Yatakta, dizlerimi iyice kendime çekerek cenin pozisyonu aldım. Üşüyordum sanki. Ama, bir şey hissettiğimi söylemek için de fazla uyuşmuştum. Sol kolumu kaldırıp, görebileceğim bir seviyeye çıkardım. Alçım çıkmıştı. Fakat buna fazla sevinememiştim. Sonuçta, Demir'in iğrenç adını görebiliyordum şimdi.
Sağ elimle sol kolumu kavradım. Baş parmağımla harflerin üzerini gezdim. Ne iğrenç bir yaraydı bu böyle... Benim alınabilecek, sahip olunabilecek bir mal olduğumun yazılı kanıtıydı.
Artık, üzülmüyordum. Korkmuyordum. Kızmıyordum. Mutluluk, zaten tadını unuttuğum bir yemekti benim için. İçimdeki her duygu, sabah sisinin güneşte dağılması gibi yok olup gitmişti. Geriye boş, karanlık ve uyuşmuş bir kabuk bırakmıştı.
O boş kabuğun içinde bir tek mutsuzluk görüyordum. O da, kabuğun bir parçası haline geldiğinden saymaya gerek yoktu sanırım.
Odanın kapısı açıldı ve kapandı. Onunla göz göze gelmemek için arkama döndüm. "Gittiler." dedi gri bir sesle. Cevap vermedim. Sessizlik içerisinde, Demir'in parke üzerindeki adım seslerini duydum. Yatakta, yanıma oturdu. Gözlerimi yumdum.
Sırtımda hissettiğim dokunuş ile, olduğum yerde iyice büzüştüm. Sadece o dokunuş, kızarmış, alev alıyormuş gibi yanan gözlerimin bir kere daha tuzlu gözyaşlarımla dolmasına sebep olmuştu. "Üzgünüm..." diye fısıldadı Demir. Titrek bir nefes alarak yutkundum. "Bana dokunma!"
"Hilal-"
"Senden nefret ediyorum!" diye bağırdım hırsla. Yataktan kalktım. Demir, benim arkamdan ağır ağır ayağa kalktı. Yüzünde buruk, hüzünlü bir ifade duruyordu. "Daha ne kadar sürecek bu böyle, güzelim?"
"Babamı geri getirmeyi başarana kadar." dedim dişlerimin arasından. "Babamı, Serkan'ı..." Durdum. Yüzümdeki öfke dolu ifade, istemsizce yerini kırık bir üzüntüye bıraktı. "...bebeğimi..." diye fısıldadım sessizce.
"Hilal, babanı öldürmeyi ben istemedim."
Histerik bir biçimde güldüm ve dudaklarımı ısırdım. "Ankara'ya babamı öldürmeye geldin sen!" dedim gözyaşlarımı silmeye çalışırken.
"Sana zarar vermek istemedi-"
"Ben, ya da bir başkası... Sen o gün, orada, bir insanı katletmek için duruyordun. Günlerce onu izledin. Sonra da beni. Ve beni pençenin içine almayı başardığın an..." İçime bir nefes çektim. Daralan soluk borumdan ötürü bu, kısık bir çığlık gibi duyulmuştu. Gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalıştım. Tekrar ona baktığımda, içimde ufak, öfkemden doğan güç kırıntıları bulmayı başarmıştım.
"Adnan Alkan, Serkan'ın ölmesini istedi. Serkan öldü ve sen hiçbir şey yapmadın."
"Sana söyledim onu öldüren Emir-"
"Sen hiçbir şey yapmadın!" Odaya bir kez daha, Demir'in sözlerini bölmemle büyük bir sessizlik çökmüştü. "Onun ölmesine göz yumdun." dedim sessizce. Yeniden söze girmeden önce burnumu çektim. "Adnan Alkan, babamın ölmesini istedi. Onu sen vurdun."
"Babanı vurmak istemedim."
"Ama yaptın! Onu öldürdün, Demir!"
"Başka çarem yoktu!"
Demir, sesini yükselttiği sırada, onun öfkesinden daha fazla korkmadığımı fark ettim. "Babanı öyle ya da böyle öldüreceklerdi, Hilal. Bir takas yapmak zorundaydım." Cevap vermedim.
"Ne yapsaydım yani?" diye devam etti Demir, bunun üzerine. "Seni ve bebeğimizi mi vursaydım?"
"Bebek öldü!" diye bağırdım tüm öfkemle. Bunu söylemek, göğsümde kocaman bir kırık yaratmıştı sanki. Dizlerimin titrediğini hissettim. Daha fazla dayanamıyordum. Güçsüz bacaklarımın kendilerini bırakışı ile, yere düştüm. Demir, yatağın çevresinden dönerek yanıma koştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUZ
Fiksi Umum"Ondan nefret ettim. Bana yaptıkları yüzünden, benden aldıkları yüzünden ondan nefret ettim. Ama o beni sevdi. Ve ben ondan daha çok nefret ettim. Çünkü bu, bir aşk hikayesi değildi." On yedi yaşındaki Hilal Sancar kendisinden yaşça büyük ve ona tak...