Bölüm 10: Dost 1

10.9K 257 70
                                    

Kollarımla çıplak dizlerimi kendime çekip, yatağın ona en uzak olan köşesinde büzüştüm. Üşüyordum. İşini bitirmiş, pantolonunu üzerine geçiren Demir'in bana döndüğünü duydum. Parmakları sırtıma deyince istemsizce sıçradım. "Dokunma bana!" Yanaklarımdan sessizce süzülen gözyaşlarım, bedenimi sarsan hıçkırıklara dönmüştü yeniden.

Vücudumu daha fazla görmesini, ona daha fazla dokunmasını istemiyordum. Bu yüzden tek yapabildiğim, aldığım cenin pozisyonundaki bedenimi daha da küçültmek ve dev yatağın üzerinde minik bir nokta halini almaktı. Zaten, savaşacak gücüm de kalmamıştı.

Benden almak istediğini almış, tatmin olmuştu. Onu durduramamıştım... Daha fazla ne istiyordu ki?

Elini çekti. Bir şey demeden banyoya yöneldi ve beni, üzerinde yattığım dağınık yorganın üzerinde öylece bıraktı. O kadar yalnız ve de çaresiz hissediyordum ki! Yıllar sonra dudaklarımdan ilk kez, çocukken çaresizce haykırdığım bir kelime döküldü. "Anne!"

Gelip beni almasını, saçlarımı okşayarak uyutmasını istiyordum. Avuçlarımın içlerini, dizlerimi ve de kollarımı öpsün, yaralarımı sarsın diye sessiz sessiz adını sayıklıyordum. "Anne! Anne!" Sanki cidden de gelip beni alacakmış, buradan çok uzaklara, evime götürecekmiş gibi...

Islak gözlerimi açıp kolumdaki kanaması neredeyse durmuş olan yaraya baktım. İğrenç bir isim... Çevresindeki kurumuş kan, henüz sıvıyken dikkatsizce kolumun etrafına bulaştırılmış, öyle ki Demir'in parmak izlerini seçebileceğim kadar net bir leke çıkarmıştı.

İğreniyordum ondan. Kolumu tırmalayıp yarayı oradan sökmek istedim. Ancak dokunduğumda bile yarılıyor gibi duran kolumdan korkmuştum.

Yatakta doğruldum. Canım acıyordu. Sadece cinsel olarak değil. Vücudumun her hücresi ve de ruhumun her zerresinde hissediyordum ben bu acıyı... Bana yaptıklarının hissiyatı hala daha tüm bedenim boyunca karıncalanıyordu.

Bacaklarımı altımdaki yorgana sürterek üzerimdeki kanı temizlemeye çalıştım. Zaten etrafa sürünmüştü. Biraz daha bulaştırsam ne olurdu ki? Ardından üzerime tişörtümü geçirdim. Altına çamaşırımı ve de pantolonumu giydim.

Daha sonra komodinin dibine oturdum. Gözyaşlarım bir türlü durmuyordu. Tam olarak neydi bu hissettiğim acı? Aşağılanmak? Bir birey olarak tanınmamak? Fiziksel acım? Yoksa daha iyisi, utanç mıydı? Peki neden utanıyordum? Böylesi iğrenç bir biçimde vücudumun teşhir edilmiş olmasından mı, yoksa yıllardır diretilen, sapkın birinin çarpık zihnindeki hoş bir kadın olmanın bedelini ödediğim için mi?

Belki de öfkemden ağlıyordum. Yeterince güçlü olamadığım için kendime olan öfkemden, bana yaptıkları için Demir'e olan öfkemden ve hatta başıma gelmiş her şeyin öfkesinden ağlıyordum belki de.

Neyi bekliyordum ki? Geç bile kalmıştı. Eninde sonunda beni böyle kullanacağını biliyordum. Onun için, ona ait olması gereken basit bir et parçasından fazlası değildim sonuçta. Bir kişiymişim, kişiliğim varmış, kendime ait özgür düşünce ve fikirlerim varmış, kimin umurunda? Ben bir et parçasıyım. Kimliksiz, kişiliksiz, sahiplenilesi bir nefes...

Beni böyle gördüğü gerçeğini aklımdan silemiyordum. Adının çarpık çurpuk harflerini nasıl ki kazıdığı kolumdan silemiyorsam, bunu da silemiyordum. Beynimin uçsuz bucaksız karanlıklarına kadar bir gemi enkazı misali inmişti bu düşünce. Öfkeme yeni bir kapı açmış, yeni bir evren yaratmıştı.

Başımı ellerimin arasına alarak daha da köşeme çekildim. Bunları düşünmek, sinirlenmeye devam etmek dahi canımı yakıyordu. İçinde bulunduğum sessizlik, hayatım boyunca duyduğum en büyük gürültüye dönüşmüştü bir anda. Her şey sussun, her şey dursun istiyordum.

BUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin