[Taylor Swift • All You Had To Do Was Stay
Ashe • Moral Of The Story
James Arthur • Impossible][Birinci Hafta - Tony]
Kampüste geçen yorucu bir günün ardından, Tony eve geldiği için mutluydu hem de mutsuzdu. Mutluydu çünkü günlerdir uykusuzdu ve bu haldeyken kafasını toparlayıp ders anlatmak tam bir eziyetti. Kelimeleri bulmakta zorluk çekiyordu, bir cümle inşa edebilmek tek başına Notre Dame'i inşa etmek gibi hissettiriyordu. Derse girmeden önce anlatacağı konuyla ilgi hazırladığı materyalleri defalarca okuyordu ki derste aptalca şeyler söylemesin. Harvard'da ders vermenin tek zorluğu kendisi kadar zeki insanlarla muhattap oluyor oluşuydu. Aptallarla konuşmak kolaydı ancak her dediği sözcüğü bile hecesi hecesine analiz edebilen beyinlere karşı konuşmak, kafasının içindeki savaş yüzünden, fazlasıyla zor geliyordu artık.
Duş aldıktan sonra kendini salondaki kanepeye attığında mutsuzluğu nüksetti. Gözleri kanepenin, masanın, televizyonun üzerinde gezinirken "Sikeyim ya," diye mırıldandı ve ellerini saçlarının arasından geçirip ofladı.
Bu eve onu getirmiş olmaktan pişman olacağı o zaman aklının ucundan bile geçmemişti ancak şimdi, üzerinde oturduğu kanepede, daha önce harika bir sevişmenin ardından yarı çıplak bir halde onun kolları tarafından sarmalanmış olarak uzandığından, keyfi kaçmıştı. Elinin içiyle kanepeye hafifçe vurdu ve ayağa kalktı.
Yukarıya, odasına çıkmayı düşündü ancak o yatakta da bazı anıları vardı. "Sahiden sikeyim." diye söylendi istemeden. Çünkü oradaki yatakta 'Ne olursa olsun seni seçerdim.' diye zırvalamıştı o. Amma da yalancı adammış, diye düşündü Tony. Sinirini bozacak olsa da yatak odasına çıkmaya karar verdi. Biraz konfora ihtiyacı vardı. Merdivenleri adımlarkan 'Yalancı,' diye mırıldanıyordu.
[Birinci Hafta - Steve]
Susmak bilmeyen telefonunu birkez daha meşgule attıktan sonra yüzünü yeniden yastığına gömdü.
Yirmi yedi yaşındayım, dedi kendi kendine içinden. Koskoca adamım ancak bir ergen gibi acı çekiyorum. İnanılmaz. Sahiden inanılmazdı.
Günlerden neydi, saat kaç, ayın hangi gününde... Hiçbirini bilmiyordu ve umrunda da değildi. Tony ile birlikte geçmediği sürece zamanın hiçbir önemi yoktu.
Kitapçıya gitmiyor, gidemiyordu çünkü her şeyin başladığı yer orasıydı (ve bir nevi bittiği yer de). Bu yüzden kapıya yaklaşmaktan bile korkuyordu çünkü anılar aklına akın ettikçe Steve göğsüne çığ düşüyormuş gibi hissediyordu.
İşin en kötü yanı, Tony'i 'Defol git.' diyebilecek raddeye getirmiş olmasıydı. Her zaman sevgi, merhamet ve neşe saçan, gencecik ve taze gözüken Tony, birden büyümüş ve öylesine gaddar bir ifadeye bürünmüştü ki Steve'in aklı hala almıyordu. Tony'nin kalbini tuzla buz etmiş olmalıydı, aksi takdirde güneşten bile daha sıcak olan o kahvelerin uranüse dönüşebilmesi imkansızdı.
Homurdanarak sırt üstü döndü elini alnına vurdu. Tony'i babasından kurtarmıştı kurtarmasına, bundan mutluydu lakin kendini kendinden nasıl kurtaracaktı?
"Sikeyim ya," diye mırıldandı. Tony olmadan nasıl idare edecekti? Ya da asıl soru şuydu ki, o olmadan nasıl idare etmişti, Tony henüz lolipopuyla hayatına girmemişken? Bu su olmadan hayatta kalmaya çalışmakla eş değerdi. Kendine hayret etti. Şimdi onsuz soluduğu her hava ciğerlerine yük gibi geliyorken, o olmadan önce neler yapıyordu? İçi birden öfkeyle doldu ve eliyle yatağına vurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Boy With A Lollipop|Stony
Short StorySteve küçük bir kasabada bir kitapçı işletiyor, Tony ise yaz tatili için o kasabaya, büyükannesinin yanına taşınıyor. 27!Steve 22!Tony #au'da 1. #marvel'da 4. #ironman'de 2. #stony'de 2. [21.05.2020]