18. Bölüm- İç İçe

350 21 7
                                    

Mehpare'den

Askerler şaşkınca damgaya bakıyor gerçek mi değil mi anlamaya çalışıyordu. Pür dikkat baktıktan sonra gerçek olduğunu kabullenmiş olacaklar ki dizlerinin üzerine çöküp kılıçlarını avuçları içine aldılar ve bana sundular. Olmuştu, damgaya itaat etmişler, sözümü dinlemişlerdi. Bayezid'e bakmaya korkuyordum zira vaziyetinin iyi olmadığını biliyordum lakin duramayıp başımı ona doğru çevirdim, lalasının acısı yüzünden okunuyorken şaşkınlığını da gizleyemiyordu. Esasen ben de şaşırmıştım. Bu kadar kolay mıydı itaat etmeleri?

"Mehpare Hatun!" diye seslenen komutana baktım. Avuçlarının içinde çift kılıçlı arslan damgası vardı. Aynı benim gibi damgayı havaya kaldırdı ve askerlerin bakış açısına girdi. "Çift kılıçlı arslana itaat edin. Şahımızın şahsi damgasıdır. Mehpare Hatun'daki mühre itaat etmeyen hanedana itaatsizlik eder, doğrudur lakin bu çift kılıçlı damgaya itaat etmeyenin cezası kati suretle ölümdür."

Bu sözler karşısında askerler şaşkına dönmüşlerdi zira şahın damgasını görmeyi ben de dahil olmak üzere hiç birimiz tahmin edememiştik. Askerler bu defa boyunlarına astıkları damgalarını avuçlarına alıp şahın damgasına boyun eğdiler.

Bu damga meselesi alelade bir iş değildi. Gerçekten de ona hürmet büyüktü. Vaktiyle damgalara itaat etmeyenler hanedana isyan ettikleri gerekçesiyle idam edilmişlerdi. Yüzlerce insan hayatını kaybetmişti.

İşte şimdi hayatım tehlikedeydi. Kesinlikle tutuklanacak ve Asafoğulları'na götürülecektim, daha sonra da yay kirişiyle kavuşacaktım. Ölümden zerre korkum yoktu lakin tamam etmediğim çok şey vardı. Menzile ulaşmadan ölmek istemiyordum.

Askerlerin bu defa şah damgasına itaat ettiğinden dolayı Bayezid, beni tehlikede hissetmiş olacak ki dibime kadar geldi ve tam önümde bana siper oldu. "Mehpare Hatun, teslim olun daha fazla kan dökülmesin." Bayezid'in canına zeval gelmesine müsaade edemezdim. Çıktığım yüksek basamaktan aşağıya inip Bayezid'in yanına geçtim.

"Sakın hatırına getirme. Sakın!" Başımı iki yana salladım. "Benim kanımı akıtamazlar lakin size acımazlar. Siz Mirzaoğlu'sunuz. Benden yana hakkım helal olsun, siz de helal edin." Bu defa başını iki yana salladı ve bileğimi avuçlarının arasına aldı. "Gidersen helal etmem. Gidemezsin. İşittin mi beni? Zinhar gidemezsin."

Beni koruyacağı vakit miydi şimdi? Kendini koruyacaktı ki ölmeden yetişebilirse beni kurtarabilsin. "Komutan, şehzademe dokunmayın. Dediğiniz gibi olsun, buyruğa itaat edeceğim." Bayezid hâlâ bileğimi kavramayı sürdürüyordu. O kadar sıkı tutuyordu ki o müsaade etmeden gitmem mümkün değildi. Diğer elimi kolumu kavrayan elinin üzerine koydum.

Biliyordu, eğer beni bırakmazsa ikimiz de ölecektik. Eğer bırakırsa küçük ihtimal dahi olsa yaşayabilirdim yahut ölümüm gecikirdi. İki avucumun içine aldığım elini öpüp başıma koydum. Bu kadardı bizim başlamadan biten sevdamız. Mersiyelere konu, Bayezid'in Derûni mahlasıyla yazdığı divana şiir olabilirdik lakin biz son vakte kadar savaşmayı seçmiştik. Avuçlarımdaki elini serbest bırakıp komutana baktım, yanına gidip teslim olacaktım. İki adım attıktan sonra tekrar Bayezid'e baktım, sıcak bir şekilde gülümsedim. Hiçbir şey diyemedi, ne kolumu tutup durdurabildi ne de benimle gelebildi. Yapamadı, yapamazdı da.

Bir adım daha attıktan sonra dehlizin olduğu zindan tarafından Cihangir, Beylerbeyi ve askerler içeri girmeye başladı. Haber göndermemiştik lakin geç olduğundan sebep kalede yolunda olmayan bir şeyler olduğunu anlamışlardı zannımca. Asker sayısı gittikçe artıyor, Asafoğulları'nın da etrafı sarılıyordu lakin yine de ne kadar yeterli olabilecektik ki? Getirdiğimiz kişi sayısı belliydi, fazlası gökten zembille inecek değildi ya.

MAHBER (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin