3 Ay Sonra
Yemyeşil saray bahçesinde, yeşili süsleyen ve mis kokusuyla etrafı efsunlayan bir sürü çiçek vardı. Bu efsunlu bahçede sedire oturmuş, bir yandan kuş cıvıltılarını dinlerken bir yandan da parlak gökyüzünü seyrediyordum. Kasvetli bir saray için ne kadar da nahiflerdi. Huzuru bulabildiğim tek mevki burasıydı zannımca.
Uçsuz bucaksız gökyüzüne gözlerimi yumup bir ezgi mırıldanmaya başladım kendi kendime. "Muhsin Efendi'nin bestesini nereden bilirsin?" Gözlerimi açıp Afife Sultan'a başımla selam verdim. "Hatırlarsan geçenlerde hatunlar fasıl icra etmişlerdi. O esnada işittim lakin ne aklımdan çıkarabildim, ne de dilimden düşürebildim."
"Şehzademizin de en sevdiği bestedir. İşitseydi hoşnut olurdu." Gülümsedim. Pek hoşnut olacağını zannetmiyordum. Zira onun için alelade biriydim. Afife'ye masada bulunan üzümlerden uzattım. "Sana da yiyecek uzattım Afife, inşallah başıma yine bir vaziyet gelmez."
Bir üzümü ağzına atıp acı bir gülümseme takındı suretine. "Benim de çıkmaz aklımdan lakin ayakta kalmamız gerekir. Hele ki senin vaziyetin pek mühim. Sarayda konumunu güçlendirmen şart." Bana karşı olan alakasından böyle demişti ama güçlenmem için olması gereken bir evladım olmasıydı. Benim ise Şehzade ile aramda geçen en yakın vaziyet onun koluna girmemdi. Bir evlat beni buraya bağlardı lakin benim bağlı kalmam gereken yer Erguvan'dı, burası değildi.
"Hak konuşursun güçlenmem gerekir. Esasen beni huzursuz eden şey bir daha aynı vaziyete düşebilme ihtimalim. Şayeste Sultan'ın kalfası canına kıymayaydı esas düşmanım kim açık seçik anlayabilirdim lakin iftira olmasın diye görüp kelam edemem, bu çok zormuş."
"Yedi sene evvel ben de benzer bir vaziyete düşüp ispat edememiştim. Şehzademiz yapmadığıma inanmasına rağmen beni sürgün etmek vaziyetinde kalmıştı. Gebe olduğumu öğrenince geri dönmüştüm zira saray dışında doğanlar hanedandan sayılmazlar. Benim burada kalabilmemin yegane nedeni evladımdır. Zira şehzademiz bir hatuna ne kadar sevgi duyarsa duysun kaidelerden caymaz."
İkimizde Şayeste Sultan'dan bahsediyorduk lakin isim zikretmemiştik. Elimizde bir delil yoktu, bu sebeple onu yargılayamazdık. Söylersek iftira olurdu. Zaten kim inanırdı kendi kendini zehirlediğine. Sadece yapmamız gereken delil bulmaktı lakin belli ki bunun vakti değildi.
"Beni buraya bağlayan bir evladım olmadığı için sonuna kadar savaşmam gerekecek." dedim sesli bir nefes vererek. Böyle savaşmaktansa cenk meydanında savaşmak isterdim. "Bu savaşta seninle omuz omuzayım bil bunu."
Bu desteği bana iyi geliyordu, Şehzade haremin her meselesiyle alakadar olamazdı zira vakti yoktu. Şirin Sultan ise haremi idare ettiğinden daha adil davranmaya çalışıyordu herkese. Şahsi ilişkileri dışında harem vazifesi esnasında zinhar adaletsizliğe düşmezdi. Zaten Mehpare ile iyi geçinmesine rağmen elinde zehir ve pusulayı ifşa etmesi buna misaldi.
"Yalnız olmamak bana güç verir."
"Saray duvarları ince, düşman ise boldur. Şu sarayda bir dostum Şirin Sultan'dı. Şimdi de sen varsın."
Ellerimi elinin üzerine koydum ve gülümsedim. "Sen benim gerçekten dostumsun. Ben de sonuna kadar yanında olacağım." Başını salladı ve gülümseyen gözlerle güldü "Ben de. Ebediyen ben de."
"İkinizin böyle hem dem olması ne kadar âlâ. Haremimde tam da bunları görmek isterim." İkimizde aynı anda kalkıp selam verdik, sedirden çekilip yerdeki mindere doğru yöneldim. Yüksekte oturmak en üst makamdakine aitti. Aynı şeyi Afife Sultan'da yapıp mindere oturdu.
"Hoş geldiniz şehzadem."
"Hoş buldum Afife'm. Bir ahenk işittim odamdan kendimi birden burada buluverdim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHBER (Tamamlandı)
Historical FictionSaltanat mı galip gelecek sevda mı? Taht için tutuşan prensese kim derman olabilirdi ki? Bir başka ülkenin şehzadesi elinden tutsa hangisi galip gelirdi? Entrikanın hatta savaşın içinde kalmış insanlar ne yapabilirdi hayatta kalmaktan başka? Tahta m...