'Beyaz Geceler'i hangi rafa koymalıyım?' diye sordu kendi kendine. Ancak beyni 'Tony.' diye cevap verdi. 'Hayır.' İç sesini yanıtladı. 'Beyaz Geceler... Dostoyevski... Raflar..?' Ancak aldığı yanıt değişmedi; beyni tekrar 'Tony.' diye sayıklamaya başladı.
Yüzünde kendisiyle dalga geçen bir tebessüm oluşurken elindeki kitabı önündeki rafa rastgele yerleştirip sırtını aynı rafa yasladı.
Dükkanın zemininde amaçsızca bakışlarını gezdirirken neden böyle olduğunu düşünmeden edemedi. Tony ile son görüşmelerinin üzerinden yirmi dört saat bile geçmemişken onu özlemesi mümkün müydü? Aslında bu çok uzun bir zamandı; Tony'siz olduğu bir dakika bile bazen bir günmüş gibi hissettiriyorken bu süre içinde onu özlemiş olması doğaldı.
Kitapçıyı boşverip Tony'nin evine gitmemek için kendini devasa bir irade ile tutuyordu. Aksi takdirde arkasına bile bakmadan bu dört duvarın arasından Tony'nin sıcacık kollarına koşardı.
Ancak nedendir bilinmez, içinden bir ses Tony'le arzuladığı kadar birlikte olmaması gerektiğini, yoksa onu sıkboğaz edeceğini söylüyordu. Tony için belli ki uzun süreli ilişki meselesi yeniydi ve onun durmadan etrafında olmak çocuğu, haklı olarak, sıkabilirdi ve bu Steve'in istediği en son şeydi.
Steve sevdiği her şeye kendini tepeden tırnağa adayan bir adamdı. Her daim böyle olmuştu. Eğer hayatına adım atan birini gerçekten sevdiyse onlar için her şeyi yapardı, ihtiyaçları olduğunda hep orada olur, elinden ne gelenin tümüyle yardım ederdi, en azından denerdi. Kendini adamayı seven bir adamdı çünkü ancak ve ancak böyle gösterebildiğini düşünürdü sevdiğini. Steve eylem adamıydı. Bu yüzden karşısındakini seviliyor, umursanıyor hissettirmek için, güvende tutabilmek için varını yoğunu ortaya koyardı. Bundan memnundu da. Asla şikayet etmezdi zira birine yaslanacak bir omuz olmak onu mutlu ederdi. Birinin güvendiği bir dağ olmak onun için çok şey demekti; başta iyi bir adam, iyi bir insan olmak demekti örneğin.
Şimdi, neredeyse Tony'i gördüğü ilk andan beri tüm bunları yapabilmek için can atıyordu. Elinden geldiğince de yapıyordu; en azından umup inandığı buydu. Ancak en başından beri asla kendine istediği gibi onunla olmak için izin vermemişti çünkü kendisi de bazen fazlasıyla boğucu bir adam olabildiğini biliyordu. Tony gençti, hayat doluydu ve capcanlıydı. Onun fokurdayan doğasını düpdüz bir hale getirmekten korkuyordu. Çünkü Steve'den kendisini üç kelimeyle tanıtmasını isteseydiniz, üçünden biri muhakkak sıradan olurdu ki bu sıradanlık, içinden atamadığı bu tekdüze yaşam sevgisi Tony'e en göstermek istemediği yanıydı.
'Sahiden en göstermek istemediğin yanın bu mu?' diye ona sinsice bir imada bulunmak isteyen bilinçaltını gözardı edebilmek adına derin bir nefes aldı ve ne zaman çattığını bilmediği kaşlarını düzeltti.
Zihninin yarattığı bu kapağı açılmış derin kuyuya düşmemek için başını hafifçe iki yana sallayıp kendine geldi ve sırtını yaslamış olduğu raftan uzaklaşıp biraz ileride duran, kitaplarla dolu kutuya doğru adımladı. Yerleştirmesi gereken çokça kitap varken kafasındaki ölümcül tuzaklara düşmemeli, kendisine karşı dikkatli olmalıydı.
Eğilip kutudan üç kitap aldı ve onları yerlerine yerleştirmek üzere doğruldu. Adımları bu defa daha uzak raflara yönelmişti.
Kitapları birer birer ait oldukları yerlere koyarken düşüncelerini uzak tutmak için Frank Sinatra'dan aklına gelen ilk parçayı mırıldanarak söylemeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Boy With A Lollipop|Stony
Storie breviSteve küçük bir kasabada bir kitapçı işletiyor, Tony ise yaz tatili için o kasabaya, büyükannesinin yanına taşınıyor. 27!Steve 22!Tony #au'da 1. #marvel'da 4. #ironman'de 2. #stony'de 2. [21.05.2020]