Allah'ım ilk defa yorum alınca mutluluktan yeni bölüm yayınlıyorum :D LeylaG1 Çok teşekkür ederim seni ıstırırım. Bu bölümü cringe ola ola ve mola vere vere yazdım. Farkındalık yaratmaya çalıştığım bir kitabın içine dahi bu tip sahneler koymaktan ben çekinirken millet nasıl rahat rahat "romantizm" adı altında yazıyor bilmiyorum. Neyse inşallah beğenirsiniz. LeylaG1 özellikle sen beğen gız :*
***
Güneşin doğuşunu izledim. Saat sabah beş civarı olmalıydı. Bu odada bir saat olmadığı için -hoş, olsaydı da pencerelerin önündeki otomatik panjurlar gün ışığını sıkı sıkı engellediğinden tam olarak bilemezdim- emin değildim ama panjurun aralı altından gördüğüm kadarıyla güneşin yükselen ışıklarından bunu tahmin edebiliyordum.
Yaklaşık bir saat kadar önce uyanmış olmalıydım. Ya da hiç uyuyamamıştım. Bilemiyorum. Yatağa girdiğimden beri kendimi kaçışımın hayali ve karanlık odanın duvarları arasında gidip gelirken buluyordum. Aklımda aynı senaryoyu o kadar çok tekrar etmiştim ki artık kapalı gözlerimin ardında gördüğüm görüntülerin gerçek mi yoksa hayal mi olduğunu ayırt edemiyordum. Yattığım yerden gümüşi gökyüzüne baktım. Gitme vaktim gelmişti.
Yataktan kalktım ve dolaba ilerledim. Üzerimde Demir'in kendisine ait olduğunu tahmin ettiğim siyah bir tişörtten fazlası yoktu. Çoğu fantezi rüyalarına göre üzerimde bol bir elbise gibi de durmuyordu. Aslına bakarsanız, ardımı anca kapatıyor da diyebilirdim.
Dolabın kapılarını açtığımda şaşkınlığım katlandı. Burası bir dolap değildi. Burası bir giyinme odasıydı. Bu adam hangi işten ne kadar kazanıyordu?
İçeri girdim. Pek bir şey yoktu. Aslına bakarsanız, benim kıyafetlerimin dışında olan şeyler boş askılar ve koli kutulardan fazlası değildi. Kıyafetlerimin burada olduğunu tahmin etmemiştim. Ben banyodayken Demir içeri girmiş ve kıyafetlerimi alıp yerine kendi tişörtünü bırakmış olmalıydı. Banyodan çıktığımda çamaşırlarımdan başka bana ait olan bir şey yoktu. Mide bulandırıcı. Kim olduğunu sanıyordu da özel hayatımı böyle ihlal edebiliyordu acaba? Sapık.
Üzerimdeki tişörtü çıkardım ve dünkü kıyafetlerimi giydim. Bir önceki gün yaşadığım arbedede parçalanmış siyah taytım ve üzerine geçirdiğim beyaz, bol tişört... Üzerime tekrar Demir'in tişörtünü giydim. Bulabildiğim tüm kumaşa ihtiyacım vardı. Sabah ayazının buz gibi havası yüzünden hipotermi geçirmek istemiyordum. Tabii, bu üzerimdekiler de yeterli olmayacaktı.
Sessizce kapıya ilerledim ve koridora bir bakış attım. Ev ölüm gibi sessizdi. Mümkün olduğunca gizli bir şekilde odadan çıktım ve kapıyı ardımdan kapattım. Yürürken ses çıkarmamak için neredeyse nefesimi tutuyordum. Çıplak ayaklarımın parmak uçlarında yürüdüm ve merdivenlere yöneldim.
Aşağı kata indiğimde vücudumdaki damarlarda kandan çok adrenalin gezdiğine kalıbımı basabilirdim. Dış kapıya gittim. Kapının yanındaki ayakkabılıkta kendi ayakkabılarımı aradım. Bulur bulmaz elime aldım ve giydim.
Her şeyin bu kadar kolay olması ilginçti. Demir, eve geldikten sonra beni bağlamamıştı. Odamın kapısı da kilitli değildi. Güvendiği bir şeyler olmasa, bu kadar rahat davranmazdı. Acaba bu işteki bit yeniği neredeydi?
Dış kapının kolunu kavradım ve kapıyı açmaya çalıştım. Tabii ki de kilitliydi. Eh, o kadar da değil, diye geçirdim içimden.
Evden çıkmanın başka bir yolunu bulmalıydım. Sessizce salona döndüm ve boydan cama ilerledim. Bir elimi cama koyarak kalınlığından emin olmaya çalıştım. Kırabilir miydim? Kıramazsam başım belaya girebilirdi. Hem kırabilsem de ardındaki panjuru geçebilir miydim? Derken gözüm, camın kenarındaki ufak, beyaz bir cihaza takıldı. İçimden küçük bir küfür savurdum. Camlarda alarm vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUZ
General Fiction"Ondan nefret ettim. Bana yaptıkları yüzünden, benden aldıkları yüzünden ondan nefret ettim. Ama o beni sevdi. Ve ben ondan daha çok nefret ettim. Çünkü bu, bir aşk hikayesi değildi." On yedi yaşındaki Hilal Sancar kendisinden yaşça büyük ve ona tak...