14. Bölüm- Çift Kılıçlı Arslan

379 29 25
                                    

Mehpare'den

"Atla oraya giremeyiz, atları bir yere bağlamamız lazım. Yay ve oklar, ıslanmaması lazım, maazallah telef olurlar. Onun için deriden bir koruyucu yapmak lazım. Kılıçlar da zarar görmesin diye kınının ağız kısmına su geçirmez bir şey koymak lazım. Başka. Iıı birde bıçak, bol bol bıçak lazım. Ben bıçaklarımı alacağım yanıma, siz de alın bence. Çok işe yarıyor. Şey de lazım. Neydi o ya?"

"Sultanım, nefes alın. Sakin olun, ne bu telaş? Her şey hazır. Ben bilmez miyim neye ihtiyacımız olduğunu? Hem yola çıkacakken mi söylenir bu? Daha evvel demek lazımdı." Uzun vakittir savaşa gitmiyordum, şimdi ise gidecek olmam beni heyecanlandırmıştı. Neye ihtiyaç hasıl olacağını tahmin etmek lazımdı. Bilirdim, Bayezid her şeyi düşünmüştü lakin ben de her ihtimale karşı söyleme gereği duymuştum.

"Epeydir saraydan uzak bir yere gitmedim. Kusuruma bakmayın, heyecanımı maruz görün." Gülümsedi ve elini yavaşça koluma yerleştirdi. "Yola revan olmamız lazım. Saray ahalisi bile avluya çıktılar. Hadi gidelim."

"Bana çok az vakit verin. Hemen gelirim, görmem gereken biri var." Başıyla tasdik edince hemen yanından uzaklaştım. Sarayın bir köşesinde kalan bir odada istirahat vaziyetinde olan birini ziyaret edecektim. Hiç kimse onu düşünmüyordu lakin benim için o mühimdi. Kim bilir belki de uyanık olsaydı dost dahi olabilirdik. Vaziyetine pek içerleniyordum.

Odanın kapısında tek cariye nöbetteydi. O kadar ehemmiyetsiz vaziyete gelmişti demek ki. Bu üzücüydü, o hatunun bir suçu, kabahati yoktu. "Kapıyı açın." komutumun ardından içeri girdim.

Nihal Hatun'u en son nasıl gördüysem şimdi de öyleydi. Hiç kıpırdamadan yatıyordu. Bir çiçekten farkı yoktu. Hatta çiçekler açıp soluyordu. Nihal Hatun sadece dal halinde kalmıştı. Yatağın başına doğru gittim. Ve elinden tuttum.

"Bugün ölüm kalım savaşı vereceğiz. Belki de geri dönemeyiz, bilmiyorum. Lakin döndüğümde gözlerinizi açmanızı çok isterdim." Başını okşadım ve son bir kez daha ona baktım. "Uyanmanızı sabırsızlıkla bekleyeceğim." diyerek odadan çıktım.

Şehzade belki de buraya hiç uğramamıştı. Belki de onu unutmuştu. Sarayın yazılı olmayan kaidesi gibiydi bu. Her an herkes unutulabilir yahut gözden düşebilirdi. Bunun için güç lazımdı. Mesele olan da gücün nasıl ele alınacağıydı. Haksızlık ile mi adalet ile mi?

"Hatun, tek kişi durmayın kapıda. Bir hatun daha olsun. Zinhar hiçbir şeyi aksatılmasın. Eğer ki gözlerini açarsa o vakit başında daha çok cariye kalsın. Gitmeden evvel sizlere son emrim budur."

"Siz nasıl emrederseniz sultanım." deyip selam verdi. Hızlıca iç avluya yöneldim. Tüm saray ahalisi buradaydı. Zarife hemen yanıma geldi ve bana sarıldı. "Kendinize dikkat edin." Gülümsedim.

"Sence ben mi dikkat etmeliyim onlar mı?" Bu dediğime güldü. Zira biliyordu neler yapabileceğimi. "Sen hür bir hatunsun. Zinhar sana köle muamelesi yapmalarına izin verme. Şayeste Sultan'a da dikkat et. Zira ben yokken ipler onun elinde olacak. Afife Sultan'ın yanında ol." Başını öne eğip dediklerimi tasdik etti. "Allaha emanet olun."

Küçük konuşmamın ardından en baştaki sıraya göre helalleşmeye gittim. En başta en büyük şehzade validesi olan Şayeste Sultan vardı. Esasen başka vakitte olaydım zinhar yanına gidip ona yakın gözükmezdim lakin Şehzade Bayezid buradaydı. Ona her şeyin yolunda olduğunu ancak böyle gösterebilirdim.

Şayeste Sultan’la kısa bakışmamızın ardından evvela o söze girdi. "Hatun başınıza gitmeniz ne kadar münasip? Kendinize zarar getirmeyin." Bana zarar getirmesi de en çok onu üzerdi zaten, sanki ben bilmiyordum şehzadeyle yakın olmamızı istemediği için böyle yaptığını. Eminim orada ölmemi canı gönülden istiyordur.

MAHBER (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin