Kara örtülere sarılmış şehzade tabutu saray önüne geldiği vakit isyancı ahali mecburen dağılmıştı zira artık tahta çıkaracakları bir Orhan yoktu. Serbazlar da derhal tespit edilip derdest edilmişlerdi, ordudaki casuslar da böylece tükenmişti. Geriye sadece haremi kalmıştı.
Gözlerinden akması gereken yaşı yüreğine akıttı adam, gülemiyordu birini daha yitirmek zorunda kalmıştı. Lakin sürekli vakit geçmekteydi ve deliller üzerini örtüyordu. Evlatlarının katilini de bulması gerekiyordu. Canı acısa da sesini çıkartamadı, sustu. Kardeşi de ondan farksızdı, her şeye rağmen o da ağabeyini kaybettiğinden dolayı üzgündü. Mutlu değildi, olamazdı. Zaten Efruz da haksız yere öldürülmüştü, içi sıkılıyordu.
Az evvel ettiği duasını bitirip bahçedeki çimlere oturdu. "Ah ağabey, yaktın geçtin hepimizi. Her şey bambaşka olabilirdi." deyip Anka Köşkü'ne döndü, o karanlık günü hatırına getirdi. Yay kirişinin izi geldi aklına, ince ve kıpkırmızı bir izdi. Öldürücüydü. Derin bir iç çekti, keşke böyle olmasaydı dedi içinden. Ona üzüleceğini zinhar düşünmemişti, tekrar önüne döndü. Yanındakini o vakte kadar fark edememişti.
"İyi misin Şirin?" dedi, her zamankinin aksine 'Sultanım' dememişti. "Fark edememişim seni, ne vakit geldin?" sorusunu cevapsız bırakmıştı. "İmdi geldim, iyi misin?" Şirin başını iki yana salladı. "Köşke baktıkça hatırıma ölüsü geliyor, başımı öbür yana çevirsem de ağabeylerimi görüyorum. Bana kötülük eden iki adamın ölümüne bu kadar üzülebileceğimi hiç düşünmezdim."
Salih Giray onu anlıyordu, Efruz'u sevmediğini bilse de üzülecek kadar yüce gönüllüydü Şirin. Hele Orhan, Kasım'ı alıp Bayezid'i de ölüme yollamıştı hatta onu sevmediği birine nikahlamıştı. Buna rağmen ağabeyiydi, küçükken oynadığı, kanatlarının altında korunduğu ağabeyiydi. Üzgündü lakin ağlayacak derman bulamıyordu kendinde.
Ellerini tuttu ve sıcak bir gülümsemeyle gözlerinin içine baktı. "Her şey güzel olacak inan bana, vuslatımız da huzurlu günler de pek yakındır." Şirin başını sallayıp başını omzuna yerleştirdi, kim görmüş ne demiş umurunda değildi. İddeti dolduğu anda zaten nikahlanacaktı, evvelki vakitler gibi yaptı başını omzuna koymuştu bunu bilerek, artık bir başkasına ait değildi. "Özlemişim sultanım."
"Özlemişim hanzadem, çok özlemişim."
Tek teselli veren Salih Giray değildi, biri daha vardı her şeyi işitip hissediyordu lakin bir şey göremiyordu. Cihangir'in gözlerinde yaş olduğunu görmese de hissetmişti, her zaman oturduğu yere gitti İsmihan. Tahmin ettiği gibi Cihangir oradaydı, hemen önüne oturdu ve elleriyle yüzünü yokladı. Cihangir, ağladığını anlamasını istemediğinden kendini çekebildiği kadar geri çekti lakin İsmihan onu buldu. Yüzüne elini yerleştirdiğinde ılık bir ıslaklıkla temas etti, gözyaşı parmaklarının ucundaydı. Sessizce içten içten ağlıyordu Cihangir.
Parmak uçlarıyla gözyaşını sildi zevcinin. "Görmem lakin hissederim, heba ettin kendini şehzadem. Amcam ardından böyle ağladığını görmek istemezdi." Orhan her vakit güçlü evlat istemişti yanında, her vakit Osman'ı yanında da bundan sebep tutmuştu. "Hakkın vardır lakin..."
"Acımız hafifletecek, gün gelecek geçecek. Unutulmayacak lakin geçecek. Ben yanındayım ve bu daima böyle olacak sevdiğim."
Görmeyen gözlerini yumup alnını onun alnına yasladı. "Sen olmasan ne ederim ki zaten? Tek dayanağımsın, ne kardeşten ne babadan yüzüm güldü, sen olmasan dayanamazdım." Gülümsedi içten bir şekilde. Tebessümü gören Cihangir de tebessüm etmeye çalıştı, başaramadı. Biraz geri çekilip başını dizinin üzerine koydu, ıslak gözlerini yumup acılarını unutmaya çalıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHBER (Tamamlandı)
Ficción históricaSaltanat mı galip gelecek sevda mı? Taht için tutuşan prensese kim derman olabilirdi ki? Bir başka ülkenin şehzadesi elinden tutsa hangisi galip gelirdi? Entrikanın hatta savaşın içinde kalmış insanlar ne yapabilirdi hayatta kalmaktan başka? Tahta m...