11. Bölüm- Hançer

451 28 13
                                    

Mehpare'den

Haremde büyük bir koşuşturma vardı. Şehzade Murat ve Şirin Sultan'ın eşyaları, hizmetlileri hazırlanıyordu. Ona refakat edecek sancak askerleri de saray avlusunda nizama geçmişlerdi. Büyük bir mahiyetle gidecekti küçük şehzade zira adı üstünde şehzadeydi o. Bayezid ve Afife Sultan onu gözünden sakınırken şimdi böyle bir hususun vuku bulması onlar için elbette zordu lakin üstesinden gelmeleri gerekiyordu. Sabretmekten başka yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. Ne yapacaklardı ki zaten, taht sarayını basıp oğlunu o caniye vermeyeceğini mi söyleyecekti? Belki o zamanlar gelecekti lakin şimdi değildi.

"Mühim bir vazifeniz var bilirim lakin üstesinden geleceğinizi de bilirim. Evvela kendinize mukayyet olun ki şehzadeye sahip çıkabilesiniz." Şirin Sultan'ın ellerini avuçlayıp kulağına eğildim "Salih Giray'ın da sizinle geleceğini işittim. Göze batmadan vakit geçirmeye çalışın. Şu bedbaht günlerden azat olacağımız vakit sizin izdivacınızı ağabeyinize arz edeceğim. Biraz daha sabredin. Ben inanırım ki bizim de yüzümüz gülecek."

Şirin Sultan yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirdi. "Size itimadım ebedi bu hususta. Şimdi vazifemle meşgul olacağım ve belki bu bedbaht vaziyeti ben nihayete erdiririm, Allah bilir. Kendinize iyi bakın. Ağabeyime daha iyi bakın, sıhhati için endişelenirim." Yapacağımı ima eden bir baş hareketi yaptıktan sonra Afife Sultan'a doğru ilerledim. Evladına sımsıkı sarılmış, son vakitlerini geçiriyordu. İnsanın içini burkan bir vaziyetti bu. Ben Afife Sultan'ı da iyi edecektim. Evladının ona kavuşması için ne lazım gelirse, elimden ne gelirse yapacaktım.

Şehzade Bayezid, harem meydanına geldiğinde ölüm sessizliği oldu. Bu, vaktin geldiğinin habercisi olan bir sessizlikti, acı bir sessizlik. “Vakit geldi.” dediğinde herkes dış avluya doğru yol aldı. Afife Sultan, kendini ağlamamak için zor tutuyordu zira ağlarsa evladı da üzülür hatta korkardı. Bir damla bile göz yaşı akıtmadı evladının yanında. Birkaç adım atıp Şirin Sultan'ın yanına gitti. Ona sarıldıktan sonra "Evladım size emanet. Siz olmasanız ben giderdim peşinden ama bilirim siz kendi evladınız gibi onu koruyup kollarsınız." dedi.

"Pek tabii. O benim evladımdır. Murat'ımı korumak için ne elzemse onu icra yaparım. Hiç şüphen olmasın. Müsterih ol." Tekrar evladının yanına döndü ve onu sımsıkı sardı. "Validem, sizi bir daha ne vakit göreceğim?" dedi küçük şehzade. Gözleri hafif dolmuştu, dudakları bükülmüştü. "Murat'ım, arslanım. en yakın vakitte kavuşacağız. Halanın yanından zinhar ayrılma. Ne dilersen halandan ve buradan götürdüğün hizmetlilerine söyle. Başkasının verdiği hiçbir şeyi yeme, eğer sultan amcan ile yemek yemen icap ederse bu gümüş kaşıkla ye. Eğer ki rengi değişirse yeme o yemeği." Eline bir gümüş kaşık tutuşturup alnından öptü.

Şehzade Bayezid evvela hemşiresinin yanına gitti, alnından öptü. "Sana itimadım tam Şirin'im, ihtimamlı olun. Allah'a emanetsiniz." Şirin Sultan'ın biraz arkasında duran Salih Giray'a doğru yöneldi ve elini omzuna koydu. "Evladım ve hemşirem size emanet hanzadem. Lüzum ederse konumunuzu dahi kullanın ve onları koruyun." Salih Giray, eğilip şehzadenin eteğini öptü ve başına koydu. Ardından ayağı kalktı.

"Benim asıl vazifem sizi ve ailenizi korumak, sizin yanınızda olmaktır.” Hanzade olmam umurumda dahi değil demek istiyordu. Kendini, Bayezid'e hizmet etmeye adamıştı. Vazifesi zinhar bu değildi esasen, Mirzaoğulları'nın rehiniydi lakin kendini böyle görmüyordu.

“İcap eden ne varsa icra edeceğim. Kana kan dişe diş şehzadem, emirlerinizi beklerim."

Son olarak Murat'ın yanına vardı. Oğlunu kucağına aldı ve alnına küçük bir buse kondurdu. "Sen kimsin?"

"Şehzade Murat."

"Kimin oğlusun?"

"Şehzade Bayezid'in oğluyum."

MAHBER (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin