2. Bölüm- Sarayına Hoş Geldin

1.2K 53 119
                                    

Taht odasında, tam da tahtın karşısında duruyordum. Odanın sadeliğinin aksine taht oldukça şaşaalıydı. Oymalı ahşabın üstü değerli taşlarla süslüydü. Belli kısımları da altınla kaplıydı. Bu değerli taşlar, savaşlarda ele geçirilen ganimetlerden parçalardı. Erguvan geleneklerinden biri buydu. Ganimetten bir parça taht üzerine eklenirdi, bu bir güç göstergesiydi.

Bir anlığına gözlerimin önünde babam belirdi. Bu taht bir tek ona yakışmıştı, ondan sonra yerine geçecek kişi de kanından olmalıydı.

Tek emelim babamın yadigârına sahip çıkmak iken şimdi hiç bilmediğim diyarlara gelin gidecektim. Bilmediğim insanlarla sil baştan bir hayat kuracaktım. Pek tabii bunu kabullenememiştim yahut daha kendimi buna hazır hissetmiyordum. Aklımdan geçen iki şeyden biri tahta çıkmaktı, Erguvan tahtına.

Taht odasından ayrılıp kale kapısına doğru gittim. Yine her zamanki gibi büyük ve sade bir kapıydı. Bence kalenin güzelliğini sadece süslü taht sağlıyordu. Yine de kendine has bir zarafeti vardı.

Tüm eşyalarım hazır edilmişti. Gitme vakti gelmişti, ümitsizce etrafıma bakındım. Dua ederken de düzgün edilmesi gerekirmiş, bunu bir kez daha anladım. Hayırlısını istemeliydim, eğer öyle yapsaydım şuan kimse ile evlenmiş olmazdım. Yuvamı çok özleyecektim, buna eminim. Kalenin dimdik duvarlarına, yeşil bahçesine uzun uzun baktım. Bu arada Sefer Bey meydanda değildi. Evlenme niyetinde olduğu hatunu bir başkasına kaptırmıştı, bundan sebep vaziyete içerlemesi olağandı. Yüzümü görmek istememesini anlayabiliyordum. Belki de umurunda değildim, bilemiyorum.

"Her şey tamam mı?" Zarife başını müspet manada sallayınca arabamın yanında bulunan maiyetime baktım. Birkaç hizmetli ve askerle gidiyordum. Askerler beni götürdükten sonra geri geleceklerdi. Geriye bana bu topraklardan yadigâr bir avuç hizmetli ve Zarife kalıyordu.

Fazla oyalanmadan arabama bindim zira hünkârı yeterince bekletmiştim. Cama doğru dönüp Ladin Kalesi'ne baktım. Bu seni son görüşüm olmayacak zira benim yerim yurdum sensin.

Bir vakit at arabasıyla gittikten sonra Kafkasya'dan kocaman bir gemiyle ayrıldık.

Erguvan'dan ayrılmadan evvel kütüphaneye gidip Mirzaoğulları'nı gezen bir seyyahın kitabını almıştım. Araba ile yapılan yolculuklar bana hep sıkıcı gelirdi. Seyahatlerin en güzeli at üzerinde yapılanlardı. Vaktimi hoş hâle getirmek için Seyahatname'yi açıp okumaya başladım.

İçinde Mirzaoğulları hakkında pek çok malumat vardı. "Zarife, şehzadelerin de haremi olurmuş. Seni temin ederim ki bir sürü cariyesi vardır. Hatta nikahlı eşleri ve evlatları da vardır." İnşallah böyle olurdu, başkasına ait kalp bana yönelemezdi. Böylece dönüşüm daha kolay olurdu.

Başımı cama doğru çevirdim, hava kararmak üzereydi. Kitabı da daha fazla okuyamayacaktım zira kör olmam an meselesiydi. "Belki emellerinizi ona açarsanız geri dönmenize müsaade eder ve size yardımcı olur. Bu kadar kötü düşünmeyin." Belki de Zarife haklıydı lakin neyin ne olacağını Saruhan'a varmadan bilemeyecektik.

Evvela araba biraz yavaşladı, peşinden de durdu. Kapıdan biri seslendi. "Hünkârımız sizi çağırıyor sultanım" Sultanım mı? Şehzade zevcesi olsam dahi evladım olmadığından sultan unvanına sahip olmamalıydım lakin prensesliğimden ötürü belli ki bu defa ben sultan diye anılacaktım, bu hitaba alışmalıydım.

"Gelirim." dedim ve Zarife'ye döndüm. "Hakkın var, inşallah dediğin gibi olur." Hünkârı bekletmemek için ivedilikle arabadan indim. Biraz ilerleyip ellerini arkasından bağlamış sultanın huzur-u şahanelerine vardım. "Beni emretmişsiniz hünkârım."

MAHBER (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin