek planladığı buydu.

Sonra Steve'in öfkeli ve ağlamaklı sesini duymasıyla tüm planları tuzla buz olmuş ve yüreği paramparça olmuştu.

Steve hayatı boyunca tanıdığı, kalben ve fiziken en güçlü olan insandı ve onu güçsüz görmekten nefret ediyordu. Sanki Steve hep bir dağ olmalıydı; güçlü ve sağlam, yıkılmaz. Ancak o da özünde bir insandı, Tony bunu biliyordu ve o incindiği zaman, sebebi kendisi de olsa, onu iyi hissettirmek için çabalayacağına dair kendi kendine yemin etmişti.

The Boy With A Lollipop|StonyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin